“30 cadı yazar”, Vuslat Çamkerten’in çizimleriyle bir arada: “Suda Batmayanlar”

İlk romanı Ona Çok Benziyorum ile beğeni toplayan Vuslat Çamkerten, öyküleri, Psikeart Dergisi’nde yazdığı yazıları, çocuklarla düzenlediği felsefe atölyesi ve çizimleriyle üretken bir isim. Vuslat, “30 cadı yazar”ı kendine has tarzıyla kartlara resmedip, bir kutuda yan yana getirdiği çalışması Suda Batmayanlar ile üretimlerine bir yenisini daha ekledi. Sanatçıyla The Poet House etiketiyle 100 adet koleksiyonluk kutu üretilen harika çalışması hakkında konuştuk. 

Röportaj: Mine Metin

Merhaba Vuslat, cadı yazarları resmedip bir kutuda topladığın Suda Batmayanlar projesi ilhamını nereden alıyor? 

Merhaba Mine, bir zamanlar bazı kadınların cadı olduğuna ve cadıların suda batmadıklarına inanılır, bu inançla cadı denerek yaftalanan kadınlar, elleri ve ayakları bağlanarak suya batırılırdı. Suda Batmayanlar, ismini ve ilhamını bu korkunç ve gerçek hikâyeden alıyor. Bu küçük kutuda, bazen kendi isimlerinden bile vazgeçmek zorunda bırakılarak ve mahlaslar takınarak eserlerini yaratmayı sürdüren “30 cadı yazar” var. Bir başka kadın yazar ve çizer olarak, kendilerine çevrilen sert rüzgâra rağmen dimdik yürümekten vazgeçmeyen bu yazarları kendi tarzımda çizdim ve boyadım.

Seçki Emily Bronte’den Ursula Le Guin’e, Flannery O’Connor’dan Sandra Cisneros’a, Azra Erhat’tan Aslı Erdoğan’a tarihsel olarak çok geniş. Hangi yazarları resmedeceğine nasıl karar verdin?   

Seçtiğim yazarların hepsi benim kendi yazın hayatıma da ilham olmuş, direnişleri ve başkaldırılarıyla, an gelip taştıkları, dağılıp kendilerini yeniden inşa ettikleri yerlerde bana güç ve ışık vermiş insanlar. En kırılgan, en gölgeli zamanlarımda olduğu kadar, kendimi yenilmez hissettiğim anlarda da kendilerine selam çaktığım şairler ve yazarlar. 

Kartlarda, resmettiğin yazarların etrafında pek çok detay göze çarpıyor. Yazarlarla ilgili bir şeyler söylüyorlar sanki. Biraz bu detaylardan bahseder misin? 

Doğru, yazarların bazen yüzlerine, bazen omuzlarına, hatta giysilerinin desenine ama muhakkak kartın bir yerine onların yazın dünyalarından ve yaşantılarından işaretler ekledim. Virginia Woolf, Joy Harjo, Patti Smith, Füruğ Ferruhzad ve Ursula le Guin gibi bazılarının yanında ruh hayvanlarını görebilirsiniz örneğin. Sevim Burak’ın kartında yazarken birbirine diktiği sayfalar, Octavia Butler’ın kartında kitaplarında geçen yabancı türler, Meksika’nın renkleriyle boyadığım Sandra Cisneros’unkinde Mango Sokağı’ndaki evinin haritası var. Türkiye’nin ilk mitoloji sözlüğünü yazmış olan Azra Erhat’ın başının bir Medusa başıyla birleştiğini hayal ettim. Gizlemeyi ve gerilimi seven Shirley Jackson’ı çayından çıkan bir hayaletle, saksının içine sakladığı ev anahtarıyla resimledim. Toni Morrrison, yasaklanan En Mavi Göz’üyle, başka bir deyişle özgürlüğüne sahip çıkarken, Unica Zürn ise çocukken koparıldığı babasından kalma Afrika işi objelerle ve “Yasemin Adam”ın koruyucu ellerinin arasında Suda Batmayanlar’daki yerini aldı. 30 yazarın hepsinde bu türlü işaretler var ve aslında bu işaretler onlarda daha da fazlası olduğunu göstermek için var.

Cadılaştırma, kadınların mücadeleleri sayesinde bugün artık eskisi kadar keskin olmasa da ortadan kalkmadı maalesef. Erkek iktidarı devam ediyor. Sanatla uğraşan, yazıp çizen, “karanlıkta bile” aydınlığı paylaşan bir kadın olarak, sen de yapıp ettiklerinde kısıtlanmalar yaşadığını hissediyor musun ya da ayrımcılığa uğradığını fark ediyor musun? 

İnsan yalnızlaştırıldığı, yüz üstü bırakıldığı yerde sivrilmeyi, kuvvetlenmeyi öğreniyor. Görmenin kısıtlandığı bir yerde insanın kendisi göz olur, söylemenin, anlatmanın yasaklandığı yerde insan kendini sözcüklere dönüştürür, betona çevrilen bir şehirde insan aklını ormana çevirir. İnsan bunları yapabilen bir varlık. Bir gazeteye verdiğim röportajın yarısı, haber uçurulup makaslanıyorsa, bir kadın yazar olarak erkek yazarlarına telif verip kadın yazarlarını es geçen bir yayınevinden telifimi “cadılaşarak” alabiliyorsam hâlâ keskin bir bıçağın yaşamımızı ortadan ikiye ayırdığını söyleyebilirim. Ama dediğim gibi vazgeçmezsek dönüşebiliriz. Ve kâğıt gibi katlanmaya, avuç içi kadar bırakılmaya çalıştığımız her yerde bir devin ellerine dönüşebilir, şimdiyi ve geleceği kucaklayabiliriz. Yeter ki, karanlıkta bile gözümüzü aydınlığa dikmekten vazgeçmeyelim. 

“Cadılık yadigârdır” diyor,  Monique Witting. Suda Batmayanlar, bugünün cadılarına da ilham ve güç olsun öyleyse. Çok teşekkürler.

İnsanın, yaşamın içine kendinden sahici bir parça katması çok zordur. Bu kadınlar ruhlarını, o koca bilge ruha katıştırmayı bildiler. Yaşamın kalkan tüyleri, bulanan midesi, yenen tırnakları, arzuları, kâbusları oldular. Dönüşümü bu kadınlarda görebilirsiniz. Onlar genç yaşta kendilerini camdan atarken ya da kafalarını yanan bir ocağa uzatırken de bunların farkındaydı. İçlerinde boyun eğmeyen, ateşi kesmeyen, susmayan bir yer vardı. Toplumun onları saklamak, susturmak istediğini biliyoruz. Ne var ki, dayatmaya ve yasaklara maruz kalsalar da bu kadınların hepsi özgür iradeleriyle yaratmaya, yapraklanarak büyümeye devam ettiler. Buna bilgelik, çılgınlık, büyücülük, entelektüellik, ne derseniz deyin, işin gerçeği onlar bize bir şey verebilmek için değil, ancak böyle yaşayabildikleri ve başka türlüsü mümkün olmayacağı için yazmaya devam ettiler. Witting’in dediği gibi bize yadigâr kalan da bu. O koca bilge ruha, ruhumuzu katabilmek. 

Rengârenk boyadığım bu 30 cadı, tıpkı söylediğin gibi, bugünün cadılarına da güç versin, yol olsun. Benden de sana ve Bant Mag. ekibine çok teşekkürler, sevgiler.

Suda Batmayanlar kart setini edinmek için buraya tıklayarak Shopier’e ulaşabilirsiniz.