Ah mine'l-aşk ve mine'l-garaib: Severance 2. sezon 6. bölüm 

Hazırlayan: Meltem Demiraran, Utkan Çınar

“Pragmatik yetişkinler gibi davranmasak olmaz mı?”

17 Ocak’ta start alan ikinci Severance sezonunu hafta hafta kurcalamaya devam ediyoruz. Önceki bölümle ilgili yorumlarımızı okumadıysanız, buraya bir uğramak isteyebilirsiniz.

Dizinin son bölümü “Attila”yı henüz izlememiş olanlar için de büyük harflerle SÜRPRİZ BOZAN yani SPOILER uyarısı da yapalım.


Utkan: Bu son iki bölümü izleyince, ilk dört bölüme daha çok kızmaya başladım! Sezonun yarısı çöpe gitti sanki. O dışarıda geçen bölüme ya da ilk bölüme hiç gerek yokmuş gibi geliyor artık. İki bölümdür, karakterlere de daha çok odaklandığımız, onların hem içerideki hem dışarıdaki duygu durumları ile daha çok fikir almaya başladığımız; daha karakter bazlı devam ediyor. Bundan mutluyum. Bir de, şükürler olsun, ilk defa son bölümün bittiği yerden başladık.

Meltem: Bir arkadaşım, hayatındaki bazı durumlar nedeniyle annesini ve kardeşini araması gerektiğini ama çalışırken dalıp tamamen unuttuğunu söyledi. “İşteyken başka bir ben, işten çıkınca bambaşka bir ben oluyorum” minvalinde bir şey söyledi. Ben de “Severance!” deyiverdim tabii! O da şimdi ilk sezona başladı ve ilk beş bölümün biraz zor ilerlediğini, sonradan açılmaya başladığını söyledi. Bunun dizinin örüntüsü olduğunu düşünmeye başladım. Reentegrasyonla beraber de bambaşka bir formata geçtiğimizi ummak istiyorum artık.

Utkan: İlk bölümler fazla uzun sürdü. Anlıyorum kurmaları gereken setup biraz karışık ve karakterlerin şu anki hâllerine gelmeleri için de zaman lazım ama bunun ritmi çok düşüktü kanımca. Aynı yere dönüyorum; o dışarıdaki bölüme gerek var mıydı, hâlâ bilemiyorum.

Meltem: İşte Mark ile Helena’yı o durumda bırakmaları gereken bir hikâyeye ihtiyaçları vardı. Irving’in Helena’yı boğması gerekiyordu.

Utkan: Helly ile başlayalım. Muazzam bir taciz meselesi var. Dışarıdakinin içeridekine yaptığı taciz.

Meltem: Tecavüz de denebilir.

Utkan: Helly’nin de bunu iyi karşıladığını düşünüyorum. Bazı karakterlerin yaşadığı mağduriyet çok fazla, bunun da bir bedeli olacaktır. Bu bölüm genel anlamda karakterlere ayrı ayrı sekanslarla vakit ayırmışlar. Genelde çok tercih ettiğim bir stil olmasa da bu bölümde gayet iyi işliyor diye düşünüyorum. İçeride ve dışarıda geçen sahnelerin süresi de birbirine çok yakındı. Âdeta ortadan ikiye bölünmüş gibiydi. Bu da güzel. Böyle daha matematik bir anlatı tarzına devam edebilirler diye düşünüyorum. Bunu kaldırıyor dizi.

Meltem: Bana da bir yüzleşmeler bölümü gibi geldi. Dylan’ın eşiyle, Irving ile Burt, Mark ile Helly, Mark ile Helena. Milchick ise ayna karşısında.

Utkan: Milchick’in kendi kendiyle konuşması yazarlar için güzel bir internet meme’i olabilir sanki. Dilini sadeleştir telkini! “You must eradicate your essence childish folly” yerine “Grow up”! Bu karakterin radikal bir şey yapacağı iyi hazırlandı. Ellerin titremesi vs… Bu arada hemen sona atlamış gibi olacağım ama Mark’a bir şey olmayacağı kesin. Bu bir cliffhanger değil yani.

Meltem: Bölüm adlarından bir şey yakaladım sanırım, uzatmadan anlatayım meraklısı belki bir bakar. Bir sonraki bölümün adı “Chikhai Bardo”. Diğer Budizmlerde nasıl işlediği konusunda tam emin değilim ama Tibet Budizmi’nde altı tane Bardo var. Hayat döngüleri gibi düşünebiliriz. Chikhai Bardo da ölüm ile ilgili ancak bu bir süreç; tek bir an değil.

Utkan: Mark’la ilgili olduğu kesin o zaman. Reentegrasyonun tamamen gerçekleşeceğini öngörebiliriz. 

Meltem: Çok ciddi ve sert süreç olacak. Ölümü yaşayacak bence. Bir anda olup biten bir şey olmayacak. 

Utkan: Yas tutmanın beş evresi ve pazarlık muhabbetinin geçtiği baştaki sekans da sezonun edebiyatı güçlü yeriydi diye düşünüyorum. Pazarlık bir boşa kürek çekme hâli olarak düşünülür ama burada Mark’ın bir şansı olabilir gerçekten de. Tabii bir yandan da içerideki Mark’ın Helly’ye olan sevgisini de düşünürsek Mark’ın motivasyonları biraz karışıyor. Ben eşine kavuşma isteğinden ziyade içten içe kendisine yapılan haksızlığın bedelini ödetme dürtüsünün daha yüksek olduğunu düşünüyorum. “Sözde” kazanın üzerinden iki yıldan fazla zaman geçmiş, yeni hayatını kabullenmiştir diye düşünüyorum. Severance’a özgü bir dinamik var orada.

Meltem: Dylan konusuna bakalım. 

Utkan: Dışarıdakini içeridekiyle aldatma noktasına geldik! Dylan’ın içteki ve dıştaki hâllerinin bu kadar farklı olması da ilginç. Doğuştan gelen karakter özelliklerimiz ile çevresel faktörler ve yaşam tecrübelerinin insanı yontma oranlarını tartışmaya açacak bir durum. “İnsanı insan yapan nedir?” sorusu. Dıştaki Dylan gayet domestik bir hımbıl gibiyken; içteki çalışkan, cesur, duygusal, akıllı. Çok daha iyi. Bu kadar farklı insanlar olmamalılar diye düşünürsün aslında. Bir yandan da hayatımızdan tecrübelerimiz atsak, biz de çok farklı insanlar olurduk herhalde. 

Meltem: Bu, bilim kurgunun çok uzun zamandır esas derdi zaten. Ama böyle işlenişini, aynı beden üzerinden kurulan bir çatışmayı ilk kez görüyoruz diye düşünüyorum hakikaten. Dylan’ın dışarıdaki hâlini ilk gördüğümüzde “loser” demiştim. Bir derdi olduğu belli, belki bir depresyon yaşıyor. 

Utkan: Üç çocuk. Gündüz o çalışıyor, gece eşi. Yaşam mücadelesi. Çok insanın özdeşleşebileceği bir durum. 

Meltem: O karaktere karşı biraz acımasız dizi. Diğerlerinin dışarıdaki hâllerine çok daha iyi yaklaşıyor. Outie’sini yakından tanımak istiyoruz!

Utkan: Eşini oynayan Merritt Wever’ı da yine övelim. Sürpriz bir şekilde, az zamanda büyük iş çıkarıyor. Belki tamamen “outie”lere odaklanan bir bölüm yapabilirler. Onlarlayken kendimi daha iyi hissediyorum.

Meltem: İçeride sıkıldık artık biraz!

Utkan: Dizinin en harika sekansına gelelim o zaman. Burt, Irving ve Fields.

Meltem: Son akşam yemeği!

Utkan: Sezon başından beri “Ne zaman Walken göreceğiz?” diye tutturmamın karşılığı geldi. Gayet de güzel geldi. John Noble’ı görmek de kaymağı oldu. Fringe’in çok büyük hayranıydım, oradan beri Noble’a hürmetim çoktur. Burada da çok iyi iş çıkarmış. Yemek de oldukça seviyeli geçti.

Meltem: Kaç yaşında adamlar. Saç saça baş başa girecek hâlleri yok.

Utkan: Kritik nokta Severance işinin ne zaman başladığı ile ilgili ortaya çıkan kafa karışıklığıydı. Tahmin edilenden daha eskiye dayandığı, Burt’ün de bu konuda çok daha fazla şey bildiği açığa çıktı bence. Hatta Burt’ün bu operasyonu geçirdiğinden bile emin değilim artık. 

Meltem: Burt bana naif geliyor ya. Fark ettiğim bir nokta da dizide “innie” denilen varlığın artık fazla ezilen, sömürülen, ötekileştirilen olduğu ve mağduriyetinin net bir biçimde dile getirildiği söylemler olması. Lumon’un perspektifinde insan olarak sayılmasalar dahi sömürüldükleri kanıksandı gibi.

Utkan: Katılıyorum. Günün sonunda, bizim yatırım yaptıklarımız “outie”ler. Güç dengesi tek bir tarafa kaymış vaziyette. Irving’in “innie”sinin gitmesine üzüldük mü? Umursadık mı?… Mark’ın operasyonu da baya abartılı geldi bana. Delik kafatası gördük. Neredeyse gore!

Meltem: Öyle olması lazım ama. Bilim kurgularda çiplerin çat diye zımbalanmasına alıştık. Realitesi böyle değil. Kafatasının açılması gerekebilir daha ilkel bir teknoloji ile tasarlanırsa.

Utkan: Kafatasının açılacağı bir prosedürü insanlar başta nasıl kabul etmiş sorusunu sormadan duramadım. Burundan girilse?

Meltem: Dizideki zamanı da hâlâ çözemiyorum. Eski monitörler, eski arabalar. Fikirler fütüristik. Prosedür de öyle. 

Utkan: Bu hafta yönetmenimiz de Alman sinematograf Uta Briesewitz. Genelde televizyonda çalışmış ama sinemada taptığım komedi Walk Hard’da yer almış olması büyük artı! Onun dışında Westworld, This is Us, Black Mirror gibi projelerde çalışmış. Çok kendini belli eden bir stili yoktu bence ama Mark’ın içeri-dışarı hatırlama sekanslarındaki geçişler basit ve güzeldi. 

Şimdi soru Mark’ın durumu. Önümüzdeki bölüm onun nekâhet döneminde biraz kenarda kaldığı, başka karakterlerin ön plana çıktığı bir hikâye olabilir. 

Meltem: Milchick’ten bir patlama bekliyoruz. Helly’den bekliyoruz. 

Utkan: Bu arada tekrar olacak ama Britt Lower’ın bu sezonki performansıyla Emmy, Altın Küre gibi ödüllerde şansının yüksek olduğunu düşünüyorum. Bu diziden biri alacaksa o almalı. Ki ilk sezon emin olamamıştım ondan. Karakterinin altını çok iyi doldurdular. Turturro, Walken gibi isimler “yardımcı” oyuncu sayılmak için bile az ekran süresine sahipler ama. Adam Scott da “fazla oynamıyor” hiç. Verimli.

Meltem: Mark ve Helena’nın restorandaki sahneleri çok hoşuma gitti. Gerektiği kadar bir diyalog. Mark’ın yemek yerken ağzını germesi, durması, gergin hareketleri. Helena’nın Gemma’dan bahsederken sinsi hâli, adını yanlış söylemesi. Sunilik hissini çok iyi veren bir duruşu vardı. 

Utkan: Helena’nın da Mark’a gerçekten ilgisi olduğunu düşünüyor musun?

Meltem: O kadar basit bir duruma düşmesin ya! Aşırı şeytani bir karakter bence Helena. Kendini öyle bırakmaz gibi geliyor. Ama özel hayatını hiç bilmiyoruz. Hayatında biri var mı? Eve gidince ne yapıyor? Bir iş personası var gözümüzün önünde sadece.

Utkan: Evet, dışarıdaki hayatını en az bildiğimiz karakter bir yandan da. Dizinin seviyesi yükseldi. Şimdi kalan dört bölüm de bana az geliyor, daha çok izlemek isterdim.

Meltem: Hızlı akıyor artık fark ettiysen. 

Utkan: Bu arada Apple tarihinin de en çok izlenen yapımı olmuş. Biraz bizim de sayemizde diye düşünüyorum!