Tatil bavullarına sığmayanlar: The Four Seasons
Yazı: Olcay Özer
Tina Fey, Will Forte, Colman Domingo, Steve Carell, Kerri Kenney gibi isimlerin kadrosunu şekillendirdiği Netflix yapımı The Four Seasons, üniversite günlerinden beri arkadaş olan ve yılda dört kez birlikte hafta sonu tatiline çıkan üç çifti takip ediyor. Her yolculuk; ekibi, gerçeklerin hafife alınmasına meyilli olunan bu devirde ilişkileri taze tutmak gibi orta yaş bunalımı türünden meseleler ile boğuşmaya itiyor.
*Bu yazı henüz The Four Seasons dizisini izlememiş olanlar için bazı sürprizleri bozabilir.

Zaman dilimi ve mekân.
2025, ABD.
Konu nedir?
The Four Seasons, yıllardır birbirlerini tanıyan ve yılın dört mevsimi beraber tatile çıkan üç çiftin, hem kendi aralarındaki hem de çiftler arası ilişkilerini konu alan bir dramedi.
İlk bölümde, Nick (Steve Carell), 25. evlilik yıldönümleri arifesinde eşi Anne’i (Kerri Kenney-Silver) terk etme niyetini arkadaşlarına açıklar. Bu açıklamanın ardından hayatları, dostlukları ve tatilleri bir daha asla eskisi gibi olmayacaktır.
Sekiz bölümlük mini dizi, bir yıl boyunca bu arkadaş grubunu dört farklı mevsimde çıktıkları dört tatilde takip ederken, yaşanan ayrılığın tüm ilişkiler ve dinamikler üzerindeki etkilerini ortaya koyuyor.
İzlemeden önce bilmemiz gerekenler.
Tina Fey’in yaratıcı ekibinde yer aldığı dizi, Alan Alda’nın aynı isimli filminden uyarlanan bir yeniden yapım. İlk bölümde Alan Alda, konuk oyuncu olarak sürpriz bir şekilde karşımıza çıkıyor. Dizi, filmle benzer bir temayı paylaşsa da özellikle mini dizi formatında epizodik olarak kurgulanması, zaman zaman izleyicinin filmdeki ilişki dinamiklerine aynı hızla dâhil olmasını zorlaştırıyor.
İlk intiba?
Çoğunlukla üç çiftin ilişkilerine odaklansa da ben esasen altı dostun arasındaki arkadaşlığı sevdim. Birbirleriyle açıkça iletişim kuruyor, sınırlarını paylaşıyor, dertleşiyorlar. Zaman zaman birbirlerini kırsalar da bir yolunu bulup yeniden bir araya gelmeyi başarıyorlar. İlk izlenim olarak, dizinin bu dostluğun içinden gelen güven ve konfor hissini güçlü bir şekilde yansıttığını söyleyebilirim.

En çok neyi sevdin?
Dizi boyunca eski iki dost Danny (Colman Domingo) ve Kate’in (Tina Fey) yakın ve derin ilişkisini takip edebiliyoruz. Öte yandan, Kate’in mutsuz olduğu anlarda sivri dilini kullanmaktan ve insanları kırmaktan çekinmeyişi de neredeyse her bölümde karşımıza çıkıyor. Danny, her ne kadar Kate’in çok eski ve yakın arkadaşı olsa da onun kendi ilişkisine dair sınırı aştığını fark ettiği bir anda hemen net bir tavır ortaya koyuyor. Bu sahne, hem Danny’nin kendi ilişkisine sahip çıkması hem de Kate’i Jack ile olan ilişkisini sorgulamaya itmesi açısından oldukça incelikliydi. Danny’nin önceliklerini dile getirmesi ve Kate’in de dostunun sözlerini dikkate alarak kendi ilişkisine karşı gardını düşürmeye (en azından çabalamaya) başlaması, benim için dizinin en etkileyici anlarından biriydi.
En az neyi sevdin?
Nick’in genç sevgilisi Ginny’nin dizideki yansıtılışını pek sevmedim. Söyledikleri ve yaptıklarıyla Ginny, çoğu zaman ya esprilerin hedefi oluyor ya da eski dostların göz devirmelerinin odağına yerleştiriliyor. Oysa burada gerçekten göz devrilmesi gereken kişi Ginny mi? Yoksa Nick de en azından biraz tepki hak eden biri değil mi?
En çok hangi sahneye yükseldin?
Üniversitenin düzenlediği ebeveyn hafta sonu için çıkılan tatilde, Anne ile Nick’in kızı Lily’nin, babasının annesini terk edişine dair yazdığı tiyatro oyununu tüm arkadaş grubu ve Nick’in genç sevgilisiyle beraber izliyoruz. Oyun sonrası Nick kızına hesap sorduğunda, Anne’in her şeye rağmen araya girip ortamı yumuşatması; diğer yandan Nick’in (belki de hayatında ilk kez) bir baba olarak sorumluluk almaya çalışması beni gerçekten etkiledi.

Modunu nasıl etkiledi?
Hikâyenin başında özellikle parlak ve mükemmel görsellik yaklaşımı insanın modunu ister istemez yükseltiyor. Fakat zamanla hikâyeye yedirilen tüm dramlarla bu pozitif rehavet yerini merak duygusuna bırakıyor.
Karakterlere dair neler söyleyebilirsin?
Bir ensemble dizi olmasına ve kadrosunda Steve Carell, Tina Fey gibi güçlü isimler bulunmasına rağmen, tüm karakterler kendi içinde dengeli bir şekilde işleniyor; canlandırdıkları kişilikleri abartıya kaçmadan yansıtıyorlar (Anne ve Claude zaman zaman bu çizgiye fazlasıyla yaklaşıyor olsa da). Tüm karakterler -Nick bile- birbirleri için çaba gösteriyor. Farklı, iyi ya da kötü anılarla örülmüş bu uzun soluklu dostluk, belki de tam olarak bu çaba sayesinde seyirciye geçiyor ve inandırıcılığını korumayı başarıyor.