Brawn: The Impossible Formula 1 Story üzerine

Yazı: Utkan Çınar

Keanu Reeves son olarak John Wick: Chapter 4 ile kamera karşısındaydı. Son dönemlerde basçısı olduğu grubu Dogstar’la da meşgul. Bu sefer kendisi rehberimiz oluyor ve Formula 1 tarihinin en enteresan hikâyelerinden birinin peşine düşüyor. Dört bölümlük belgesel serisi Brawn: The Impossible Formula 1 Story, Disney+’ta izlenebilir.

Ne hakkında?

Formula 1’de uzun yıllar Ferrari’de direktörlük yaparak büyük başarılar kazanan Ross Brawn’ın 2008 kriziyle yarışlardan çekilme kararı alan Honda’nın takımını, kendi adını vererek üstlenmesi ve ilk yılında beklenmedik ve pek de yaşanmamış şekilde hem sürücüler hem de takımlar şampiyonluğunu kazanması anlatılıyor. Bunun yanında sporun içindeki politikalar da baya ön planda.

Zaman dilimi ve mekân

2009 Formula 1 sezonu ve güzel pistleri.

İlk intiba?

Standart bir “underdog” hikâyesi gibi başlarken işin içine entrikalar ve duygusallığın girmesiyle benzerlerinden ayrılıyor. 

İzlemeden önce bilmemiz gerekenler

2009 yılı Formula 1’de bir geçiş dönemi diyebiliriz. Michael Schumacher’ın büyük başarılarla dolu dönemiyle, Vettel ve sonrasında Hamilton’ın büyük dominasyonu arasında. 2009’da Button’ın şampiyonluğu 4. yılda 4. farklı şampiyon anlamına gelecek. Uzun süredir rastlanmamış bir heyecan ve rekabet dönemi.

Belgesel nasıl yöntemler/malzemeler kullanıyor? 

Belgesel Keanu Reeves yöntemini kullanıyor. Şaka bir yana Reeves’in olayları on yaşındaki bir çocuğa özetler gibi toparlaması ve tane tane konuşarak, gayet samimi şekilde konuklarıyla sohbet etmesi, belgeseli konuya ve spora vakıf olmayan herkes için anlaşılır kılarken, yapıma enteresan bir naiflik de katıyor. Tabii bunu biraz abarttığını da söyleyebiliriz. Biraz eğlenmek için de Zach Galifianakis’in Between Two Ferns’te Reeves ile yaptığı röportajı buraya koymak isterim. Ayrıca arşiv görüntüleri çok özenli seçilmiş ve yerinde kullanılmış. Burada da övgüyü vermek gerek.

En çok neyi sevdin?

Belgeselin en enteresan yanı, röportajlara katılan tüm Formula 1 ailesinin, olayları âdeta bir aktör gibi aktarması. Keanu Reeves ile karşı karşıyalarken hangisinin ünlü bir aktör, hangisinin otomobil yarışı yöneticisi olduğunu anlamıyorsunuz. 90’ını devirmiş Bernie Ecclestone filmin kötü adamı, Montezemolo ise sanki bir mafya babası. Belgesel boyunca duygusal yaklaşımlarıyla dikkat çeken bir karakter olarak Rubens Barrichello’nun sıkıntılı dönemlerini anlatırkenki hâlleri de baya dramatik. Arabaya benzin koyanından mekaniklerine herkes Hollywood’da doğmuş gibi kendini çok iyi ifade ediyor. Belgeselde canlandırmaları bile kendileri yapıyorlar. Bu da Formula 1 adrenalinin insanlarda yarattığı etki belki de. Sporun mutfağında yer alan kitle diğer popüler sporlara göre çok farklı. Bu da yapımın en ilgi çekici unsuru.

En az neyi sevdin?

Birer saatlik dört bölüm kâğıt üzerinde korkutucu gelebilir. Evet montajcımız biraz daha eli sıkı davranabilirmiş belki ama en fazla yarım saat daha kısa olurmuş gibi. Konuyu bir yana bırakırsak belgeselin işçiliğinde sıkıntı bulmak zor. Her şey yerli yerinde. 

Modunu nasıl etkiledi?

Formula 1’in para hırsının güvenliğin önüne geçtiği ve Senna gibi birçok hayatı söndürdüğünü unutmadan ve sporun yarattığı karbon ayak izini düşünmeden izlemek zor. Çocukluktan beri severek izlediğim bu spora bugünden bakınca bir ikilem yaşadığımı söylemeliyim. 

Kimler sever?

Sadece F1 tutkunları demeyeceğim çünkü Keanu Reeves’in basitleştiren anlatımı herkesin sporun iyisini-kötüsünü tanımasına yardımcı oluyor. Hem aksiyon hem de bürokratik entrika filmi havası da var. Af buyurun Succession gibi ortam var. 

Bunu seven şunları da sever

Belgeselde de bahsi geçen zamanın F1 Patronu Max Mosley’yi konu eden 2020 tarihli Mosley: It’s Complicated meraklısı için ilginç olabilir. Mosley’nin özellikle Rupert Murdoch’un medyasıyla savaşı dikkat çekici. F1 üzerine son yıllarda yapılan; 2020’den A Life Of Speed The Juan Manuel Fangio Story, 2017’den McLaren, 2021’den Schumacher ve tabi ki Asif Kapadia’nın harika Senna’sı sporun tarihine hâkim olmak için yeterli sanırım. Daha ayrıntı isteyenlere derli toplu Race to Perfection serisini önerebiliriz. F1’in son yıllarda ABD’de de popülerleşmesini sağlayan Drive to Survive’ı fazla steril bulduğumu söyleyebilirim. 

Soru işaretleri / varsa açtığı tartışmalar… 

Son yıllardaki tarihi Max Verstappen dominasyonunu izlerken yöneltilen “araba mı, şoför mü?” sorusuna arabaya yakın bir cevap verdiğini söyleyebiliriz. (Burada açıkçası ben Verstappen’in yanındayım. Tarihin en iyi sürücüsünü bile izliyor olabiliriz.) Felipe Massa’nın, çok iyi bir sekansla verilen, dramatik kazasında olduğu gibi şoförlerin uzun yıllar olması gerektiği gibi korunmadığı konusu da konuşulabilir. Ama asıl yukarıda da bahsettiğim gibi sporun zenginlerin birbirini kolladığı laissez-faire mantığındaki über-kapitalist yönetimi, (futbolun da artık onlara benzediğini rahatça söyleyebiliriz) fosil yakıt kullanımını öyle veya böyle gündemde tutması büyük problem. Yani belgesele hiç ilgi göstermeyecekleri de anlayabiliriz.