Niyeti algılarınızla oynamak: The Rehearsal 2. sezon
Yazı: Utkan Çınar
Nathan Fielder‘ın çılgın projesi ikinci sezonuyla geri döndü. Altı bölümlük yapım bu kez uçak kazalarını irdelerken sınırları zorlamaktan ve HBO’nun parasını harcamaktan çekinmiyor.
The Rehearsal’ı nasıl açıklamalı? Kendi deyişiyle “ilk 10 dakikada henüz gülmediğiniz” bir sit-com, bir sosyal deney, bir reality şov? Bir amne hizmeti? Gondry-vari absürdist bir gösteri? “Biz ne seyrediyoruz?” sorusunun cevabı bunlar olabilir. Ben perspektifimizin ne kadarının gerçek ne kadarının kurmaca olduğunu kabullenmemiz ile değişebileceğini düşünüyorum. Bunu cebimize koyalım.

Komediler konusunda, hayata dair bir şeyler söyleyen komediler konusunda kısır bir dönem geçirdiğimiz kesin. Şu sıraların popüler işi The Studio eskinin hazırcevap, kafeinli tarzından medet umarken; SNL bile 50 yıllık tarihinin en kötü döneminden geçiyor olmalı. Bunun suçunu “cancel” kültüre veya kaotik Trump ABD’sine atma kolaycılığına girmeyeceğim. Başka bir tartışmanın konusu. Son yıllarda Tim Robinson ve Nathan Fielder dışında komedinin gittiği yön hakkında söyleyecek yeni şeyleri olan isim bulmakta zorlanıyorum.
The Rehearsal’ın yaratıcısı Nathan Fielder’dan 2023 sonlarında Emma Stone ve Benny Safdie ile beraber kotardığı The Curse isimli diziyi didiklerken bahsetmiştik. Önce Nathan for You’yla ama aslen ardından 2022’de The Rehearsal’ın ilk sezonunun beyin kıvrımlarını okşayan mizahıyla, deneyselliğiyle ortamların aranan ismi olmuştu. Tıpkı geçtiğimiz aylarda heyecanla karşılanan Severance gibi The Rehearsal da üç yıllık bir aradan sonra ikinci sezonuyla geri dönüş yaptı.
Dizinin ilk sezonu önce basit bir fikirle, arkadaşına hakkında yalan söylediği eğitim durumunu itiraf etmek isteyen ama bunun anksiyetesini yaşayan bir kişiye bu itirafın provasını yapma şansı verilmesiyle başlamıştı. Bir nevi tanrıyı oynayan Fielder, bu sezonda da çokça tekrar ettiği gibi “HBO’nun parasını harcamaktan kaçınmayarak” gerçeğe en yakın prova şansını yaratmıştı. Hatta o kişi için birebir modelini yaptığı barı bu sezonda da görüyoruz. Yeni sezonda ise Fielder’ın kolları sıvadığı; uçak kazalarını önlemek için pilot ve co-pilot arasındaki iletişimin güçlendirilmesi, samimileştirilmesi üzerine ar-ge çalışması; ilk sezonun devamındaki aile, çocuk büyütme gibi çok daha genel sayılabilecek konudan sonra fazla spesifik geldi bana. Yapımın varoluşsallığa daha çok vakit harcayabilmesi için daha genel bir konu tercih etmesinin daha isabetli olacağını düşünüyordum. (İsabetli olma lafı da siyasetçi jargonu; değil mi?) Mesela gerçekten de çekingen insanların flört ederken daha girişken (!) olmalarını sağlayan provalar yaptırılması gibi yan projeler, evet, konuyu açıyor ama zatı aliniz gibi hâlihazırda uçak korkusu yaşayan bir insana çok da yardımcı olmuyor bunlar. Yine bir yan parça olarak O Ses Türkiye gibi bir yarışma tertibi işlese de dizi bu damardan yeterince beslenmiyor gibi. Müziğe değinmişken Evanescence seçiminin çok başarılı olduğunu spoiler vermeden söylemek isterim. Fielder’a yakışır cringe kıvamında.

Bu “HBO’nun parasını harcama” mevzusu da yapımın aşırılıktan doğan mizahı için çok önemli bir unsur. Bu aşırılık -ki bu sezon bir havalimanı terminalini baştan yaratmaya kadar gidiyor- her ne kadar makul sosyolojik sorularla desteklense de ister istemez kolaycı bir mizah yaratıyor. İkinci sezonda işin komediden uzaklaştığı anlarda Fielder bunu bir kurtarıcı olarak devreye sokuyor gibi geliyor bana. Akla takılan her soru, müthiş bir müsriflikle çözülmeye çalışılıyor. Ama buna da gülüyorsunuz tabii.
Fielder’ın yarattığı ve bir nevi tanrıyı oynayan karakter de self-deprecating mizahtan yani iğneyi, çuvaldızı toptan kendine batıran mizahtan besleniyor. Ortaya çıkışının “şeytan” gibi ateşler içinden olması, otizm testini geçememesi ya da TV tarihinin en acayip sahnelerinden birinde; hakkında Tom Hanks’in oynadığı bir film de yapılan, arıza yapan uçağı Hudson Nehri’ne kimsenin burnu bile kanamadan indirmesiyle ünlü pilot Sully Sullenberger’in çocukluğunu tekrar yaşama deneyi sırasında kukla anneden bebek kılığında süt içerken tıkanması ve bir “f**k” çakması gibi anlarda “salak”ı oynamayı çok iyi beceriyor. Sacha Baron Cohen ve onun karakterleri gibi belki biraz. Kelimenin olumsuz algısına hapsetmek istemem onları ama tarihin en iyi “trolleri”.

İlk paragraftaki mevzuya dönersek. Ben The Rehearsal’ı tamamen kurgu olarak kabul etmek gerektiğini düşünüyorum. Fielder gerçekle kurmaca arasındaki çizgiyi ne kadar flulaştırmaya çalışırsa çalışsın bunu bilerek izlemeli. Fielder’a agnostik yaklaşmadan bu kararı vermeli. Özdeşleşme kalkanınızı sonuna kadar zorlayan bazı durumların gerçek olduğunu varsaymak keyfinizi çok daha artıracak olsa bile. O da katıldığı talk şovlarda bile “kendi olmayarak” bu gerçekçilik algısıyla oynamayı seviyor. Gençliğinde ilgilendiği sihirbazlık gibi. Sizin algılarınızla oynamak temel hedefi.
Ne yalan söyleyeyim, The Rehearsal’dan bahsetmek kolay değil. Belki sosyoloji, psikoloji gibi bilimlerle akademik düzeyde uğraşan isimlerin de yorum yapması gerekir. Yapımın seyredilebilirliği noktasında yaklaşımım biraz eleştirel gibi gelmiş olabilir. Ancak The Rehearsal ve Fielder’ın mizahı yazarak anlatılabilecek bir şey değil. Yine de izlemeli ve tecrübe etmelisiniz. Yeni bir sezonu olur mu bilemiyorum. Konsept sınırına geldi belki de. The Curse’de dramatik oyunculukta da fena olmadığını gördük. Kafasında başka tilkilerin de döndüğüne eminim.