Yeni albümler, konseptler ve yaratıcı süreçler üzerine: Goralı ve Reverie Falls On All

Müzikal serüvenlerinde birçok kez yolları kesişen Goralı, Reverie Falls On All’u, yeni üretimleri üzerinden bir sohbete koyulmaları için bir araya getirdik. Yılın en etkileyici kayıtlarından Qualia ve Stellar Stream’in perde arkasına buyurun.

Nekropsi ve Daire 2: General Gramofon ekiplerinden tanıdığımız Gökhan Goralı, tamamlanması uzun bir süreye yayılan ilk solo albümünü dijital platformlar aracılığıyla dinleyicilerle paylaştı. Döngüselliği tematik olarak ustalıklı bir şekilde işleyen Qualia ile kendine yeni ve sınır tanımayan bir ifade biçimi geliştiren Goralı’nın albümünün prodüksiyonunda parmağı olan Replikas üyeleri Burak Tamer ve Barkın Engin’in Reverie Falls On All projesi de bu ay yeni bir EP yayınlıyor. Her daim kabuk değiştirme ve farklı estetikler deneme cesaretini gösterebilen Reverie Falls On All, fazlasıyla sürükleyici ve zihin açıcı detaylarla bezeli beş şarkıdan oluşan Stellar Stream’le kulaklarımıza bir ziyafet sunuyor.

Müzikal serüvenlerinde birçok kez yolları kesişen Goralı, Tamer ve Engin’i, yeni üretimleri üzerinden bir sohbete koyulmaları için bir araya getirdik. Yılın en etkileyici kayıtlarından Qualia ve Stellar Stream’in perde arkasına buyurun!

Image
Fotoğraf: Bram Mönster

ANILARIN ÇAĞIRDIĞI SESLER VE SESLERİN ÇAĞIRDIĞI ANILAR: Qualia

Barkın Engin: Gökhan’la Burak’ın hikâyeleri benimle olduğundan daha geriye gidiyor esasen. Yanlış hatırlamıyorsam aynı grupta çalmışlığınız var değil mi?

Burak Tamer: Aslında aynı grupta çalmadık, sanırım. Gökhan’ın zamanında beraber çaldığı grup arkadaşı vokalist Derya (Çağlar) ve davulcu Özgür’le (Yücel) benim bir grubum olmuştu. Biz Beyoğlu’nda bir barda çalarken Gökhan misafir gitarist olarak bazı şarkılarda benim yerime sahneye çıkardı diye hatırlıyorum. O zamanlar Gökhan’ın Darklight isimli bir grubu vardı, İTÜ şenliklerinde konserleri olmuştu…

BE: Goralı’yı ilk defa 1998 yılında  İTÜ’de konser esnasında gördüm. Sahneye en yakın olan iki insandan biriydi diye hatırlıyorum. Zaman içinde dost olduk. 2006 – 2009 arasında Harbiye’de stüdyomuz olduğu zamanlarda üçümüz birlikte bolca doğaçlama yaptık. Bazı kayıtlar arşivimde mevcut. Heavy metal coverları yapmak gibi bir eğlencemiz de vardı.

Gökhan Goralı: Özgür, Daire 2: General Gramofon’un davulcusuydu aynı zamanda. D2GG sizin bar grubu zamanları Gökhan Deneç’in de tenor saksofon çaldığı bir trioydu. Benim anımsayabildiğim Tool’un “Sober” şarkısını çalmak üzere pek de sober [ayık] olmayan bir halde sahneye yürüdüğüm. Gerisi yok. Barkın ve Replikas’la da 1998 İTÜ Şenlikleri ya da o zamanki adıyla İstanbul Rock Festivali’ne katıldıklarında tanışmıştım. Soundcheck’te Pink Floyd’dan “Lucifer Sam”i çalmışlardı ki bizim de o aralar sevdiğimiz bir şarkıydı. “Lucifer Sam”i  ve Selçuk’un (Artut) eski ütü kablolarını andıran jakını nedense unutmadım.

BE: Qualia’nın altı yıla yayılan bir yapım süreci var. Genelde ilk albümlerin yapımı daha uzun süreye yayılır, sonrasındaysa bu süre göreceli olarak kısalmak durumunda kalır. Merak ettiğim bundan sonra belirli aralıklarla düzenli solo işler yayınlamayı düşünüyor musun? Düşünüyorsan, stilistik ya da metodolojik açıdan ön gördüğün değişiklikler var mı?

GG: Evet, arada sene boyutuna varan boşluklar olan bir yapım süreci oldu. 1-2 günlük sprint’ler şeklinde ilerledim hep. Yapım süreciyle ilgili notlar aldım. Bazı iyileştirmeler var kafamda. Ancak stilistik olarak döngüler, döngüsellik meselesi hemen bitmeyecek gibi. Eğer olursa bir sonraki albümde “ilk albüm iyiydi, sonra bozdu” dedirtecek şeyler yapabilirim. Bu albüm bir gitar albümü oldu diyebiliriz. Synthesizer dünyasında da harcadığım mesailer var. Qualia’ya giremeyen bir parça var mesela. Belki bir sonraki sadece synthli olur. Öte yandan “Push Push Push”un açtığı benim için sürpriz olan sıcak ev metali tarzı var. O yoldan da devam edilebilir.

BE: “Sıcak ev metali” tanımı çok güzelmiş.

GG: Teşekkürler. Galiba son senelerde çok baskın olan hormonlu, şişik metale kendimce bir tepki oldu.

BE: Albüm yapım süreçleri bittikten sonra, ortaya çıkan işi bir bütün olarak algıladığın bir dönem gelir ya da gelmek zorunda kalır. Biraz ilk defa dinleyecek birinin gözünden bakabilmek, anlayabilmek gibi. Neler düşündün Qualia’yı bitmiş olarak dinlediğinde, ilk izlenimlerin neydi? Bir de albüm ismine yapım bittikten sonra karar verdin değil mi? Qualia ismine nasıl karar verdin?

GG: Maalesef albümden o kadar uzaklaşamadım. Mastering sonrası ilk dinlediğimde epey rahatladım, duygulandım ama bunlar albüm yapım süreci ile ilgili şeyler sanki.

Albüm ismine gelirsek. Konuyla ilgilenmiş insanlardan peşinen özür dileyerek önce hızlıca qualia kavramını anlatmaya çalışayım: Diyelim ki renkleri göremiyorsunuz ve kırmızı rengi hakkında her şeyi okuyacak, anlayacak sonsuz zamanınız var. Işık, foton, dalga boyu, göz, sinir, beyin vs. Kırmızı hakkında her şeyi biliyorsunuz. Birden renk körlüğünüz iyileşip kırmızı rengi ilk defa gördüğünüzde yeni bir şey öğrenir misiniz? Eğer evet diyorsanız işte o öğrendiğiniz şeylere qualia deniyor. Kişisel deneyimlerin özü gibi bir şey. 

Benim durumumda bu müzikle yalnız başına geçirdiğim uzun zamanı da düşünürsek anıların çağırdığı sesler  ve seslerin çağırdığı anılar söz konusuydu. Bazı sesler zamanla yok olurken bazıları hep devam etti. Sağ kalan loop’ları bazen günlerce bir hastalık gibi kafamın içinde duydum. O zaman onlar ses ya da anı olmaktan da çıkıyor. Bir “şey” oluyorlar gibi hissettim. Acaba bu “şey”leri bir albümde başkalarına aktarabilir miydim?

Bu senenin başında bir gece yolculuğunda uzaklarda yaşayan Emre (Sevinç) isimli bir arkadaşım uzun aradan sonra Ex Machina filmini tavsiye ettiği uzun bir email gönderdi. Mail’da “Filmin bir sahnesinde qualia problemi, bildiğimiz en meşhur örnekle anlatılıyor.“ demişti. Ben qualia kelimesini ve kırmızı örneğini hiç duymamıştım. Yolda uzun uzun okuyunca loop’lardaki o şeyler qualia galiba dedim. Emre albümün ismini koymuş oldu.

Röportajın tamamını Bant Mag. No: 59’dan okumak için buraya tıklayın