Bir ben var benden içeri: The Substance
Yazı: Merdan Çaba Geçer
Prömiyerini gerçekleştirdiği 77. Cannes Film Festivali’nde aldığı güçlü reaksiyonların ardından gözümüz yollarda beklediğimiz Coralie Fargeat filmi The Substance / Cevher, Filmekimi kapsamında nihayet İstanbul seyircisiyle buluştu. Bir yumurtanın iki sarısına can veren Demi Moore ile Margaret Qualley’den kariyer tanımlayıcı iki performans barındıran yapım, gerçekçi olmayan güzellik ideallerinin yıkıcı etkileri üzerine, içsel ve dışsal bir parçalanış öyküsü. 31 Eylül’den itibaren MUBI üzerinden, 1 Kasım’dan itibaren ise vizyonda yakalamak mümkün.
*Bu yazı, henüz The Substance filmini izlememiş olanlar için bazı sürprizleri bozabilir.

Zaman dilimi ve mekân
Kaptığımız donelere göre, günümüz. Kafayı gençlik ve güzellikle bozmuş bir dünyadayız. (Yani tam olarak yaşadığımız dünya.)
Konu nedir?
Bir zamanların Oscar ödüllü oyuncusu, şimdilerde ise bir aerobik programının “modası geçmiş” yıldızı olan Elisabeth; bedenini metalaştıran eğlence sektörünün çarkları arasında, varlığını ve mirasını sürdürebilme çabasında. Mizojinist olduğu kadar zalim patronu Harvey ise onun -tıpkı Hollywood Bulvarı’ndaki soluk ve çatlak yıldızı gibi- unutulmaya yüz tuttuğu, programın da taze bir kana ihtiyaç duyduğu görüşünde. 50. yaş gününde kapı dışarı edilen protagonistimiz, geçirdiği kazanın akabinde kendisinin daha genç, daha güzel, daha mükemmel versiyonu vaat edilen bir teklif alıyor ve tam anlamıyla “içinden bir parça” olan Sue’yla adeta yeniden doğuyor. Serumu ona temin eden gizemli ses, ısrarla en önemli kuralı tekrarlıyor: “İki ayrı beden, iki ayrı varlık olsanız da aslında birsiniz. Unutma ki siz aynı kişisiniz.”
Elisabeth; damardan alınan bu neon yeşili, mucize maddenin cazibesine hızlı kapılıyor ancak eriştiği nimetlerin kimi prosedürleri ve bedelleri var. İkisinin bilinci aynı anda açık olamaz ve Sue devreye girdiğinde Elisabeth, Elisabeth devreye girdiğinde ise Sue’nun bedeni “şarj olabilmek” için yedi gün dinlenmek durumunda. Bu döngünün güçlü bir iradeyle sürdürülememesi sonucu, dışsal güzelliğe dair açlığı dinmeyen bir içsel çürüme vuku buluyor ve böylece iki benlik arasında kimlik ve özdeğer kavramlarını sorgulatan, hassas mideler için sindirmesi zor bir mücadele başlıyor.
İzlemeden önce bilmemiz gerekenler
Uygun olmayan ruh hâli veya -dediğim gibi- hassas (ve boş) bir mide, The Substance’ın seyir deneyiminde çok yardımcı olmuyor. Filmin başına geçmeden önce kendinizi tartmak ve belki de mental veya fiziksel bir ön hazırlık yapmak yararlı olabilir.

İlk intiba?
Henüz geniş gösterimleri yapılmamışken yılın en konuşulan işlerinden birine dönüşen The Substance; kadınları, kokuşmuş gençlik ve güzellik normlarına göre kategorize etmeyi adet edinmiş eril düzene kaldırılmış kocaman, çürümüş bir orta parmak. Bir önceki filmi Revenge’in feminist ruhlu stilize şiddet dilini burada da koruyan Coralie Fargeat; tür sineması duayeni David Cronenberg ve Brian Yuzna gibilerinin ayak izlerini takip ederek, dehşete düşmekle kahkahayı basmak arasında bir yerde bırakıyor seyircisini.
Body horror ile splatter türlerini oldukça grotesk biçimde harmanlayan yönetmen, gençlik ve güzellik saplantısına dair takdir edilesi bir alegori ortaya çıkarmaya yakınken; temel çatışmayı son dönemeçte iki kadın arasına indirgiyor ve böylece ters yüz ettiği erkek bakışından tam anlamıyla azade olamıyor ne yazık ki. Soruna -bir noktaya dek- daha geniş bir toplumsal düzlemde işaret etmişken; son raddede direksiyonu Sue ve Elisabeth arasındaki hesaplaşmanın yarattığı dehşete çevirmeyi tercih etmesini, karakterlerin “hep daha fazlasını isteyen” ruh hâliyle açıklamak mümkün sanıyorum. Daha fazla şaşırtmanın, daha fazla dehşete düşürmenin, daha fazla güldürmenin cazibesine karşı koyamıyor Fargeat. Son virajda yaşattığı bu hayal kırıklığına rağmen, elbette yılın pas geçilmemesi elzem ve belli ki daha çok konuşulacak işlerinden The Substance.
Yazara / yönetmene bir soru soracak olsan ne olurdu?
Vanity Fair’in Notes on Scene YouTube serisindeki gibi bir konseptte, yönetmen Coralie Fargeat ile sinematograf Benjamin Kracun’u konuk edip; “Bu irrite edici yakın planların, çarpıtılmış görsel unsurların ne kadarı, kimin fikri?” sorusu üzerinden ilgili sahneleri yorumlamalarını isterdim.
