2024 yıl ortası raporu: Derinlere dalmalık 20 albüm

Yazı: Cem Kayıran, Elif Öz, İlayda Güler, Şevval Öztemur, Utkan Çınar, Zeynep Naz Günsal

2024’ün ilk yarısıyla müzikli hesaplaşmamız, tematik listeler hâlinde olacak. Başlangıcı derinlere dalmalık 20 albüm ile yapıyoruz. Ambient, folk, hassas tınılar ağırlıkta; sıralama alfabetik.

Her albümden iki parçadan oluşan eşlikçi bir çalma listemiz de var. Hemen aşağıda.


Ariel Kalma & Jeremiah Chiu & Marta Sofia Honer – The Closest Thing to Silence
(International Anthem)

Ağustos 2022’de Ariel Kalma’ya, BBC Raido 3’nin daha önce hiç birlikte çalışmamış müzisyenleri ortak üretmeye çağıran Late Junction serisinde Jeremiah Chiu ve Marta Sofia Honer ile buluşması için bir davet geldi. Henüz kapısından içeri girmeden, adıyla bile yakınlık kurduran bu albümün hikâyesi o günlere dayanıyor anlayacağınız. Doğaçlamadan doğup kolajlamayla büyümüş bir koleksiyon The Closest Thing to Silence. Şık bir enstrümantasyon ile birbirinden çok uzak zamanlarda titreşmiş, zaman zaman sözlü bilgiler de veren çeşitli ses kayıtlarını derliyor. Nefis.


Arooj Aftab – Night Reign
(Verve Records)

Güney Asya geleneksel müziği, caz ve Batı klasik müziği arasında kurduğu, üzerine pus çökmüş köprülerden seslenen Pakistanlı müzisyen Arooj Aftab yapmış yine yapacağını. 18. yüzyılda Urduca yazan bir kadın şair, Mah Laqa Bai Chanda’nın dizelerini ya da aktör arkadaşı Yasra Rizvi’nin Instagram’da gelişigüzel paylaştığı bir metni bestelemiş; caz klasiği “Autumn Leaves”i kolay akla gelmeyecek bir biçimde yeniden yorumlamış; onunla aynı karanlıktan geçtiği konusunda şüphe bırakmayan Moor Mother’ın köşeli anlatıcılığıyla kendi uçucu ağırlığını birleştirmiş ve daha bir sürü şey… Yaratıcılığa çarpmanın coşkusunu yaşatıyor dinleyicisine, yine.


Beth Gibbons – Lives Outgrown
(Domino Recording / GRGDN Müzik)

1990’larda Portishead’in kasvetli vokali olarak tanıştığımız Beth Gibbons; çok az ürün verse de bunların her birinin hakkını veren bir müzisyen oldu hep. 60’ına merdiven dayadığı şu günlerde yayımladığı ilk solosu Lives Outgrown da bir istisna değil. Townes Van Zandt’in çok güzel bir lafı vardır: “Ben hüzünlü değil umutsuz şarkılar yapıyorum diye.” Varoluşun melankolisi. Bu albümün de ölüme, yok oluşa, çürümeye yönelik umutsuz bir yüzleşme koleksiyonu olduğunu söyleyebiliriz. 


Bonnie Prince Billy, Nathan Salsburg & Tyler Trotter – Hear The Children Sing The Evidence
(No Quarter)

Bonnie Prince Billy, Lungfish coverlama konusunda tecrübeli. 2006’da Tortoise ile “Love is Love”ın harika bir versiyonunu yapmıştı. Şimdi de gitarlarda komşusu Nathan Salsburg ve kalan her şeyde Tyler Trotter ile beraber bir değil iki Lungfish coverı ile karşımızda. Albümün hikâyesi ilginç: Nathan Salsburg’un bir elinde kızı Talya bir elinde gitarıyla ona ninni söylemesiyle ortaya çıkan proje, tek eliyle çalınabilecek şarkılardan ninni yaratmasıyla son şeklini almış. Lungfish de buna uygun bulunmuş! 20’şer dakika civarı iki hipnotik ninni içeren albümün hem Billy’nin güzel sesi hem de psikedeliye, drone’a yakın, tekrara dayalı yapılarıyla her yaşa sakinleştirici etkisi yapması muhtemel. “Hear The Children Sing”in sonlarında Billy’nin kızı Poppy ve Salsburg’un kızı Talya’yı da duyabiliyorsunuz.


Emahoy Tsegué-Maryam Guèbrou – Souvenirs
(Mississippi Records)

Geçtiğimiz yıl hayatını kaybeden Etiyopyalı besteci, piyanist ve rahiba Emahoy Tsegué-Maryam Guèbrou’nun 1977–1985 aralığında Addis Ababa’da yaptığı kayıtlardan yeni bir derleme. Souvenirs’in evinde yaptığı kaset kayıtlarından çıkarılan bu koleksiyon, müzisyenin bugüne dek yayımlanan ilk vokal albümü olma özelliği de taşıyor. Yanı başında bağdaş kurmuş; Guèbrou’nun ülkesine, kaybettiklerine, yaşadıkça öğrendiklerine döktüğü yalın ilahileri dinlermiş gibi bir deneyim.


Fabiano do Nascimento & Sam Gendel – The Room
(Real World Records) 

Pamuk gibi olma ihtiyacı duyduğunuz anlarda bu odaya buyrun. Los Angeleslı saksafoncu Sam Gendel’in flütü andıran, hafif, yumuşacık soprano saksafon tınılarıyla Brezilyalı gitarist Fabiano do Nascimento’nun, enstrümanının telleri üzerinde dans eden parmaklarından çıkan sıcak titreşimlerin diyaloğu karşılayacak sizi. Modern klasik tabirini hakkıyla taşıyacak; döngüsel, hassas, iç ferahlatıcı bir şahanelik. 


Gastr del Sol – We Have Dozens of Titles
(Drag City)

Deneysel müziğin kültleşmiş girişimlerinden Gastr del Sol’ün iki yarısı David Grubbs ve Jim O’Rourke, 1990’lardaki ilham verici üretimlerinden çeşitli canlı performanslarını ve kıyıda köşede kalmış stüdyo kayıtlarını içeren bir derleme yayımlamak üzere, birbirlerinden uzak geçirdikleri 25 yılın ardından yeniden buluştu. Avangardın yaygın olarak elektronik unsurlarla kol kola yürümeye meyilli olduğu günümüz atmosferinde kulakları yıkamak, müziğe dair zihin açmak için harika bir karşılaşma. Gözler kapansın, bırakın gitar telleri size yapacağını yapsın.


Jlin – Akoma 
(Planet Mu)

Indiana’da çelik fabrikası işçisi olarak yaşayan bir matematik nerd’ünün, güncel elektronik müzik sahnesinin en ilham verici figürlerinden birine nasıl dönüştüğünün hikâyesi Jlin’inki. Rick Owens tarafından keşfedilen ilk parçasının Paris Moda Haftası defilesinde yankılanması, henüz yayımlanan son albümü Akoma’da Björk, Kronos Quartet ve Philip Glass gibi göz kamaştıran bir üçlüyü konuk etmesinin de yolunu açıyor. Yine detaycılığını, tür anlamında gezginliğini her ânından belli eden soyut, hiper ritmik oyunlarında kaybolmaya itiyor dinleyicisini. Matematik nerd’ü olduğunu söylemiştik di mi?


Julia Holter – Something In The Room She Moves
(Domino Recording / GRGDN Müzik)

Son solo albümünü 2018’de yayımlamıştı Julia Holter. Arada film müzikleri, bir Beverly-Glenn Copeland yorumu ve çeşitli remikslerle çıktı karşımıza. Önceki işlerinde soyut, tanımlaması güç hislenimlerli kurcalayan müzisyen, besteci ve prodüktör, diskografisinin altıncı uzunçalarında şimdiyle ve neredeyse elle tutulur duygudurumlarıyla haşır neşir olmuş. Prodüksiyonunu da daha önceleri de iş birliği yaptığı Kenny Gilmore ile üstlenmiş. Mastering işlemleri ise Ryuichi Sakamoto’dan Beach House’a birçok isimle çalışmış Mısırlı ses teknisyeni Heba Kadry imzalı.


Kelly Moran – Moves in the Field
(Warp Records)

Sırt üstü yatıp, gözleri kapayarak içine dalıp serbest düşüş hâlinde deneyimlendiğinde bünyeyi hafifleten bir etkiye sahip Moves in the Field. Kelly Moran’ın girift kompozisyonları, bu kez Yamaha Disklavier’in sunduğu insanüstü imkânlarla dallanıp budaklanıyor. Üretim şekli itibarıyla insan – makine denklemine dair yeni kapılar açmasının ötesinde; kendine yaratıcı ifade biçimleri bulmak konusunda meydan okumalardan heyecan duyan bir bestecinin güvenli kollarında olmak tam anlamıyla sihir gibi.


La Luz – News of the Universe
(Sub Pop)

Yazar, ressam ve La Luz’un kurucusu Shana Cleveland, güncel müzikte özgünlüğüyle parlayan figürlerden biri. La Luz işlerini, tamamı kadınlardan oluşan bir takımla kotarıyor, böylece ortaya çıkanlara açıklığın gücü enjekte oluyor; ona göre “kadınlığın doğası gereği hem tatlı hem de acımasız” bir hâl bu. Cleveland, hamileliği ve anneliğinin ilk zamanlarına dair hislerini bir solo albümde birleştirdikten sonra, oğlu henüz iki yaşındayken aldığı meme kanseri teşhisiyle parçalanan hayatını sevgiyle tutkallayarak toplama yolunda şu sıralar. Değişimin daimi ve esas olduğu kabulüyle gruba döndüğü News of the Universe de ölüm fikri karşısında rahatlama ihtiyacının doğurduğu bir kayıt anlayacağınız. Sesler yine La Luz usulü hassas bir dengede; albüm meleksi vokallerle cool riffler arasında cambazlık eden bir psikedeli vadediyor.


Meril Wubslin – Faire Ça
(Bongo Joe)

İsviçre – Belçika hattında üreten Meril Wubslin kolektifi, üç yılın ardından çıkagelen üçüncü stüdyo albümünde dinleyeni “birazdan neyle karşılacağım?” merakıyla yola çıkarıyor. Merak aslında Christian Garcia-Gaucher, Valérie Niederoest ve David Costenaro üçlüsünün temel besini. Dönüşümün sürekliliğini kaçınılmaz olarak benimsedikleri serüvenlerinde, her parçada yeni keşifler yapmak ve başka bir yüzünü göstermek onlar için doğal bir refleks hâlini almış. Faire Ça’nın derinliklerinde post-rock da var, dub da; 1960’lar minimalizmi de var, blues da. Keyifli dalışlar.


Oren Ambarchi, Johan Berthling, Andreas Werliin – Ghosted II
(Drag City)

Ambarchi – Berthling – Werliin üçlüsü, 2018’de İsveç’te kaydedilmiş psikedelik caz doğaçlamalarını Ghosted adında albümleştirmişti. Aradan iki yıl geçti ve serinin ikinci edisyonuyla karşımızdalar. Yer yer bir gitar – bas – davul üçlüsü dinlediğinizi unutturan sekanslarla dolu dört uzun parçadan oluşuyor Ghosted II. Kimi zaman bütünlüklü bir punk enerjisiyle kimi zaman da poliritmik groove’lar yaratarak hem ses işçiliğine hem enstrümanla bütünleşmeye dair epey kafa açıyor. 


Otto A. Totland – Exin
(LEITER)

Electronica ile neoklasik tınılar hattında üreten Oslolu duo Deaf Center’ın bir yarısından üçüncü solo albüm. Nils Frahm’ın Berlin’deki stüdyosunda üç günde kaydedilen 16 parçalık  koleksiyon; piyanonun imkânlarından yararlanarak incelmiş armonik akışı ve dinleyenin etrafına bir koza örmüş, onu bir battaniyeye sarmış ya da anne karnına geri göndermiş etkisindeki korunaklı duygusuyla zihninize masaj yapıyor, şifa veriyor. Uykuyla derdi olanlar da kendisine başvurabilir.


Shabaka – Perceive Its Beauty, Acknowledge Its Grace
(Impulse!)

The Comet Is Coming ve Sons of Kemet gibi  büyüleyici gruplardaki performanslarıyla gönlümüzü kazanmış olan Shabaka Hutchings, sevgi yaymaya adından başlayan ikinci solo albümünde virtüözü olduğu enstrümanı bir kenara bırakıp, yeni oyunlarda yeni duygular keşfetmekle ilgileniyor. Takdire şayan yaklaşımından doğan şarkılarda ham, ilkel, içgüdüsel, ruhani tavır tek kelimeyle baştan çıkarıcı. Üstelik Moses Sumney, Saul Williams, Laraaji, Lianne La Havas gibi süper konuklarını da aynı kafaya getirerek kendi seslerinin o frekansta neye dönüştüğünü keşfetmelerine vesile olduğuna tanıklık etmenin hissi de bir dinleyici için baya tatlı.


Sibille Attar – Brutal
(Bağımsız)

İsveçli müzisyen ve besteci, 10 sene önce En İyi Çıkış Yapan Sanatçı kategorisinde Grammy’ye aday olduktan sonra yeni yeni hızını almaya başladı. Son üç yıldaki 3., toplamda da 4. solo albümü Brutal yılın şu âna kadarki en iyi işlerinden biri. Indie hassasiyetlerin kaybetmeyen, bunları da 70’lerin prodüksiyonlarını andıran güzel yaylılarla, çok çeşitli enstrümanlarla bezeyen Attar’ın eski İskandinav filmlerine soundtrack olabilecek sinematografik vokali de çok ilgi çekici. Yer yer melodik dronelar ile psikedelik bir atmosfer de yaratıyor. Özellike “Famla”yı ısrarla öneriyoruz.


Six Organs of Admittance – Time is Glass
(Drag City)

Gitarist Ben Chasny’nin 90’larından sonundan bu yana ağır duygu durumlarını tasvir etmek için yeni yaklaşımlarla zenginleştirdiği Six Organs of Admittance külliyatının en taze halkası. Son 10 yıldaki işlerinde farklı sistemler ve metotları şarkı yazarlığının merkezine koyarak tematik işler ortaya çıkaran Chasny, bu kez kaseti başa sarmış; erken dönem işlerini anımsatan bir koleksiyonla karşımızda. “Slip Away” ve “Spinning In A River” gibi parçalar, puslu vokalleri ve Chasny’ye özgü sarmallarıyla en derine attığınız, belki üstünü örtmeye çalıştığınız bir şeylere dokunuyor. Özlemişiz.


Still House Plants – If I don’t make it, i love u
(Bison Records)

Sadece vokalleriyle değil; enstrümanlarıyla da anlatmaya değer bir şeyler bulabilen gruplardan biri Still House Plants. Öyle paketlenmiş olmasa da yoğunlaştığı duygular ve dert edindiği mesele bütünleriyle (kendinden şüphe etmek gibi) tematik bir akış inşa ediyor If I don’t make it, i love u. David Kennedy’nin davul partisyonları her parçayı pür dikkat kesilerek dinleme isteği uyandırmaya yeterli. Aynı anda bu kadar keskin ve esnek olabilmesi, çok çok özel bir meziyet. 


Vera Sola – Peacemaker
(Spectraphonic Records)

11 şarkılık ikinci Vera Sola uzunçalarında 11 farklı karanlık masal bulsak da albümün sonuna geldiğimizde Sola’nın hislerini hâlâ tam anlayamıyoruz. Bir tiyato oyunuymuş gibi gotik folk dünyasının her detayı çok iyi planlanmış Peacemaker; müzisyenin ustalıklı vokalleri, şairliği, Nashville kökenleri, hiçbir türe bağlı kalmadan hepsini profesyonelce kendi imzasını getirmesiyle buram buram Vera Sola kokuyor. Albümün bu hem gizemli hem de çekici hâlinin en somut örneklerinden “I’m Lying” ve hemen akabinde sanatçının bambaşka bir tarafını sergileyen, Tom Waits esintili “Get Wise” uzun süre aklımızda kalacak gibi. 


Waxahatchee – Tigers Blood
(Anti)

Bağımlılığı yendikten sonra, tamamen “sober” (açık zihinli) olarak yazdığı ilk albüm ve diskografisinin altıncı uzunçaları olan Tigers Blood; müzisyene göre onun en olgun, huzurlu ve aklı başında işi. “Tortured-artist” (ilgi çekici bir sanat eseri ortaya çıkarmak için acı çekmiş olmak gerektiği düşüncesi) kavramının yarattığı anksiyeteyle albüm yazım sürecinde başa çıkmayı öğrenen Waxahatchee; Tigers Blood’da belki de şu âna kadarki en iyi söz yazarlığını sergiliyor.