Yaklaşan Michael League albümü ve Snarky Puppy’den çıkmış 5 solo proje

Dünyanın dört bir yanından çeşitli müzikal aksanları birleştirerek yeni şeyler söylemeyi amaçlayan Snarky Puppy, kendisine atfedilen caz, füzyon gibi sınıflandırmaları reddediyor; müziğinde tür ayrımından kaçınarak, kompozisyon ve emprovizasyonun lezzetli karışımını yakalamaya çalışıyor. Müziğinin belirleyici özelliğini, “yaratıcı bir biçimde büyümek için sürekli olarak birlikte çalmanın sevinci” olarak tanımlayan grup, çok sayıda üyesinin konserlerde dönüşümlü olarak çaldığı kocaman bir aile. On yıllık aralıksız turne ve kayıt sürecinden sonra art arda gelen Grammy ödülleriyle yoluna devam ederken; sofistike besteleri, yenilikçi düzenlemeleri ve birbirinden yetenekli üyelerinin yüksek enstrüman hakimiyetleri sayesinde dünya genelinde oldukça fazla ilgi görüyor.

Michael League’in hikâyesine kısa bir bakış

Bu sene Live at the Royal Albert Hall albümü ile dördüncü Grammy’sine uzanan Snarky Puppy’nin on parmağında on marifet lideri; multi-enstrümantalist, besteci, aranjör ve prodüktör Michael League geçtiğimiz ay, yakında ilk solo albümünü yayımlayacağını duyurmuştu. Uzun sayılabilecek kariyeri boyunca Laura Mvula, Lalah Hathaway, David Crosby, Kirk Franklin, Esperanza Spalding, Daedelus, Salif Keïta, Fatoumata Diawara gibi müziğin farklı uçlarından birçok önemli sanatçıyla iş birliği yapan League; tür, stil ve kültürel çeşitliliği kutlayan, dünyanın dört bir yanındaki tutkulu müzikseverler için yeni bir yuva inşa etme amacı taşıyan bağımsız plak şirketi GroundUP Music’in de kurucusu. 

Müzisyenin, Karayipli şarkıcı Malika Tirolien’in sesini duyduktan sonra onun için yaptığı bestelere; Tirolien’in de ırkçılık, mültecilik, kadın olmak gibi temalara sahip -ve çoğunluğu Kreol dilinde olan- sözler yazarak karşılık vermesi üzerine filizlenen, çoğuna Snarky Puppy’den aşina olduğumuz diğer müzisyenlerin katılımıyla büyüyen Bokanté isimli bir grubu daha var. 

2017’de, 24. İstanbul Caz Festivali’ne konuk olan kolektif; Metropole Orkest ile birlikte kaydettiği What Heat albümüyle Grammy’ye aday olmuştu. Tüm bunlar haricinde; yıllardır müzik okulları ve çevrimiçi platformlarda eğitmenlik yapmaya devam eden League, pandemiyi İspanya’daki evi ve stüdyosunda geçirirken, uzun yıllardır hazırlama niyetinde olduğu ilk solo albümü için de çalışmaya başlayabildi.

Yeni karışımın içindekiler

“Pandemi bu albümün ayrılmaz bir parçası ve şarkıların gözlemsel doğası için katalizör oldu.” diyen müzisyen, karantinadayken çoğunlukla insanlığın durumu hakkında bir belgesel izliyor gibi hissettiğinden dem vuruyor. Bu süreçte League’in fiziksel temasın önemi, sosyal medya çağında insanların çifte hayat yaşama eğilimi, kışkırtıcı politikacılar gibi konuları incelediği sözlerle, “tipik olarak ilişkili olmayan enstrümanlar ve seslerin bir kombinasyonu” olarak nitelediği melodiler birleşti ve geniş, atmosferik, sürükleyici bir işitsel tecrübe olan So Many Me ortaya çıktı. 

İsminden de anlaşılacağı üzere Michael League’in kendine ve müziğe ait farklı parçaları bir araya getirmek istediği bir karışım bu. Türk, Kürt ve Fas perküsyonlarıyla synthesizerları ve “akıllı yazımı erişilebilirlikle birleştirmenin altın çağı” diye yorumladığı 80’ler ve 90’ların soundunda onu etkileyen birtakım elementleri kullanarak oluşturdu. Son yıllarda Türkiye’de üretilen müziğe ve enstrümanlara oldukça ilgi duyan müzisyenin, buradan edindiği müzik aletleriyle olan deneyimlerini Instagram’daki paylaşımlarından takip etmek mümkün.

Gizlenenler ve açığa çıkarılanlar

So Many Me’yi üretmek Michael League için iyileştirici bir deneyim olmuş. Albümü hazırlarken kendisi hakkında çok şey keşfettiğini ve ilk defa kendini bu kadar açık ettiğini; derinlerde yaşadıklarını ifade edebilmek için bu kaydı bir fırsat olarak gördüğünü söylüyor. Bazı insanların ondan böyle şarkı sözleri beklememeleriyle ilgili yorumlara ise Mike’ın cevabı şöyle: “Sanatçılarla ilgili ilginç olan şey bu. Hiçkimse müzisyenliğinin bütününü tek bir gruba veya kayda sığdıramaz. İnsanlar ve müzisyenler olarak çok tarafımız var, duruma bağlı olarak bazı şeyleri gizler ve diğerlerini açığa çıkarırız.” 

League’in hissettiği bir diğer fark ise vokal kayıtlarında ortaya çıkıyor. Arka planda şarkı söylemeyi sevmesine rağmen bu konuda tüm sorumluluğu üstlenmek onun için yenileyici bir detay. Öyle ki yıllardır birlikte çalıştığı prodüktör dostu Nic Hard’dan izin isteyip kayıtları stüdyoda yalnız başına yapmış. Uzun zamandır hayatımızda olmasına karşın, kendisinin sesini net olarak ilk defa 2016’da, David Crosby ile çıktığı The Lighthouse turnesinde duymuştuk.

Müzisyen şimdilik sadece So Many Me’nin habercisi olan “Right Where I Fall” isimli tekliyi, videosuyla birlikte paylaştı. Piyanonun taşıdığı sade bir balad dinliyoruz, durgun sulardayız derken gittikçe yoğunlaşan synth ve vokal dalgaları arasında kendimizi sörf yaparken bulduğumuz parça aşağıda. Michael League’in deneylerinin devamı ise 25 Haziran’da.

Snarky Puppy çatısından 5 solo daha

Gruplarda duymaya alıştığımız müzisyenlerin ilk solo girişimleri, kendilerini tam anlamıyla sergilemek üzere attıkları en önemli adımlar oluyor. Sonuçlar geniş bir spektruma yayılıyor. Bazen grupla neredeyse aynı soundu, bazen tatlı imalara eklenmiş yeni şeyleri, bazen de alıştığımızdan bambaşka bir müziği duyabiliyoruz. Bu seferlik, ihtimallerin heyecanına sevinerek Michael League’den önce Snarky Puppy çatısından çıkmış 5 “ilk solo”ya daha bakıyoruz:

Bill Laurance – Flint (GroundUP Music, 2014)

Çocukluğunda ragtime sevgisiyle başlayan piyano merakı klasik kompozisyon eğitiminin ardından Soho’da caz standartları çalarak devam ederken, Michael League ile tanışmasıyla Snarky Puppy’ye dâhil olan İngiliz piyanist ve besteci Bill Laurance’ın; David Crosby, Morcheeba, Jacob Collier, Musiq Soul Child, Lalah Hathaway ve daha birçok grup ve müzisyenle ortak çalışmaları oldu. Filmler, dans gösterileri ve reklamlara da müzik yazan sanatçı aynı zamanda tutkulu bir eğitmen. 

24. İstanbul Caz Festivali kapsamında çaldığı konser öncesi sorularımızı yanıtlayan Laurance solo kimliğiyle ilgili: “Kendimi tek bir janrla sınırlamaya çalışmaktansa, sevdiğim her şeyi tek bir tür içine sıkıştıracaktım. Caz, klasik, pop ve elektronika elementleri. Bir anda artık bir ses bulduğumu hissettim.” demişti. 2014’te, bulduğu bu sesin duygusal melodiler, güçlü ritimler ve sinematik düzenlemelerle bir araya geldiği Flint sayesinde başlayan solo çalışmalarını daha sonra; Swift, Aftersun, Cables ve canlı performanslarını yayımladığı diğer albümler takip etti. 

Bobby Sparks II – Schizophrenia-The Yang Project (Delta Music Media GmbH, 2019)

Müzisyen bir aileden gelen Texaslı klavyeci ve prodüktör Bobby Sparks II; Snarky Puppy haricinde Prince, Tower of Power, Herbie Hancock, Ray Charles, Nelly Furtado, Kirk Franklin, St. Vincent gibi isimlerle dünyanın dört bir yanında aynı sahneyi paylaştı. Funk, caz ve füzyonun harika bir karışımı olan ilk solo kaydı Schizophrenia’da Pino Palladino, Marcus Miller, Roy Hargrove ve Mark Simmons gibi çok önemli müzisyenlerle çalışan sanatçı, yaklaşımını şöyle açıklıyor: “Hepimiz bir pop şarkısının nasıl yazıldığını biliyoruz ama ben odaya girip ne boyayacağımı bilmeden bir resme başlamayı seviyorum. Bu bana daha heyecanlı hissettiriyor.”

Justin Stanton – Secret Place (GroundUP Music, 2019)

Trompetçi, klavyeci ve besteci Justin Stanton, Snarky Puppy ile 2006’dan beri devam eden macerasının yanı sıra; Robert Glasper’dan Laura Mvula’ya  çeşitli sanatçıların kayıtlarında yer aldı. Ses tasarımı bilgisi, geniş bir müzik yelpazesine aşinalığı ve bol miktarda yaratıcı enerjisiyle fark yaratan müzisyen; orijinal materyallerini topladığı ilk solosu Secret Place’i 2019’da yayımladı. 

Stanton, gruptan ayrı, tek başına olma deneyimiyle ilgili şöyle düşünüyor: “Müzik çok sosyal bir şey ve bu, kesinlikle Snarky Puppy için de insanları bir araya getirmenin bir yolu. Bana göre, müziğin kendi başınıza deneyimlediğiniz özel bir bölümü var. Belki kulaklıklarınızı takıp bir kayıtla vakit geçirme şansınız olabilir; bu, müzikle birlikte izole olmak için iyi bir yoldur. Grupta olduğundan daha farklı tınlar. İkisi de eşit derecede önemlidir, madalyonun iki yüzü gibi olduklarını hissediyorum.”

Shaun Martin – The Yellow Jacket (Ropeadope, 2015)

Dallaslı klavyeci Shaun Martin, Kirk Franklin ile yaptığı çalışmalarla tanındı ve Snarky Puppy’nin dışında yaratıcı damgaları; Chaka Khan, Erykah Badu, Fred Hammond, Tamela Mann, Kim Burrell ile çalıştığı projelerde duyulabilir. Müzikle ilişkisini “Tutkumdan bir kariyer yapabileceğimi öğrendim. Sonra, daha üniversitedeyken, Erykah Badu’nun Mama’s Gun albümü üzerinde çalışma fırsatım oldu. İşte o zaman, prodüktörlük ve yazımda olduğu kadar performans konusunda da yetenekli olduğumu keşfettim.” sözleriyle açıklayan müzisyen; ilk solosunu 2015’te yayımladı: Kusursuz Moog becerileri, zengin yaylı aranjmanları ve güçlü vokallerin birleşiminden oluşan The Yellow Jacket.

Larnell Lewis – In the Moment (Bağımsız, 2018)

Torontolu davulcu, besteci ve prodüktör Larnell Lewis; Gregory Porter, Lalah Hathaway, John Scofield, Pat Metheny, Lisa Fisher gibi sevilen müzisyenlerin sahnelerinde dünyayı gezmesine ek olarak Kanada’nın önemli eğitim kurumlarından Humber College’da müzik profesörü. Sanatçı, 2018’de yayımladığı In the Moment’ı, “Bu albümdeki besteler, son 15 yıldır sakladığım anlar ve anılar koleksiyonuna dayanıyor. Bu yeni yolculuğa başlarken, hayattaki birçok şeye uygulanabilecek çok önemli bir kuralı hatırlatmak isterim: her zaman anda olmaya çalışın.” notuyla paylaşmıştı. Larnell’ın ilk solosu; caz, füzyon ve Karayip kökleriyle olan derin bağının bir araştırmasıydı. 

Yazı: İlayda Güler