15 kısa film, 17 yönetmen: Irmak Karasu yanıtlıyor

Bant Mag. No:75 için kısa metraj çalışmalarıyla son bir sene içinde ses getirmiş kimi sinemacılara ulaştık, yanıt aldığımız 17’sine kısa film denen formata dair düşünüp konuşmak istediklerimizi bir bir sorduk: Son filmlerinin üretim süreci nasıl gelişti? Ne gibi tecrübeler edindiler? Onları harekete geçiren, hikâyelerini anlatmaya iten motivasyonlar neler? Kısa filmin Türkiye sinemasındaki konumunu nasıl yorumluyorlar? Festivaller ve ödül sistemi hakkında ne düşünüyorlar? Kısa film çekmek isteyip de fikir aşamasında kalanlara ne tavsiye ediyorlar? Kısa filmin geleceğiyle ilgili ne gibi öngörüleri var?

Mamaville

Yönetmen: Irmak Karasu

15 yaşındaki Ferah, yaz tatilini anneannesinin yazlığında geçirmektedir. Anneanne kendini gün boyu izlediği evlilik programlarıyla eğlerken, Ferah cinselliğini keşfetme sürecindedir. Film, video ve performans sanatı alanlarında çalışan Irmak Karasu’nun Edifice’in ardından yeni filmi.

Irmak Karasu yanıtlıyor

“Filmlerimizi yapabilmenin ve seyirci ile buluşturabilmenin tek koşulu bu sistemin bir parçası olmak olmamalı.”

“Farklı kuşaklardan kadınlar bir yandan kendi alanlarını sürekli maruz kaldıkları sınır ihlallerinden ve şiddetten korumaya çalışıyorlar. Öte yandan o alanlara sıkışmışlıktan muzdarip olup oralardan dışarılara taşabilmek, oraların sınırlarını genişletebilmek ve kendilerine daha fazla alan açabilmek üzere mücadele veriyorlar. Filmin iskeletini oluşturan temel şey bu ikili süreç: Korunma ve sınırları aşma. Bunlar muhakkak ki bütün kadınların farklı ölçülerde de olsa deneyimlediği ve gündelik hayatın sıradanlığı içerisinde sürekli verdikleri mücadeleler. Ben de bu mücadelenin bir öznesi olarak, kendi deneyimlerimden yola çıkarak hayal etmeye başladım Mamaville’’i.”

“Uygun hava, uygun ışık, uygun ısı, uygun besin… Biraz adım adım, tohumunun kabuğunu çatlatarak kök salıp, gövdelenip, filiz veren bitkiler gibi… Ben de harekete geçebilmemi sağlayan şey tam olarak ne bilmiyorum ama fikirlere özenli bir bakım ve ihtiyaç duydukları zamanı verebildiğimde er ya da geç bir şeyler çıkıyor ortaya. Zamana, yavaşlığa ve orada burada karaladığım günden güne birikerek çoğalan kelimelere, cümlelere bırakıyorum kendimi. Sonra bir noktada sancılı bir kabuğundan çıkma arzusuyla hikâyelere evriliyor fikirler. İnsanların etraflarındaki insan olan / olmayan şeylerle temaslarına dair ufak, sıradan ve gündelik detayları izlemeyi, dinlemeyi, takip etmeyi ve bu detayları birbirine bağlayarak hikâyeler yaratmayı seviyorum. İşlerimin büyük bir kısmı böyle ortaya çıkıyor sanırım.”

“Benim için en sancılı evre hiç kuşkusuz bitirme evresi. Dünyaya gelmiş olan şey neye benziyorsa benzesin onu olduğu gibi kabullenmek ve bir çeşit helalleşerek vedalaşmak. Kurgu ve ses etaplarının ikisi de hem en sevdiğim hem en zorlandığım zamanlar. Mamaville’in kurgusu bir sene kadar sürdü ve filmi kurcalamayı bırakmak benim için çok zor oldu.”

“Ana akım film festivallerinde bugün hâlâ uzun metraj kurmaca filmlere hemen hemen her dalda (ses, müzik, sinematografi, oyunculuk, kurgu gibi…) ödüller verilirken; kısa filmler ve belgeseller sadece En İyi Film kategorisine, bazen jüri ödüllerine ya da mansiyonlara layık görülüyor. Kısa filmler, belgeseller ve uzun metrajlar aynı salonlarda aynı perdelerde değil, ayrı ayrı mekanlarda gösteriliyor. Ödül törenleri kısa film ödülleri anons edilerek başlıyor, En İyi Uzun Metraj Film dalında ödül alan yapımla bitiyor. Tüm bunlar, bu hiyerarşik yapıya dair yeterince şey söylüyor.”

“Festivaller ve ödül sistemi meselesi bence çok büyük bir sorun. İçerisinde bulunduğumuz bu korkunç rekabetçi ortamın sebebi olan neoliberal kapitalist sistem; festivaller, ödüller, fonlar, destekler üzerinden hem biz sinemacıları hem de ortaya çıkan işleri derinden etkiliyor, deyim yerindeyse ortaya konan işlerin niteliğini belirliyor. Üretmek isteyen herkesin üretebildiği ve üretilen her şeyin (iyi/kötü ayrımı olmaksızın) dolaşıma sokulabildiği, izleyicisi ile paylaşılabildiği bir sistem olmadan hiçbirimizin özgürce düşünüp üretebilmesinin, film yapabilmesinin imkânı yok. Bu sistem ve bu sistemin kurumları hepimizi yalnızlaştırıyor; tamamen fon alma, ödül alma, festivale seçilme seçilmeme kaygısı ile ürettiğimiz bir noktadayız. Bir noktadan sonra bunlar araç olmaktan çıkıp amaç hâline dönüşüyor. Bugün çoğu sanatçının en büyük iş yüklerinden biri başvuru yapmak. Biz bu sistemden çıkmadan filmlerimizin de özgürleşebilmesi mümkün değil. Bugün bir yerlerde termik santraller yapan, doğayı yakıp yıkan, işçilerin ödenmeyen maaşları üzerinden kâr elde eden bir sürü şirket kültür sanat kurumlarına, festivallerine destek olarak imaj aklıyor. Filmlerimizi yapabilmenin ve seyirci ile buluşturabilmenin tek koşulu bu sistemin bir parçası olmak olmamalı. Bunları söylerken, bu sorunun ve problemli işleyişin bir parçası ve bir ölçüde faydalananı olduğumun farkındayım. Bu sorunları hisseden sanatçılar olarak bir araya gelip bir çıkış hayal etmeye ihtiyacımız var.”

“‘Bu dijital çağın şahsi hatıra defterleri’: 15 kısa film, 17 yönetmen” dosyasının tamamını okumak için buradan Bant Mag. No:75’e ulaşabilirsiniz.