Antakya’nın iyileşme sürecinde kültürel mirasın rolü nedir?

Röportaj: Tuğçe Tezer

6-20 Şubat depremlerinin ardında bıraktığı hasarları iyileştirme sürecinde, kültürel mirasın kapsamını anlamak ve ona uygun onarım yöntemleri seçmek zaruri. Peki afetten en çok zarar gören bölgelerden biri olan Antakya’nın tarihi dokusu, kentlilerin yaşayışı üzerinde nasıl etkilere sahip? Koruma çalışmalarının nitelikli olarak yürütülebilmesi için kimler hangi sorumlulukları almalı? Giden ve kalan yapılar, geleceğe dair neler söylüyor; mevcut tablo, mimarların perspektifinden nasıl değerlendiriliyor? 

Uzun yıllardır Antakya odağında araştırmalar yürüten şehir plancısı Tuğçe Tezer, Antakya’da yaşayan ve çalışan restoratör mimar Özgür Deniz Emir ile konuştu.

Özgür Deniz Emir, Asi Nehri, Habib-i Neccar Dağı ve Antakya Tarihi Kent Merkezi.

Siz uzun yıllardır tarihi Antakya’da çalışmakta olan bir restoratör mimarsınız. Antakya’nın tarihi kent dokusunun niteliğini mimari açıdan nasıl tanımlarsınız? Bugüne kadar Antakya’da yaptığınız çalışmalardan biraz bahseder misiniz?

Aslında uzmanlık alanım restorasyon değil. Yüksek lisansımı “Bina Bilgisi” ana bilim dalında “Mimarlık ve İdeolojiler” üzerine yapmıştım. Meslek hayatımı Antakya’da icra edeceğimi ve eski eserler ile ilgileneceğimi öngörebilmiş olsaydım mutlaka restorasyon üzerine yüksek lisansımı yapardım. 2000 yılında lisans, yüksek lisans ve askerliğimi tamamladıktan sonra, üniversite okumak üzere ayrıldığım Hatay’a ofisimi kurmak üzere geri döndüm.  Özel konut ve apartman projeleri hazırlıyorken, bir yandan da Antakya ve Antakya’nın tarihiyle ilgilenmeye başlamıştım. Sivil toplum örgütlerinin ve meslek odalarının toplantılarına katılıyor, sunuşlar hazırlıyor, oralarda Antakya’yı Antakyalılara anlatıyordum. Daha sonra şehir dışına, ardından da bu toplantılar aracılığıyla yurt dışına çıkmaya ve Antakya’yı oralarda da anlatmaya başladım.  

Böylelikle Antakya’nın tarihi kent dokusunun mimari niteliğini anlamaya ve çözümlemeye başlamıştım.  Tüm bu zenginlik ve birikim içerisinde ortaya konan mimarlığın hem zengin hem de rafine bir sonuç ortaya koyması kaçınılmazdı. İklim koşullarına, yaşam şartlarına, dini ve kültürel referanslara uygunluğuyla eşsiz bir miras vücut bulmuştu. Gerek mekân zenginliği gerek parsel form ve büyüklüğüne göre geliştirilen çözümlerle kullanışlılığını ve güncelliğini uzun süre korumuştu. Yaşanan deprem felaketlerinin ardından, sivil inisiyatifler aracılığıyla Antakya’nın ve Antakyalıların tarihi kent merkezleri ile ilgili aşırı hassasiyet göstermiş olmaları; bu mimariyi, çeşitliliği, mekânsal zenginliği ve kentsel kademelenmeyi ne derece içselleştirmiş olduğunu ortaya koymuştur. 

Meslek hayatıma dönecek olursak, Antakya ile haşır neşir olmaya ve O’nu anlatmaya devam ettikçe, proje teklifleri almaya başladım.  Antakya’da yerleşik bürosu olan sadece eski eser çalışan hiçbir mimar yoktu.  O zaman eski yapı çalışmam gerektiğini idrak etmiş ve bir arkadaşımdan destek almaya karar vermiştim. Böylelikle eski eserlere ilişkin projeler hazırlamaya başladım. Projeler ile başlayan yolculuk, projelerini hazırladığımız yapıların uygulamalarının tatmin edici olmaması üzerine, projenin yanı sıra uygulama üzerine de yoğunlaşmaya başladı.

Antakya’daki 23 yıllık meslek deneyimi içerisinde birçok eski eserin projelerini ve uygulamalarını gerçekleştirdik. Bunların içerisinde dini yapılar, evler, konaklar, hamam gibi yapılar vardı.  Bu süre zarfında bir değişim sürecine şahitlik ettiğimizi söyleyebilirim. Değersiz, atıl ve köşede bucakta bırakılmış Eski Antakya Evleri; kıymetlenmeye, bir artı değere, bir statü sembolüne dönüşmeye başladı. Yeme içme, eğlence, konaklama sektöründe tercih edilir mekânlar olmaya başladı. Kimi yabancıların, üst gelir grubundaki insanların ikinci hatta üçüncü konutları, hafta sonu evleri olmaya başladı. Tabii bu arada kamunun da ilgisi arttı ve bazı yapılar idari yapılara dönüştü. Böylelikle yapıların değerleri anlaşılmaya, koruma bilinci yerleşmeye, koruma süreçleri idrak edilmeye ve birçok bürokratik sorun giderilmeye başlamıştı ki bu aşamada çok büyük bir eşik kabul edilecek olan depremler yaşandı. Bu süreç içerisinde ortaya konan onca emeğin de derin bir yara aldığı çok net bir gerçek olarak ortaya çıkmıştır.  

Özgür Deniz Emir, 3. Mıntıka 1577 Parsel Barudi Kafe, Nisan 2011. Restorasyondan önce.
Özgür Deniz Emir, 3. Mıntıka 1577 Parsel Barudi Kafe, Mayıs 2013. Restorasyondan sonra.
Özgür Deniz Emir, 3. Mıntıka 1577 Parsel Barudi Kafe, Nisan 2023. Depremden sonra.

Antakya’nın kültürel mirası ağırlıklı olarak tescilli yapılar ve anıt eserler üzerinden tanımlanıyor. Sizce Antakya’nın kültürel mirasını kavramak için bu kapsam yeterli mi?

Antakya dediğimiz zaman, 2350 yıldır belli bir mantık içerisinde planlanmış, inşa edilmiş, yıkılmış, yeniden imar edilmiş, katmanlaşmış, farklı dönem, kültür ve yapı tarzlarını içerisinde barındıran; iç içe geçmiş, yer yer sırt sırta vermiş anlamlı boşluklar, yollar ve sokaklar meydana getirmiş; hem barınma hem yönetimsel hem de ticari faaliyetleri içerisinde barındıran, yaşayan bir organizmadan bahsettiğimizi bilmek gerekir. O yüzden bu kadar karmaşık bir olguyu 500’ün üzerinde tescilli yapı ya da anıt eser üzerinden anlatmak ya da anlamak pek mümkün görünmüyor. Bu bütün içerisinde koruma amaçlı imar planları ile yapılar “Tescilli Kültür Varlığı”, “Çevre Uyumlu Geleneksel Yapılar” ve “Yeni Yapılar” olarak sınıflandırılmış ve yapılaşma koşulları ortaya konmuştur. Yapıların tespit ve tescil süreçlerinde ya yapının içine girilememiş ya da yapıya zaman içerisinde eklemlenen ek binalar yüzünden tescile değer görülmemiş “Çevre Uyumlu Geleneksel Yapılar , “Tescilli Kültür Varlığı” yapılarından daha değersiz ya da korunmaya daha az değer yapılar değildir. En az tescilli yapılar kadar önemlidir ve gözden çıkarılmamalıdır. Çünkü “Tescilli Kültür Varlığı”, “Çevre Uyumlu Geleneksel Yapılar” ve “Yeni Yapılar”ı bütün içerisinde sayısal olarak ifade edecek olursak, yaklaşık olarak her bir yapı grubu 1/3’e tekabül eder. Yani biz Antakya Kentsel Sit Alanı içerisinde tüm hassasiyetimizi eğer  “Tescilli Kültür Varlığı” yapılara gösterecek olursak, yaşayan bir organizma olarak gördüğümüz kent bütününün 2/3’ünden vazgeçtiğimiz ve oraya yeni bir yapılaşma koşulu getireceğimiz anlamına gelebilir. Yani, tarihi dokuyu kaybetmek riskiyle karşı karşıyayız. 

Ataman Demir, Çağlar İçinde Antakya, Tarihi Kent Merkezi Dokusu.

Tabii ki bu yapılar bir yapılı çevreyi temsil ediyor ama onlar sadece bir yaşam tarzının, hayata bakış ve algılayış biçiminin içerisinde mekânsal bir alanı ifade ediyorlar. O yapılar içerisindeki ve çevresindeki insan popülasyonu ve etrafında var olan aktiviteyle birlikte bir bütünü oluşturuyorlar. O yüzdendir insanların ağıtları binalar üzerine değil; geçmişleri, anıları, alışkanlıkları ve kaybettikleri yaşam biçimleri üzerine yakılıyor. O yüzden kültürel mirası sadece tescilli yapılar ve anıt eserler üzerinden tanımlamak sınırlı ve yetersiz bir tanımlama sonucuna götürür bizleri. Anlamlı olan hem fiziki hem de beşerî dokunun bir arada korunmasıdır. 

6 Şubat ve 20 Şubat depremlerinin Antakya’da kültürel mirasa, kentsel sit alanına etkileri nasıl oldu? Şu anda tarihi Antakya kent dokusunun durumu nedir?

6 Şubat ve 20 Şubat depremlerinin, yetkililerin söylediği üzere Antakya’daki toplam yapı stoku üzerindeki yıkıcı etkisi yüzde 85 düzeyindedir. Antakya Kentsel Sit Alanı içerisindeki oranın da bu seviyelerde olduğunu düşünüyorum. Tabii bahsettiğimiz alan iç içe geçmiş yapı alanlarından ve daracık sokaklardan oluşan, içerisine araçların dahi girmesinin mümkün olmadığı bir kentsel doku olarak düşünülürse, henüz girilemeyen sokakların ve evlerin var olduğunu bilmeyi yadırgamamak gerekir. O yüzden yıkımın boyutlarının ne denli olduğu bilgisine tam olarak sahip değiliz. Yollar açıldıkça ve evlere girildikçe, bunu anlamamız tam olarak mümkün olacaktır. Antakya Kentsel Sit Alanı, sadece konut ihtiyacının karşılandığı ya da ticaret ve turizm işletmelerinin içerisinde var olduğu, özelleşmiş bir alan değildir. O yüzden depremlerin kentsel sit alanına etkisi barınmadan ticarete, toplumsal bellekten toplum psikolojisine kadar birçok alanda Antakyalıyı olumsuz bir biçimde etkilemiştir. 

Kenan Kantarcı, Habib-i Neccar Camisi ve Yeni Hamam, Antakya Tarihi Kent Merkezi.

6 Şubat ve 20 Şubat depremlerinden sonra bölgedeki kültür mirası konusu ağırlıklı olarak Antakya üzerinden konuşuluyor. Sizce bunun nedenleri nelerdir?

Depremi yaşayan diğer illerdeki duruma çok vâkıf olmamakla birlikte, Antakya insanı yaşadığı yıkımı kültürel miras üzerinden de tanımlamaya çalıştı. Çünkü Kentsel Sit Alanı çoğunluğun yaşamadığı bir alan olmasına karşın, bir hayat tanımının tarifini reçete ediyordu. Bu yüzden bu bölgedeki yıkımlar, bu topluluk için alışkanlıklarından vazgeçmek zorunluluğuna işaret ediyordu. Belki de halk, yıkımların ardından alışkanlıklarına yeniden sarılma ihtiyacı duyuyordu ve bu yüzden tanımlanmış bir alandan çok, alışık olduğu bir hayat biçimini tarif ediyordu; somut olan ya da olmayan miras. Belki de bu yüzden yıkıntıların üzerinde “Ma rıhna nıhna hovn / Buradayız, gitmiyoruz” ya da “Döneceğiz” diye yazılıyordu. Kültürünün zenginliği ve çeşitliliği ile birlikte yaşayan, farklı dil, din,  mezhep ve statüden insanlar kadim kentleri üzerinden ortak bir noktada buluşabiliyordu. Bu onların; farklılıklarının kabulü, geçmişlerinin zenginliğinin ifadesiydi. Ona zarar gelmiş olması, bedenlerindeki en hassas sinir ucunun uyarılması anlamına geliyor ve en büyük tepkiyi bu noktadan veriyorlardı. O yüzden diğer illerden farklı olarak kültürel miras konusunu Antakya üzerinden konuşuyoruz. 

Özgür Deniz Emir, Antakya Gazeteciler Cemiyeti.

Depremden sonra Antakya’da kültür mirasının korunmasına dair nasıl çalışmalar yapılıyor? Yasal açıdan kültür mirası nasıl bir zeminde değerlendiriliyor? Siz hangi çalışmalarda yer alıyorsunuz?

Deprem ve sonrasında öyle çok belirsiz süreçlerin yaşanmasına tanıklık ettik ki  ancak yerinde deneyimleyerek çözümler ve bir ortak yol bulunabiliyor ya da sorun, çözümsüz bir biçimde ortada kalabiliyor. Biz, yani “Tüm Türkiye” olarak o kadar hazırlıksız yakalandık ki bizim bir olası felakette nasıl davranmamız gerekeceğine dair bir senaryomuz olmadığı gibi kentsel sit alanları için de böyle bir planlamanın düşünülmediği çok net bir biçimde ortaya çıktı. Antakya Tarihi Kent Merkezi Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın yetki alanı içerisinde olmasına rağmen 5 Nisan 2023 tarihindeki Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile birlikte alan, “riskli alan” ilan edildi ve yetki Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’na geçti. Böylelikle Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı ile Kültür ve Turizm Bakanlığı arasında bir yetki çatışması ortaya çıktı. Bu karışıklık içerisinde, henüz yerinde tespitler yapılıp tamamlanmadan, tescilli ya da tescilsiz ayrımı olmaksızın enkaz kaldırma çalışmaları gerçekleştirildi; ada ve sokak ölçeğinde bir alan ortadan kaldırıldı. Yerel örgütlenmelerin tespit ve tepkileri sonucu geri adım atıldı. Kültür ve Turizm Bakanlığı yetkilileri ile bir araya gelinip bir çözüm aranmaya çalışıldı. Kararnameler ile bazı düzenlemelere gidildi. Ancak “riskli alan” ve “mülkiyet transferi” gibi kavramlar kamuoyu tarafından farklı algılandı, düzgün anlatılamadı ya da beklentileri karşılayamadı ve tartışmalara neden oldu. 

Bunun yanında Kültür ve Turizm Bakanlığı her yıl, tüm Türkiye’deki taşınmaz tescilli kültür varlığı yapıların restorasyonu için proje ve uygulama desteği paketi bütçesini depremden doğrudan etkilenen 11 ilin yanı sıra Mardin, Niğde ve Tunceli gibi çevre illerde de depremden zarar gören kültür varlığı yapıların restorasyonuna yönelik yönlendirdi. 14 Temmuz 2023 tarihinde son bulan başvuru sürecinde 280 tanesi Antakya, İskenderun, Arsuz ve Samandağ’da olmak üzere Hatay’dan toplamda 500’e yakın başvuruda bulunuldu. Ağır hasar ve orta hasar gören yapılar bu kapsamda proje; hasarsız ve az hasarlı olan yapılar ise uygulama yardımı başvurusunda bulunabildi. 

Bu yardım paketini olumlu bir enerji yaratacağı düşüncesiyle birkaç açıdan faydalı buluyorum. Depremden sonra herkesin beklentisi, sit alanı içerisindeki tüm yapıların devlet eliyle restore edileceği yönünde idi. Bunun doğru bir yaklaşım olduğunu düşünmüyorum.  Bu yardım paketiyle  yapı maliklerinin de bu süreçlerin içerisinde yer alması, yapılarını sahiplenmesi ve süreçleri içselleştirmesi gerekiyordu. Bunun yanında toplum da yerli ya da yabancı fonlardan ne şekilde  finans elde edileceği, proje yazımı konusunda  bir bilincin oluşturulması konusunun da önemli olduğunu düşünüyorum. Lakin uzun bir zaman alacağı net bir biçimde görünen deprem sonrası rehabilitasyon süreci içerisinde, bundan sonraki yardımların büyük bir kısmının deprem bölgesine bu şekilde intikal ettirileceğini düşünecek olursak, bu önemli bir başlangıç olacaktır.

İkinci olumlu bulduğum durum ise şu; proje ve uygulama yardım dosyalarının pek çoğu bölgedeki restorasyon işleri ile ilgilenen ve ilgilenmek isteyen mimarlar tarafından hazırlandı. Bu hem onlar için bir istihdam imkânı hem de doğru restorasyon için kenti, tarihini, yapıları bilen mimarların ve diğer meslek gruplarının bu süreç içerisinde olmaları açısından çok önemli.  Zira yeniden imar sürecinde mimarlar en çok ihtiyaç duyulacak meslekler grubu içerisinde en başta yer alıyorlar. Ancak alanda hâlen devam eden enkaz kaldırma çalışmalarının, bu yardım paketi kapsamındaki yapıların tespit çalışmaları tamamlanana kadar bekletilmesi önem arz eden bir konu olarak ortada duruyor.

Benim hangi çalışmalar içerisinde yer aldığıma ilişkin olarak da: Öncelikle ofisimin arşivini toparlamaya ve düzenlemeye çalıştım. Ardından çalıştığımız yapılara ilişkin belgeleme çalışmaları içerisinde bulundum. Ayrıca Hatay Ortak Meselemiz Konseyi ve Ortak Akıl Antakya gibi sivil inisiyatifler içerisinde yer alıp hem kamuoyunu bilgilendirme hem de yetkili kurumlara bilgi aktarımı hususlarında çalışmalar yaptım. 

Sizce Antakya’nın deprem sonrası iyileşmesi sürecinde kültürel mirasın rolü ve yeri nedir, nasıl olmalıdır? Yerelde kurulan platformlar bu süreçte neler yapıyor?

Yukarıda Eski Antakya’nın halkın nazarında ne derece öneme sahip olduğunu anlatmaya çalıştım. Bu noktadan başlayacak bir kıvılcım, yaratacağı psikolojik etki açısından çok önemli olacaktır. Sonuçta uzun soluklu bir sağaltım süreci yaşayacağız. Motivasyonun uzun süre canlı kalması, bir kere daha yeniden kentin ayağa kalkacağına dair inancın pekişmesi ve bunun diri tutulması gerekiyor. Bu anlamda Eski Antakya sembolik anlamlar içeriyor. Bu aslında karar verici merkezi ve yerel otoriteler açısından da onların elini rahatlatacak, süreci kolaylaştıracak, motivasyonu yukarıda tutacak ve toplum psikolojisine iyi gelip güven ortamı sağlayacak benzersiz bir fırsat da sunuyor. 

Yaşanan deprem felaketinin hemen ardından, depremi yaşayan diğer şehirlerden farklı olarak, Hatay ili içerisinde yaşanan sorunlara çözüm üretmek üzere birçok alt başlık altında özelleşen sivil örgütler, çözüm önerileri ve bağlantılar oluşturmaya çalışmışlardır. Bu, Hatay’ın belki de sosyo-kültürel, sosyo-ekonomik yapısı ve insan kaynağının potansiyelinden kaynaklı olarak diğer illerden ayrışmasına neden olmuştur. 

Bu inisiyatifler; tarihi kültürel mirastan yeniden yapılanmaya, sosyal dokudan yardımlaşmaya, eğitime, sağlığa, barınmaya, tarıma, ticarete, istihdama, çevreye, hukuka ve daha birçok konuya dair fikirler üretmekte, finans kaynakları yaratmakta ve alanda birebir çalışmaktadırlar. İlk olarak birer mesaj grubu olarak hayata geçen bu oluşumlar, mesleklerinde belli yetkinliklere ulaşmış yüzlerce katılımcıyı ortak bir amaç doğrultusunda bir araya getirmiş ve ciddi bir fikri güce sahip olmuşlardır. Birçok farklı grup oluşmuş olsa da aynı kişilerin farklı grup ve farklı çalışma kategorilerinde de çalışıyor olması, gruplar arasındaki iletişim ve etkileşimi de sağlamıştır. Bu birliktelikler son 20 yıldır siyasal iklim ile birlikte gücünü kaybetmiş olan sivil toplum örgütlerinin aslında ne denli hayati bir öneme sahip olduklarının ispatını da ortaya koymaktadır.

Antakya’nın somut olmayan kültürel mirasını nasıl tanımlarsınız, bunun korunmasına dair düşünceleriniz nelerdir?

Antakyalıların üzüntüsünün kaynağının bir tek yapılı çevrenin yok oluşundan ibaret olduğunu düşünmüyorum. Daha çok üzüldükleri; tadını, kokusunu, dokusunu, bildiği, bunu yaşamaktan keyif aldığı değerleri, anıları bir daha aynı mekân içerisinde aynı özgünlükte yaşayamayacağı gerçeğiyle karşı karşıya kalmış olmalarından kaynaklanıyor. Somut olmayan kültürel miras açısından şu an için en büyük sorun, bir yaşam biçimini tarif eden ve bunu yaşamaktan keyif alan toplumu oluşturan farklılıkların deprem yüzünden dağılmış olmasından kaynaklanıyor. Bu insanlar bir araya geldiklerinde bu mirasın çıktılarını yine ortaya koyacaktır ama önemli olan bildikleri, alışık oldukları çevre içerisinde bunu yaşayabilmeleri ve yaşatabilmeleridir. 

Yeniden inşa sürecinde kültürel koruma bağlamında kimler hangi sorumlulukları almalı? Antakya’yı Antakya yapan şeyleri kaybetmemek için neler önlenmeli, neler teşvik edilmeli? Mimarlara bu tabloda nasıl bir görev düşüyor?

Yerel ve merkezi kurumlar, bunların yanında üniversiteler, sivil toplum örgütleri ve uluslararası kuruluşlar, bu süreçlerin içerisinde olmalı ve sorumluluk almalıdırlar. Tüm bu bileşenler koordinasyon içerisinde olmalı, ortak bir akıl üretmeli ve bunun takipçisi olmalıdır. Tek merkezden ve yukarıdan alınacak kararların doğruluğu sorgulanır olacak, geçerlilik ve karşılık bulamayacaktır. Yedi kere yıkılmış, sekiz kere yeniden inşa edilmiş bir kent ve genetik kodlarında yeniden inşa etme bilgisi olan bir topluluk söz konusu iken vatandaşların bu süreçlerin dışında tutulmaması gerekmektedir. Bu halk bilgi birikimi ve sahip olduğu donanımla bunu yeniden gerçekleştirebilir. Ancak hâlâ olayın şoku atlatılabilmiş ve insani ihtiyaçlar karşılanabilmiş, güvenlik, trafik ve ekoloji sorunları ortadan kaldırılabilmiş değildir. Yasal düzenlemeler ve yönetmelikler anlaşılır olmaktan uzak, vatandaşlar nereye ne şekilde başvurabileceklerini dâhi bilememektedirler. Hayatta kalma mücadelesi verilirken soyut ve somut mirasını koruma konusu özelinde üzerine düşen sorumluluğu yerine getirme konusunda yeterli güce ve dirayete sahip olamayabilir. Koruma açısından toplumun sürece dâhil olmaması, sonucun da istenildiği gibi ortaya çıkmayacağı anlamına da gelebilir. Öncelikle toplumun yaşam koşulları iyileştirilmelidir. 

Mimarlara düşen görev ise yasa ve yönetmeliklerle ve teknik olarak belirlenen çerçevelerin doğru bir biçimde topluma aktarılması noktasında başlayarak, restorasyon boyunca yerel malzeme, doku, detay bilgisiyle süreçleri iyi yönetmesi ve bu ağır sorumluluğu sırtlamasıyla devam edecektir.   

Koruma açısından yetkin UNESCO, ICOMOS, Europa Nostra gibi uluslararası kuruluşlara bu süreçte düşen sorumluluk nedir? Ulusal ve uluslararası düzeyde sivil toplum kuruluşları ve üniversiteler, Antakya’da kültür mirasının deprem sonrası onarımı sürecine nasıl destek olabilir?

Bu toprakları dünya üzerinde ayrı bir yere koyup o şekilde tanımlamak ve anlamak lazım. İnsanlık tarihi kadar eski, en az onun kadar eski birikimlere sahip, uygarlığın yeşerdiği,  her birinin kendi çapında ayrı bir medeniyeti temsil ettiği kadim şehirler coğrafyası aynı zamanda bu topraklar. Bu medeniyetlerin her birinin ayrı ayrı başkentleri olarak da Bağdat’ı, Halep’i, Şam’ı, Beyrut’u, Kudüs’ü görmek gerekir. Antakya da bu kardeş şehirlerden ayrı düşünülemez.  Ama bu bölge öyle bahtsız bir coğrafya ki aynı zamanda savaşlardan, işgallerden, çatışmalardan, patlamalardan, afet ve depremlerden başını kaldıramamıştır. Bu şehirler hem dinsel, hem tarihsel hem kültürel hem ekonomik olarak bölgenin en önemli şehirleri iken şu an bulundukları vaziyet, insanlık tarihi, belleği açısından da utanılacak ve ders çıkarılacak niteliktedir. Bölge coğrafyası içerisindeki her biri ayrı öneme sahip bu kentlerin iyi yönetilememesi sonucu savaşlar, yıkımlar, terör ve afetler yüzünden tek tek kaybediliyor oluşu ve en son olarak da Antakya’nın bu duruma gelmiş olması beşeriyete önemli bir sorumluluk getirmektedir. İşte bu yüzden UNESCO, ICOMOS, Europa Nostra gibi uluslararası kuruluşların bu soruna yaklaşımlarının ve konuya bakış açılarının Ortadoğu’da eski bir kentin yaşadığı felaket olarak değil de zarar görmüş bir “Dünya Mirası”nın yeniden ihya edilmesi yönünde bir çerçeveden olması gerekir. Zira Antakya’nın yaşamış olduğu felaket tek başına bir hükümet ya da bakanlığın üstesinden gelebileceği nitelikten ziyade disiplinler ve uluslararası kuruluşlar tarafından katkı verilerek çözümlenmesi gereken karmaşıklıkta uzun soluklu bir çabayı gerektiriyor. Bu nedenle ulusal ve uluslararası kuruluşların, sivil toplum örgütlerinin ve üniversitelerin koordineli şekilde çalışmaları; başka ülkelerdeki deneyimleri, donanımları, bilgi, belgeleri ve finans kaynaklarını buraya yönlendirmeleri çok önemli ve gerekli bir çaba olacaktır.

Özgür Deniz Emir, Soldaki: Fevzi Çakmak İlkokulu’nun çatısında kullanılan, zamanında Marsilya’dan getirtilmiş kiremitler. Sağdaki: Şahin Efendi Konağı’nın girişinde kullanılan, zamanında Lübnan’dan getirilmiş dokulu karo mozaikler.

Giriş görseli: Özgür Deniz Emir, Hatay Tabipler Odası Hizmet Binası, Fener Takası Detayı.