Tüm gariplikleriyle 10 Wes Anderson karakteri

Wes Anderson’ın yeni yaşı şerefine, yakın zamanda vizyona girecek yeni bir filmi gözükmeyen yönetmenin filmlerinden bazı kült karakterleri hatırlıyoruz!

Hazırlayan: Zeynep Naz İnansal

dignan

Dignan (Owen Wilson)  Bottle Rocket
Amatör bir hırsız heveslisi olan Dignan, Anderson’ın ilk ana karakteri. Filmin senaryosunu Anderson’la beraber yazan Wilson’ın canlandırdığı bu karakter, delilik sınırlarında geziniyor. Önündeki 75 yılı planlayıp bir bloknota yazmış, hiç bilmediği suç dünyasında tutunmaya çalışıyor ve hevesi sayesinde tüm olaylara iyi tarafından bakmaya çalışıyor.

max fischer

Max Fischer (Jason Schwartzman) – Rushmore
The Rushmore Academy’nin en iyi ve en kötü öğrencisi olan 16 yaşındaki Max Fischer, her anlamıyla kendini hedeflerine adamış ve bunların içinde kaybolmuş bir karakter. Derslerinden sürekli kalsa da, okul dışı aktivite ve kulüplere zaman ayırarak kendini geliştirmeye çalışan Fischer, Anderson dünyasının en bencil karakterlerinden. Başlarda itici gelebilen bu bencillik, zamanla Max’in hikayesine hakim oldukça azalıyor ve yönetmenin her karakteri gibi bu garip çocuğa da sempati duymaya başlıyoruz. Film çekimleri sırasında 18 yaşında olan Schwartzman da müthiş bir performans sergiliyor ve Anderson’la yıllar sürecek ortaklıklarını başlatmış oluyor.

Tenenbaum

Royal Tenenbaum (Gene Hackman)  The Royal Tenenbaums
Owen Wilson ve Wes Anderson’ın bizzat Gene Hackman için yazdıkları bu rol için sinema tarihinin en kötü babalarından biri demek abartı olmayacaktır. Evlatlık kızının evlatlık olduğunu her fırsatta belirten, aynı takımda olmalarına rağmen kendi oğlunu zevk için saçmayla vuran ilgisiz baba Royal, geç de kalsa değişmeye karar veriyor. Ailesine kanser olduğu yalanını söyleyerek tekrar onların hayatına girmeye çalışıyor. Samimiyeti ve bu yolda her şeyi yapabilecek olma kapasitesiyle bize ve ailesine de kendini sevdirmeyi başarıyor. Arsızlığı, asla bozmadığı serinkanlılığı ve müthiş espiri anlayışıyla Royal, kesinlikle Anderson’ın dünyasına ait.

pagoda

Pagoda (Kumar Pallana) – The Royal Tenenbaums
Anderson filmlerinde sıkça rastlayabileceğiniz oyunculardan biri olan ve 2013 yılında hayatını kaybeden Kumar Pallana, hayatında akrobatlıktan yoga hocalığına birçok işle meşgul olmuş. Royal’ın yaveri, yanından bir an bile ayrılmayan Pagoda, yeri geldiğinde onu bıçaklamaktan da çekinmiyor. Zaten böyle tanışıyorlar. Royal’ın anlattığı hikayeye göre bıçaklandığında onun hayatını kurtarıyor. Halbuki onu bıçaklayan da kendisi. Değişmeyen mimikleri, az ama öz yorumlarıyla Pagoda, The Royal Tenenbaums’un en akılda kalıcı karakterlerinden biri.

steve zissou

Steve Zissou (Bill Murray)  The Life Aquatic with Steve Zissou
Kaşif, denizci ve belgeselci Steve Zissou belki de bir ekibin başına getirilebilecek en kötü liderlerden. Fazlaca önem verdiği kıyafetleri ve eşyaları, keşif yapmaktan çok arkadaşını öldüren köpekbalığını bulup öldürme isteği ve umursamaz tavrıyla aslında bu tip bir keşif gezisinde olması tamamen absürd. Tabii Zissou’nun tüm bu umursamazlığının ve hırsının altında, başa çıkmadığı bir ölüm ve tutmadığı bir yas var. Aslında tek yapması gereken bu konuyla yüzleşip rahatlamak.

francis

Francis Whitman (Owen Wilson)  The Darjeeling Limited
İzlerken adına yorulduğumuz karakterlerden biri olan Francis, 3 erkek kardeşin en büyüğü. Yaşının ve sürekli uzakta olan babalarının da etkisiyle kendine kardeşleriyle ilgilenme görevini vermiş. Tam bir kontrol manyağı. Babalarının cenazesinden beri—bir yıldır—görüşmeyen kardeşleriyle ilişkilerini düzeltmek için baştan sona tüm ayrıntılarıyla bir Hindistan gezisi planlıyor. Ama kaçarlar diye de pasaportlarını alıp saklamayı ihmal etmiyor. Aslında ne kadar sorunlu olduğunu yüzündeki yara ve sargılarla iyice pekiştiren Anderson, son darbeyi de kaza geçirdiğini sandığımız Francis’in intihar ettiğini açıklayarak vuruyor. Biz de bu trajik karakteri sevmeden edemiyoruz.

Fantastic Mr Fox 4

Mr. Fox (George Clooney)  Fantastic Mr. Fox
Aslen Roald Dahl’ın kitabından uyarlansa da Anderson’ın da Mr. Fox karakterine çok şey kattığını söyleyebiliriz. Kadife takım elbiseler giyen, çekici bir aile babası ve köşe yazarı Mr. Fox’un tek sıradışı yanı, aslında vahşi bir hayvan olması. Kibar ve centilmen yanıyla vahşi yanı sürekli çatışan bu karakteri George Clooney seslendiriyor. Sürekli bir macera ve heyecan peşinde olan karakterimiz, tekdüze hayatından sıkılmış ve bunu değiştirmeye çalışan herhangi bir insana benzetilebilir aslında. Dansları, Fransızca konuşma cabası ve romantikliğiyle Anderson’ın en çekici karakterlerinden biriyle karşı karşıyayız.

900xr

 Suzy (Kara Hayward)  Moonrise Kingdom
Mini elbiseleri, abartılı göz makyajı ve soğukkanlılığıyla Suzy, Anderson’ın Fransız Yeni Dalga Sineması’ndan ne kadar etkilendiğinin bir kanıtı gibi. Ailesini bırakıp sevgilisiyle kaçarken yanına kedisini, pikabını ve tüm kitaplarını alacak kadar ilginç biri. Aynı zamanda da tüm durumla başa çıkarkenki soğukkanlılığı, her türlü maceraya açık olması ve gerektiğinde kendini mükemmel bir şekilde savunmasıyla da Anderson’ın yarattığı en cesur kadın karakter.

038-moonrise-kingdom-theredlist

Social Services (Tilda Swinton) Anderson’ın otorite figürleriyle derdini en güzel özetleyen karakter Social Services, adından da anlaşılacağı üzere bir Sosyal Hizmetler memuru. Görev bilinciyle dolup taşan ve görevi artık adı haline gelen bu karakter, kendinden 3.tekil şahıs olarak bahsetmeyi tercih ediyor. Film boyunca tek bir yumuşama ya da duygu belirtisi göstermeyen soğukkanlı Social Services, Tilda Swinton’ın portresi sayesinde az da olsa sempatikleşiyor.

o-GRAND-BUDAPEST-HOTEL-facebook

Gustave (Ralph Fiennes)
The Grand Budapest Hotel’in biricik konsiyerji M. Gustave, çekici, flörtöz, işine çok önem veren bir karakter. Şartlar ne olursa olsun kibarlığı elden bırakmıyor. Bu sayede de kendini herkese sevdirmeyi başarıyor. Bazen kibarlık ritüelleri abartılı olsa da, M. Gustave’ın da tutunduğu şeyin bu olduğunu görüyoruz. İnsanların artık hayattaki ince şeylere vakit ayırmadığından hayıflanıyor. İlk kez senarist koltuğunda tek başına oturan Anderson’ın ana karakterle arasındaki benzerlik gözden kaçacak gibi değil. Hayattaki incelikleri abartılı bir şekilde göstermeyi seven ve her şeyden çok estetiğe önem veren bu yalnız adam aslında yönetmenin kendisi. Filmin galasına Gustave’ın üniformasının renginde bir takım elbiseyle katılması da bu yüzden miydi diye düşünmeden edemiyoruz.