Soru cevaplarla Demonation Festivali No:5: Can Kazaz

1890’ın katkılarıyla bu sene Babylon’da beşincisini düzenliyor olduğumuz Demonation Festivali’nde sahne alacak isimlerden biri olan Can Kazaz, festival öncesinde sorularımızı yanıtladı!

Son olarak dijital olarak yayınladığı Kesme Bardak isimli EP’siyle gündemimize gelen Can Kazaz da son dönemin öne çıkan şarkı yazarlarından biri. Akustik şarkı yapılarıyla kendine has bir pop yapan Can Kazaz, eşlik edilesi, tekrar tekrar dinlenesi şarkılar yazıyor!

Seni kendi bestelerinin yanısıra MC Recep & Gaz arkadaşları ve İki Ekmek gibi eğlenceli elektronik işlerinle de tanıyoruz. Demonation gecesinde bizi nasıl bir performans bekliyor olacak?
MC Recep konseptini kendim performansa dökmemeyi tercih ediyorum aslında. Hem MC Recep’in yüzü olmak istemediğimden hem de o proje biraz eskidi, üstünden iki seçim geçti. O projenin siyasî fonksiyonu güncelliğini yitirdi, sırf şaklabanlık için de MC Recep çalmamın âlemi yok gibi geliyor. İnsanların istediği gibi çalıp, dinleyip, eğlenmesiyle hiç bir problemim yok tabiî ki. Konserim olduğunda kendi şarkılarımı seslendiriyorum. Demonation’da da yine öyle olacaktır.

Müziğinin canlı ve kayıtlı hâlleri arasında nasıl farklılıklar var? Canlı performanslarında nasıl bir yerleşimi tercih ediyorsun?
Canlı hâllerinde aynı anda birkaç işi yapmak, kayıtta tek tek ayrı ayrı uğraşmak gibi bir fark var. Bir de kayıtlarda çoğu enstrümanı kendim çaldığım için sadece kendi yorumum oluyor, canlı enstrümanda beraber çaldığım arkadaşlarımın yorumları da ekleniyor. Canlı performansı olabildiğince minimal bir kurulumla çözmeyi tercih ediyorum. Ayrıca sahnede herkesin gözlerinin üzerimde olması gibi bir fark var tabiî. Sırf bu bile sahnede olmaktan çekinmeme sebep oluyor. Kayıt yaparken çok daha rahatım ve eğleniyorum. Yaratıcı bir süreç oluyor çünkü kayıt esnasında aranjmanları ve ara melodileri de tasarlıyorum.

Kayıtlarını hangi ortamda, nasıl gerçekleştiriyorsun? Bir kaydın içine sinmesi nelerle alâkalı?
Kayıtlarımı evde, tek başıma gerçekleştiriyorum genelde. Benim çalmadığım bir enstrümansa, çalan arkadaşlarımın evinde kaydettim şu âna kadar hep. Bir kaydın içime sinmesi çok kolaydır benim. Hataları editleyerek örtmekle çok fazla uğraşmadan kusurlarıyla kullanmayı sıklıkla tercih ediyorum. Kaçan ritimler, yanlış basılmış notalar, detone vokaller gibi şeyleri duymanız çok mümkün benim şarkılarımda. Bilinçli şekilde yapıldığı sürece, müzikte hatanın estetik bir payı olduğunu düşünüyorum. Kim Cascone’un da “Aesthetics of Failure” isminde bir makalesi vardır bu konuda. Bahaneyle ilgilenen kişilere tavsiye etmiş olayım.

Yaptığın iş ve yaşadığın yerin müziğinde nasıl etkileri oldu/oluyor?
İstanbul Bilgi Üniversitesi Müzik Bölümü’nde araştırma görevlisiyim diyerek öncelikle kısaca işimi ve yaşadığım yeri tanımlamış olayım. Yaptığım işe daha fazla odaklanabilmek istiyorum aslında, şarkıcılık işi o kadar da ilgimi çekmiyor. Bestecilikle ilgileniyorum ve ders anlatıyorum gibi bir durum var. Ama şarkı namına bir şeyler ortaya koydum sonuçta ve konser teklifleri cazip olduğunda kabul ediyorum ki dinleyiciyle buluşabileyim. Tek başına yaptığım iş, şarkılarımı herhangi bir sosyal ilişki türünden farklı ve bağımsız bir parametreymişcesine etkilemiyor diyebilirim yani.

Yaşadığım şehir ise aksine çok fazla etkiliyor. İstanbul’da yaşıyor olmaktan pek hoşnut değilim. Sakin, birbirine ve ekosfere saygısını kaybetmemiş insanların yaşadığı bir yerleşim yerinde olmayı kesinlikle tercih ederdim. Ancak yine de yaptığım şarkıların çoğu İstanbul müziği gibi geliyor bana. Sonuçta Türkçeyi konuşma aksanımdan tutun, bahsettiğim içeriğe kadar İstanbul fışkırıyor şarkılarımdan. İlham olduğu kesin. İstanbul’la olan ilişkim, tek başına Yollar ve Su isimli albümü ortaya çıkarmamı sağladı örneğin. İstanbul yüzünden albüm yapmış oldum resmen.