Şiddeti üreten şartlara tutulmuş bir ayna: The Girl with the Needle

Yazı: Biçem Kaya

2020 yılında Sweat ile dikkatleri üstüne çeken Magnus von Horn’un, Filmekimi 2024’ü kapatan uzun metrajı, true-crime türünün en koyu tonlarını kullanmaktan çekinmeyen bir yapım. Peri masalı, macabre ve gotik korkudan oluşan bir spektrumda gezinen film; Horn’un filmografisinin zirve noktası olarak görülüyor. Pigen med nålen / The Girl with the Needle / Şişli Kız, Danimarka adına Yabancı Dilde En İyi Film Oscar’ını kazanmak için yarışacak.

*Bu yazı, henüz The Girl with the Needle filmini izlememiş olanlar için bazı sürprizleri bozabilir.


Zaman dilimi ve mekân 

1919 yılında, I. Dünya Savaşı’nın artçı sarsıntılarından etkilenen Kopenhag’da geçiyor.

Konu nedir?

Savaşta gönüllü asker olarak cepheye katılan partnerini kaybettiğini düşünen, evlilik dışı ilişkiden hamile kalan genç bir kadının, Karoline’in, toplumun “harcanabilir” olarak gördüğü yaşamına tutunma çabasının hikâyesi.

İzlemeden önce bilmemiz gerekenler

Filmde bir karakter olarak karşımıza çıkan Dagmar Overby, dokuz bebeğin ölümüne sebep olmuş ve 1920’de Kopenhag’da yakalanmış bir seri katil.

Karakterlere dair neler söyleyebilirsin?

Horn’un bu kasvetli uzun metrajı, Karoline karakteri özelinde cesaret ve hüzün dolu bir varoluş mücadelesi olarak özetlenebilir. Ancak filmdeki anlatı, bir kişi özelinde değil; aynı zamanda topluma yönelik de bir bakış sunuyor ve kriz dönemlerinde artan şiddeti konu ediyor. Toplumsal ayrışmanın şiddet ortamını nasıl derinleştirdiği ve kadınlar ile çocukları “harcanabilir” hâle getirip değersizleştirdiğine dair bir başka coğrafya ve dönemden kesit sunuyor.

Kürtaj, filmde en koyu tonlarla ele alınan mesele. Film boyunca gördüğümüz üzere, Karoline gibi pek çok kadının güvenli kürtaj operasyonuna erişimi yok. Dolayısıyla Dagmar gibi Kopenhag tarihinde yer etmiş bir seri katilin hikâyeye dâhil oluşu, benim için filmi seri katili anlatısına dönüştürmüyor; katili üreten şartlara, topluma ve kurallara bir ayna tutuyor. En önemlisi de bunların hiçbirini Dagmar’ı meşrulaştırma derdiyle öne sürmüyor.

Karoline, Dagmar ve Dagmar’ın henüz yedi yaşında olan kızı Erena’nın bir arada geçen günlerine geniş bir yer ayrılıyor. Dagmar ve onun çekim ekseninde sürüklenen Karoline ile Erena’yı, Yunan mitolojisindeki en güçlü kahramanların bile kaderlerini belirleyebilen, Moiraların kan donduran bir versiyonu olarak okumak da mümkün.

Filmde neleri başarılı buldun?

The Girl with the Needle, kadınların var olma mücadelesi, sınıf ayrımı, savaş, toplumsal şiddet, kürtaj, canavarlaştırılan bedenler, travma sonrası stres bozukluğu gibi pek çok sarsıcı konuya değiniyor. Hâliyle çok farklı yaşantılara ve travmalara tanıklık ediyoruz. Film odağını Karoline’den ayırmadan, yan karakterleri ve mücadelelerini, detaylı bir şekilde aktarabilmeyi başarıyor. Bu nedenle seyircilerin zihninde ve kalbinde, yan rollerdeki karakterlerin en az Karoline kadar yer edindiğini düşünüyorum. Özellikle Peter karakterinin anlatımı bu anlamda çok etkiliydi.

En çok hangi sahne seni etkiledi?

Filmin son derece etkili görsel ve işitsel bir dile sahip olduğunun altını çizmek gerek. Michal Dymek’in ustalığını ortaya koyduğu sinematografiye, âdeta sis gibi seyircinin üzerine çöken kasvetli tonu bir an dahi eksiltmeyen besteleriyle Frederikke Hoffmeier (Puce Mary) eşlik ediyor.

The Girl with the Needle’ın açılış sahnesinin de çok etkileyici olduğunu düşünüyorum. Bir süre boyunca farklı yüzlerin korkutucu görselliğine kapılıyoruz. Kapkaranlık bir fonda, ışığın çizdiği portreler bunlar. Fakat görseller üst üste bindirildiğinden, paramparça edilmiş ve başarısızca bir araya getirilmiş et parçalarıyla üretilmiş kompozisyonlar gibi. Son derece korkutucu, son derece rahatsız edici ve devamında gelecek olan kasvetin de bir habercisi.