Joker: Folie à Deux, ilk filmin üstüne bir tuğla dahi eklemiyor
Yazı: Melikşah Altuntaş
DİKKAT: Bu yazı, Joker: Folie à Deux filminin sürprizlerine dair tat kaçırıcı bilgiler veriyor olabilir.
Todd Phillips‘in Altın Aslan kazandığı ilk Joker filminden beş yıl sonra bu kez serinin devam filmiyle ana yarışma bölümünde arzı endam ettiği Joker: Folie à Deux, ilk filmin üstüne yeni bir tuğla ekleyemeyen yorucu bir müzikal / mahkeme filmi.
Pek çok sinemaseverin arzu ettiğinden de fazlasıyla hâkim olduğu Joker hikâyesine, parlak bir dönem prodüksiyonu ve özellikle 70’ler Amerikan sinemasına döşenmiş referanslar dışında pek de şaşırtıcı bir katkısı olmamıştı 2019 tarihli filmin. Toplumun zorbalıkla sınadığı görünmez itilmişlerini ayaklandırıp, onlara kendi adaletini sağlama konusunda omurgası pek de sağlam olmayan bir cesaret hapı yutturan kahramanı Arthur’un doz doz yükselen ruh sağlığı sorununa işaret ediyor ve bunu yaparken Arthur’u kahramanlaştırmaktan da çekinmiyordu.
Beş yıl sonra gelen devam filmi Joker: Folie à Deux ise çürümüş sistemin yozlaştırdığı gardiyanlar ve beter şartlardaki bir cezaevinde başlıyor; kahramanı Arthur’un ilk filmde işlediği cinayetlerin ardından alacağı ceza üzerine yoğunlaşıyor. Arthur’un aynı merkezde tutulan ve Joker mitine gönülden bağlı bir başka suçlu Harley ile tanışıp (büyük bir hızla) ona âşık olmasıyla, mahkeme süreci de Arthur’un kendisi ile Joker personası arasındaki açmaz da iyice çıkışsız bir hâle geliyor.
Phillips’in 70’li ve 80’li yılların bazı klasik noir’larını, özellikle de Scorsese imzalı The King of the Comedy‘yi neredeyse birebir tekrar ettiği ilk filmin görsel atmosferinden sonra bu kez de 80’li 90’lı yılların Amerikan sinemasında bolca örneğini gördüğümüz hapishane / mahkeme filmlerine çok yakın bir görsel evren karşılıyor bizi. Bu anlamda yönetmenin yine pek de parlak ya da şaşırtıcı olmayan bir dünya kurduğunu ama en azından belirgin referanslarla izleyicisini konforlu bir alana çektiğini söylemek mümkün.
Phillips’in hünerlerini sergilemekte esas zorlandığı kısım ise ne yazık ki ilk filmdekine pek yaklaşamayan ve hatta orada izlediğimiz olayların tekrar tekrar anılıp bir noktadan sonra neredeyse 2019 tarihli Joker filminin, hayran yapımı bir özeti gibi hissettiren senaryosunun yavanlığı.
Film, ilk sahnesinden finaline kadar Arthur’un Joker personası üzerinden yarattığı hayranların, meselenin özünden çıkıp nasıl kontrol edilemez bir hâle geldiğini ve Arthur’un ikili kişiliğinin bu kontrolsüz güç özelinde nasıl gerçekliğini yitirdiğini uzun uzun anlatıyor. Bunu yaparken de ilk filmde de bolca halüsinatif gerçekliğine yer ayırdığı Arthur’un tüm gündüz düşleri ve hayallerini birer müzikal sekans olarak karşımıza getiriyor. Aslında karşımıza getirmekten ziyade izleyicisine dayattığını söylemek daha doğru olur, zira hikâyede gerçekliğin müzikale dönüştüğü anların pek azı organik bir geçişe sahip.
Joker: Folie à Deux‘nün ilk filmi tekrar etmediği tek unsur olan müzikal sahneler, zaten hak ettiği güçte yazılmamış ve hemen her sahnede kendini tekrar eden Harley karakterinin filmdeki tek işlevini de şarkı söylemekle sınırlıyor. Hâl böyle olunca Harley’i canlandıran Lady Gaga’nın herhangi bir video klibindekinden fazla bir rol alanı açılmamış varlığı, film için yazıp seslendireceği bir şarkı yerine birden çok şarkıyla dâhil edilmiş bir müzikal konuk hissi veriyor.
Hikâyenin başından itibaren iki karakter arasında yaratılmaya çalışılan ve Harley’nin Joker’a olan saplantısıyla Arthur’un sevilme ihtiyacını birbirine bağlamak dışında hiçbir fonksiyonu olmayan aşk hikâyesi o kadar çalışmıyor ki, filmin finalde yakalamaya çalıştığı etki de boşa düşüyor. Joker: Folie à Deux‘nün tekrar hissinin yoruculuk seviyesi öyle bir noktada ki film finalde dahi 2019 tarihli Joker‘ın finalini tekrar etmekten çekinmiyor.
Jenerik öncesinde Joker ile gölgesinin amansız mücadelesini Warner Bros’un ünlü çizgi filmlerindeki görsel ve işitsel dokuyla canlandıran animasyon açılışında vadettiği şekilde Joker ile yarattığı gölge(ler)in mücadelesine odaklanmasını beklediğimiz film, o kadar farklı türde, o kadar çok sayıda başka filme dönüşmeye çalışıyor ki tek başına organik bir hikâye anlatmayı bir türlü beceremiyor ve nihayetinde de yeni nesil karanlık ve nostaljik Joker‘ın pek de parlak başlamayan macerasına aynı matlıkta boğucu bir final yapıyor. 2019 yılında sürpriz bir Altın Aslan’la taçlanan ilk filmin başarısı, bu yeni ve hiçbir çarpıcı yanı olmayan devam filmini Venedik’te ana yarışma filmlerinin yanına eklemiş olsa da Joker: Folie à Deux‘nün yarışmanın vasat filmlerinden biri olduğunu ve Joaquin Phoenix’in Oscar tescilli ilk filmdeki performansını birebir tekrar etmesi dışında pek de bir marifeti olmadığını söylemek zorundayım.