Yiğit Kirazcı ile hangi film?
Rüzgar karakterine hayat verdiği Kızılcık Şerbeti’ndeki yolculuğunu tamamlamasının ardından arayı çok açmayan Yiğit Kirazcı, sunuculuğunu yaptığı Letterbox programıyla şu sıralar CNBC-e ekranlarında. Kariyerinde ayrıca Aşkın Kıyameti, Ferhat Özpetek’ten İstanbul Üçlemesi: Müzik, Aşk Tesadüfleri Sever 2 gibi filmlerin yanı sıra Güllerin Savaşı, Sarmaşık Zamanı, 50M2 gibi diziler yer edinen oyuncu; yeni sezonda yeni bir dizi projesinin de oyuncu kadrosunda karşımıza çıkacak.
Hangi Film? köşemizin bu haftaki konuğu Yiğit Kirazcı yanıtlıyor: Kitap gibi bir film? Zaman geçtikçe sendeki yerini sağlamlaştıran bir film? Herkese izletmek istediğin film?
Çocukluğundan yadigar kalmış bir film?
All Dogs Go to Heaven (1989; Don Bluth, Gary Goldman ve Dan Kuenster), çocukken en sevdiğim çizgi filmdi.

Hep daha iyi hissederek ayrılırım dediğin film?
The Matrix (1999, Lana ve Lilly Wachowski). The Matrix’i ne zaman izlesem, yeniden başlamanın ve hızlı öğrenip uygulamanın bana keyif verdiğini hissederim. Bilim kurgu sevdalısı olmamın da büyük bir etkisi var tabii.

Kahramanı olmak isteyeceğin film?
Vanilla Sky (2001, Cameron Crowe). Önce Amerikan versiyonunu izleyip, sonra orijinalinin 1997 yapımı bir İspanyol filmi olduğunu öğrendiğimde çok şaşırmıştım: Abre los ojos (1997, Alejandro Amenábar). Penélope Cruz ikisinde de kadın başrol ve gerçekten büyüleyici. Ayrıca film gördüğüm en iyi bilim kurgulardan biri, dolayısıyla kahramanı olmak güzel olurdu 🙂

Kitap gibi bir film?
Breaking the Waves (1996, Lars von Trier) tam da kitap gibi bir film işte… Lars von Trier hayatın hâllerini ve insanların karakterlerini müthiş bir sinematografi ile yoğurup, bu karakterlerin nasıl hâllerle değiştiğini anlatıyor. Çok etkilenmiştim izlediğimde.

Mısır patlattıran bir film?
Lucy (2014, Luc Besson). Yine bir aksiyon / bilim kurgu karışımı ve tam mısır patlatmalık. Hep merak ettiğim bir mesele olan insan beyninin kullanım yüzdesini konu alıyor. Bence harika bir film.

Zaman geçtikçe sendeki yerini sağlamlaştıran bir film?
Trois couleurs: Bleu / Three Colors: Blue (1993, Krzysztof Kieslowski). İlk izlediğimde 22 yaşındaydım, sonradan izlediğimde çok daha keyif aldım. İnsan kendinde henüz anlamlandıramadığı ya da hissetmediği şeyleri filmde görünce, gördüğünden fazlası olduğunu hissetse bile -hazır değilse- anlayamıyor.

Yalnız izlenmeli dediğin bir film?
The Doors (1991, Oliver Stone). Kimse konuşup da Val Kilmer’ın müthiş performansını bölmesin diye…

Mekânlarıyla aklına kazınan bir film?
Interstellar (2014, Christopher Nolan) çünkü zamanı ve mekânı zorlayan, hatta zaman ve mekânın ne olduğunu sorgulatan bir film.

Herkese izletmek istediğin film?
Café de Flore (2011, Jean-Marc Vallée). İzlediğimden beri çok seviyorum bu filmi, bir sürü sebebim var ama en çok hangisi yüzünden sevdiğimi bilmiyorum.
