3 soruda Rezzan Gümgüm ve Dağdaki Keçi, Gökteki Ay, Sudaki Balık sergisi

Rezzan Gümgüm, 14 Temmuz’a dek Depo’da ziyaret edilebilecek Dağdaki Keçi, Gökteki Ay, Sudaki Balık sergisinde, ekolojik yıkımla kültürel çeşitlilik arasındaki bağlantıları araştırıyor. İzleyenleri, yerel halkın gündelik yaşamı üzerindeki etkileri üzerinden Dersim’de insan eliyle gerçekleştirilen doğa tahribatının izleriyle çarpıştırıyor.

Serginin ve işlerinin ardındakilere dair 3 sorumuzu yanıtladı Rezzan Gümgüm.

Erk sahiplerinin ekolojik tahribat yaratma sevdası coğrafya tanımıyor. Yerli halkın yaşamındaki dönüşümü de göz önünde bulundurarak, Dersim özelindeki manzarayı tarif edebilir misin biraz?

Baraj ve HES projeleri, maden projeleri, dağ keçisi avlama ihaleleri, nesli tükenme tehdidi altında olan kırmızı benekli alabalıkları avlama, orman yangınları, son yıllarda bir de turizm adı verilen yoğun insan hareketliliği eklenince Dersim’in doğal yaşamı, biyoçeşitliliği büyük tehdit altında. Dersim’in biyoçeşitliliğinin azalması ya da bazı türlerin yok oluşu, beraberinde daha büyük sorunları getirebilir. 

Kış aylarında oldukça sakin bir ritmi olan kent, yaz aylarında yoğun bir turizm dalgasına maruz kalıyor. Dersimlilerin şikâyet ettiği meselelerden biri de bu yoğunluk. Dışarıdan doğrudan müdahalelerle birlikte, içeriden oluşturulan pek çok tehdit biçimi biyoçeşitliliği tehdit etmekle kalmıyor; Dersimlilerin kutsal mekânlarına da zarar veriyor. Kolektif hafızanın kutsal mekânlarına zarar vermek, kullanımını sınırlandırmak bin yıllardır süregelen inancın aktarımının kesintiye uğramasına ve habitat tahribatına neden oluyor. Yerli kültürün ötekileştirilmesi, bilgisinin tanınmaması, korunmaması ve aktarılmasına ket vurulması, kültürel belleğe uygulanan bir şiddet biçimi.  Dersim’de biyoçeşitlilik ve kültürel çeşitlililik arasında ayrılmaz bir bağ var. Dolayısıyla hem bitki hem de hayvan pek çok tür yok olma tehlikesiyle karşı karşıya ve tüm bu tehditler elbette yerli kültürün bozulması, yok edilmesini de beraberinde getiriyor. 

Dersimdeki ekolojik yıkım sadece küçük bir alanı değil tüm coğrafyayı etkiliyor. Örneğin; Munzur gözelerinin birleşmesi ile oluşan Munzur Nehri, Pülümür Çayı ile birleşip Fırat Nehri’ne akıyor. Fırat Nehri, Dicle Nehri ile birleşip Basra Körfezi’ne dökülüyor. Dolayısıyla Munzur suyuna yapılan her türlü müdahale (Munzur gözelerinin rekreasyonu, Baraj / HES projeleri), karışan her türlü atık, kirlilik, o coğrafyanın ve çevresindeki ekosistemin bütününü tehdit ediyor.

Dağdaki Keçi, Gökteki Ay, Sudaki Balık sergisinin meselelerini kişisel sanat pratiğinle vücuda getirirken ne tür metotlar kullandın? Temaları tekniklerle nasıl ilişkilendirdin?

“Eylemlerim ile sanat pratikleri sürecimin birlikte inşa olanaklarını nasıl birleştirebilirim?” sorusu kafamı uzun zamandan beri meşgul ediyor. Önceki çalışmalarımda da bunun arayışı içindeydim. Bu çalışma süresince denediğim farklı bilgi edinme yolları, aslında son zamanlarda yaptığım ve büyük keyif aldığım bir sürece karşılık geliyor. Bir atölyeye kapanıp çalışmak yerine gezmek, dolaşmak, insanlarla sohbet etmek, kişisel deneyimlerimi kolektif deneyimlere ortak etmek ve tüm bu durumların farklı sanat formlarına dönüşmesi için çabalamak. Gündelik yaşamımda sokaklarda gezer ve insanlarla konuşur, karşılaştığım nesneleri toplar, kayıtlar alırım. Bu projede de benzer bir yaklaşım içindeydim. Ulaşabildiğim kadar çok kişiyle iletişime geçmek, gündelik yaşamlarına tanık olmak, birlikte zaman geçirip sohbet etmek önceliğimdi. Sonra da doğayı dinlemek üzere dağlara, taşlara, güneşe, aya, suya, dağ keçilerine, ağaçlara kulak verdim. Onları dinledim, onlarla konuştum. Bu sırada etkileşim durumlarının kayıtlarını aldım. 

Saha araştırmasına gitmeden önce Dersim coğrafyası, inancı ve doğası arasındaki ilişki üzerine okumalar yapmıştım. Bu alanda çalışan antropologların kitaplarını, makalelerini ve tezlerini okudum. Araştırma süresince edindiğim bilgileri saha araştırmasında elde ettiğim verilerle bir araya getirdim ve sanat pratiklerine dönüştürme sürecim başladı. Dersimlilerin gündelik hayatta doğa ile uyum içinde ve etkileşimli yaşamlarını aktarma arayışım neticesinde performans, video ve yerleştirmeler ortaya çıktı. Bu çalışmalarımla yıllardır o coğrafyaya türlü biçimlerde yapılan müdahaleleri, zorunlu göçleri, katliamları, çatışmanın yaşandığı toprakların sesiz ağıtlarını, kurumuş otların, suyun, taşların tanıklıklarıyla aktarmaya gayret ettim. Video, performans ve yerleştirme ya da bez üzerine nakış pratiklerim, önceki çalışmalarımla paralellik gösteriyor. Kullandığım materyallerin anlam örgülerini kültürel referansları dikkate alarak yerleştirmelere dâhil ettim.

İşlerin vesilesiyle gündelik yaşama dair türlü eleştiriler üretiyorsun. Dersim’deki mevcut koşullara toplumsal bellek üzerinden bakınca ne görüyorsun?

Dağdaki Keçi, Gökteki Ay, Sudaki Balık sergisinde gündelik yaşamın eleştirisi üzerine biçimlenen üretimler, Dersim coğrafyasında rê / yol inancının kendi içindeki örgütlenme biçimi, kolektif hafızası ve kültürü; özellikle gündelik hayata karışan ritüelleri farklı sanatsal formlarda aktarıyorum. Bu bağlamda ekoloji ve kültür ilişkisinde yerelin evrenselliğine vurgu yaparak başka bir gündelik hayatı mümkün kılmanın ve insanın kendini, kültürünü inşasına katkı sağlamanın sanatsal ifade olanakları araştırıyorum. Planlı, programlı bir şekilde yapılandırılmış gündelik hayatın içinde yaratıcı ve üretici etkinliğin mümkün olabileceğini ve başka bir gündelik hayatın inşasının dayatılan gündelik hayatın bütünsel eleştirisi olmadan da mümkün olamayacağını vurguluyorum. 

Henri Lefebvre’e göre gündelik hayat “Doğa ile kültürün, tarihsel olan ile yaşantının, bireysel olanla toplumsalın, gerçek ile gerçekdışının birleşimidir; bir geçiş ve buluşma yeridir, iç içe girme ve çatışma yeridir; kısacası bir gerçeklik düzeyidir.” Dolayısıyla gündelik hayat bir olasılıklar deposu olarak sıradanın ve dayatılanların içinde gizli saklı kalan ayrıntılarıyla sürprizlere açık, üretici ve yaratıcıdır. Dersim’in toplumsal hafızasında, gündelik yaşamında doğayla olan tüm iletişimin, yaşam döngüsüne tanık olmak ve bu sonsuz döngüye göre yapılması gerekenlerin kaydı – belleği bulunuyor. Bu bilgi ve deneyim birikimini aktarabilmek, hem dışarıdan gelen yıkıma karşı durabilmelerinin hem de kendi ellerinden gelebilecek olası zararı önleyebilmenin tek güvencesi gibi duruyor. Dolayısıyla, bu sergi ile kültür – doğa arasındaki bağın korunması ve güçlendirilmesine ortak olabilmenin olasılıklarını düşünmeye davet ediyorum.


*Henri Lefebvre, Gündelik Hayatın Eleştirisi III, 2015, Sel Yayınları: İstanbul