2023 yıl ortası raporu: Derinlere dalmalık 15 albüm

2023’ün ilk yarısıyla müzikli hesaplaşmamız, tematik listeler hâlinde olacak. Başlangıcı derinlere dalmalık 15 albüm ile yapıyoruz. Çoğunlukla ambient, folk, drone sularındayız; sıralama alfabetik.

Her albümden iki parçadan oluşan eşlikçi bir çalma listemiz de var. Hemen aşağıda.


Bendik Giske – Bendik Giske
(Smalltown Supersound)

Norveç’te büyüyen ve Danimarka’da konservatuvar öğrenimi gören Bendik Giske, üçüncü solo albümünde yine tek kişilik dev orkestra formunda. Yalnızca saksafonundan çıkan sesler ve nefes alış verişleriyle tek seferde yaptığı kayıtları dinlediğimiz albümü, Giske’nin insan bedenine ilişkin yaptığı içsel arayışların son çıktısı. Meditatif bir kayıt ama yarattığı döngülere gerçekten kapıldığınızda kendinizi ayağa kalkmış hâlde bulabilirsiniz.


Caterina Barbieri – Myuthafoo
(light-years)

2019’a tarihlenen Editions Mego etiketli uzunçaları Ecstatic Computation ile aynı zamanda bestelediği, bu yüzden bir bakıma “kız kardeşi” olduğu söylenen Myuthafoo ile sahalara geri döndü İtalyan besteci Caterina Barbieri. Hipnotik ve minimal synth düzenlemelerini yine konuşturmuş. 2017’de işittiğimiz LP’si Patterns of Consciousness’tan beri ambient, hatta elektronik müzik nezdinde çığır açarak önemli ölçüde dönüştürücü etkisi olduğuna inandığımız müzisyenin kendi etiketi light-years aracılığıyla çıkan albümü güçlü bir girişin ardından düşüncelere daldıran duyarda, sakin lakin dramayı koruyan çizgide. Uzay, zaman, hatıra ve mesafe gibi olgulara tekrardan dalarak duyguları deşen, eşeleyen bir durumdaki Barbieri, yaratıcı hassasiyetlerini cümlemize tekrardan aktarıp, hatırlatmış.


Doc Sleep – Birds (in my mind anyway)
(Tartelet Records)

Jacktone plak şirketinin yöneticilerinden Melissa Maristuen’in ilk solo albümü, oyuncu bir mizaca sahip ama derine indiğinizde pür melankoliye çarpabiliyorsunuz. Alan kayıtları, işlenmiş insan sesleri, düşsel synth partisyonları, belirip kaybolan ritimler… Öyle pürüzsüz bir akışı var ki Melissa Maristuen’in albümün ortaya çıkış sürecini bezdirici, stres dolu bir mücadele olarak deneyimlediğine inanmakta güçlük çekiyoruz. Neresinden dalarsanız dalın, sizi ânında sarıp sarmalayabilecek bir kayıt Birds (in my mind anyway).


Faten Kanaan – Afterpoem
(Fire Records)

Mitolojik hikâyeler ve doğanın hareketlerinden ilham alan Brooklynli besteci Faten Kanaan’ın beşinci stüdyo albümü. İnsan ve çevresini birbirine bağlayan doğaüstü kanalları keşfe çıkıyor. Modern minimal estetiklerden olduğu kadar barok müzik geleneklerinden de besleniyor sıklıkla tekrar eden yapılarla kurguladığı evreninde. Faten Kanaan diskografisinin en melodik albümü. Düşündürdüklerinin, hissettirdiklerinin her dinleyişte çeşitleniyor olması da büyüsü.


James Holden – Imagine This Is A High Dimensional Space Of All Possibilities
(Border Community Recordings)

Zeminin hafif hafif silikleştiğini hatta havada asılı kaldığınızı hissettirip, sesin sizi çağırdığı her köşeye gözünüzü kapatıp balıklama dalmak isteği uyandıracak bir albüm mü arıyorsunuz? Bir yandan dans edip bir yandan hayal kurarak bir öfori partisine mi ihtiyacınız var? Doğru yerdesiniz. James Holden’ın bir sihirbaz olduğuna şüphemiz; kendisinin ihtimaller denizi davetine de hayır diyecek hâlimiz yok.


Kali Malone (featuring Stephen O’Malley & Lucy Railton) – Does Spring Hide Its Joy
(Ideologic Organ)

Tematik ve drone temelli ses bütünleri inşa eden Kali Malone’un, pandeminin ilk döneminde kaydedilmiş albümü. Çiçeklerin açması ve yeniden uyanışla kodlanan bahar aylarına farklı bir açıdan bakıyor ve mevsimi yalnızlıkla, hareketsizlikle bağdaştırıyor. Gitarda sayısız drone / doom projesinin ardındaki isimlerden Stephen O’Malley, çelloda ise İngiliz müzisyen Lucy Railton; bu tasviri mümkün kılan dokunuşlarla Kali Malone’a eşlikçi.


Mogwaa – Hazy Dreams 
(MMDiscos)

İhtiraslı, dingin, cezbedici ve nostaljik. Güney Koreli prodüktör Seungyong Lee’nin 80’ler house müziğine bir saygı duruşu gibi tınlayan Garden Inside albümüyle daha işimiz bitmemişti ki yeni bir koleksiyonla çıkageldi. Hazy Dreams, adı üstünde, bir düşler bahçesi. Ya da sahili denebilir. Zeminde yine 80’ler var; davul makineleri ve synth tonları bu zaman kapsülünü hedefe ulaştırıyor. Michal Turtle’ın Return to Jeka’sıyla kardeş olduklarına inanıyoruz.


Not Waving – The Place I’ve Been Missing 
(Ecstatic Records)

İtalyan prodüktör Alessio Natalizia’nın Not Waving mahlasıyla yayımladığı son işi, hem kasvetle dolup taşan hem de alabildiğine parlak anlar barındıran bir ambient koleksiyonu. Yıllarca birlikte çalıştığı Mark Lanegan’ın sesiyle açılan “I Found You”, tuşesi yükselen piyano vuruşlarını alan kayıtlarıyla harmanlayan “The Distance Between” ve Twin Peaks’te çalsa sırıtmayacak “Never Let Me Go”, tesiri yüksek duraklardan birkaçı.


Ryuichi Sakamoto – 12
(Milan Records)

28 Mart günü aramızdan ayrılan Japon bestecinin son albümü. Kanser tedavisi sonrasındaki yaşantısını bir işitsel günlüğe dönüştürmüş Ryuichi Sakamoto. Ağır hislenimler, yoğun synth kütleleri ve acelesi olmayan piyano dokunuşlarıyla kulakların içine sızıyor. 50 yıllık bestecilik kariyerinin belki de en kişisel kaydı olan 12’deki parçaların isimleri de bir günlük gibi isimlendirilmiş. Sindirmesi de içinden çıkması da oldukça zor.


Tim Hecker – No Highs
(kranky)

Albümün ismi oldukça net bir tanım koyuyor yeni Tim Hecker koleksiyonuna. Her birimizin kendi yasıyla başa çıkmanın yollarını aradığı bu zamana fazlasıyla uygun. Melodik ama alabildiğine karanlık, hatta gergin. Yolun sonunda bir ışık olup olmadığıyla ilgilenmeden, ne hissediyorsan ona gömülmenin de bir tedavi biçimi olduğunu ispatlar nitelikte bir arınma seansı denebilir No Highs için.


Tuulikki Bartosik – Playscapes
(Efni Records)

Fin akordeonist ve besteci Tuulikki Bartosik, hayatının farklı dilimlerini ve kat ettiği farklı yolları masaya yatırmış; her birine sonik karşılıklar inşa etmiş. Derinlikli ve daima dönüşen bir işitsel kurguyla Playscapes treni Finlandiya’dan Japonya’ya, İngiltere’den İsveç’e farklı durakları kat ediyor. Alan kayıtları, yöresel melodiler ve gergin sekanslar bir arada.


Salami Rose Joe Louis – Akousmatikous
(Brainfeeder)

Akousmatikous, ismini 5. yüzyılda yaşamış mistik bir Pisagor sekti olan “Akousmatikoi”den alıyor. “Dinleyenler” olarak adlandırılan bu grup, “öğrenenler” olan Mathematikoi topluluğundan ayrışıyor. Ritüel, uyum ve etik davranışlara odaklanan Akusmatikoi’nin kelime anlamı ise “tanımlanabilir bir kaynağı olmayan yerdeki ses”. Toro y Moi, Alice Phoebe Lou ve Baby Keem gibi müzisyenlerin katkılarını taşıyan albüm, müzisyenin bir önceki uzunçaları Zdenka 2080’de yarattığı öyküyü takip ediyor; bu özelliğiyle bir devam albümü niteliğinde.


Sigur Rós – ÁTTA
(BMG)

ÁTTA grubun ikonik stili ile dinleyenlere zirveler yaşatan, sanki kutup ışıklarına şarkı söyletecek kadar renkli bir albüm. Jónsi’nin dünya dışı vokalleri ve orjinal melodilerle buluşması sadece onların yapaldiği biçimde insanın zihnini ve ruhunu temizliyor. Parçalar müziğin ötesinde, spiritüel bir yolculuk âdeta. Kalbinde ağırlık, içinde sıkıntı olan herkesi rahatlatacak; zor günlerin dumanını temizleyen, güzel günlerin verdiği iç huzuru çeşitlendiren 10 şarkılık bir koleksiyon.


Susanne Sundfør – Blómi
(Blomi Records)

Bu albümde kesinlikle insanı iyileştiren bir şey var. Norveçli müzisyen Susanne Sundfør, “çiçek açmak” anlamına gelen 10 şarkılık yeni uzunçaları Blómi’de dil bilimci büyükbabasının hatırası, yenice deneyimlediği annelik gibi türlü konular etrafında kişisel öyküsünü kazıyor. Nazik piyano aranjmanlarına bilgece eşlik eden saksafon dokunuşları ve soul esintili berrak vokallerin seslendirdiği naif sözler, dinleyenin etrafında içi sevgi ve güvenle dolup taşan bir koza örüyor sanki. İlaç gibi gelme hissi tüm şarkılarda sabit ancak gospel korolarından geleneksel İskandinav tınılarına, hatta müzikallere özgü o dramatik tona varan bir sonik çeşitlilik de barındırmakta albüm. Hayata yeni gelmiş birine, küçük kızına yazdığı bir mektupla açılıyor; “Kalbin sözü olsa ne söylerdi?” diye kapanıyor. Üstelik dinleyicisini bu kazık soruyla baş başa bırakmaya kıyamayıp kendi yanıtını da cömertçe paylaşıyor Susanne Sundfør; onu da siz bulunuz.


Yves Tumor – Praise A Lord Who Chews But Which Does Not Consume; (Or Simply, Hot Between Worlds)
(Warp Records)

Yves Tumor, deri değiştirmeyi alışkanlık edinmiş bir müzik insanı. Hem üzerine ne geçirse yakışıyor hem derinlikli ifade biçimi arayışlarına eşlik etmek büyük bir hazzı beraberinde getiriyor. 15 kelimelik bir isme sahip son numarası, jelatinine bakınca Yves Tumor için rock açılımı gibi görünebilir. Paketi parçalamaya koyulunca zaman, mekân gibi mefhumların nereye kaybolduğunu bulamayacaksınız. Şarkılarında hepimizin bir cenneti olabileceğini, herkesin can acıtabileceğini, kendimizin farklı versiyonlarını yaratabileceğimizi; yer yer teatral bir biçimde haykırıyor bu kez.