45 Albüm: Ekim 2024 best of
“Ne dinlesek?” diye soranlara, ekim ayından yerli – yabancı karışık 45 albüm. Sıralama kronolojik.
4 EKİM: Geordie Greep – The New Sound
(Rough Trade Records / GRGDN Müzik)
“The New Sound’u kaydederken, hayatımda ilk defa cevap vermem gereken kimse yoktu. Sahip olduğum her dürtüyle, bunu sonuna kadar takip etmem mümkün oldu. Bir gruptayken, sıklıkla ‘her şeyi yapabiliriz’ hissi olur ama bir anlamda bu yaklaşımda da kendinizi sınırlamış olursunuz. Bazen başka şeyler yapmak, bir şeyleri salmak iyidir.” black midi’nin dağıldığını duyurmasından kısa bir süre sonra, grubun vokalist ve gitaristi Geordie Greep ilk solo albümünü serbest bıraktı. Kayıtların yarısı Londra, yarısı São Paulo’da; 30’u aşkın müzisyenin katkısıyla gerçekleşmiş. Hatta Brezilya seanslarında, daha önce Greep’in yaptığı herhangi bir müziği duymamış olan bir grup yerel müzisyen, onunla stüdyoya girmiş. Takdir edersiniz ki hayli zengin bir manzara inşa ediyor ilk albümünde Geordie Greep. Yer yer Arto Lindsay tatları geliyor damaklara.
4 EKİM:Y Bülbül – ÜÜÜ
(Bağımsız)
ÜÜÜ, 10 yılı aşkın süredir Londra’da yaşayan, aslen İzmirli çok yönlü müzik insanı Yiğit Bülbül’ün yeni solosu. Fever (2020) ve İstanbullu perküsyoncu Yumurta’yla ortak albümü Not One, Not Two’dan (2022) sonra gelen koleksiyon; “yükseltilmiş, ikonoklastik bir prog-electronica albümü”, ayrıca “ahir zamana eşlik etmelik, distopik bir hyperpop operası” gibi merak kabartan tamlamalarla tanımlanıyor. Y Bülbül her zaman farklı ve değişken olmuştur. Bu onun hakkında sezip sonra onayladığınız bir şey. Tuhaflığı sakin ve tekil, bu yüzden de yakın ve ulaşılır. Buna rağmen yine de beklediğimizden daha acayip yerlere gidiyor bu sefer. ÜÜÜ, Fever’ın organikliğinden çok uzak: Bundan 180 derece ters bir icra var hatta. Y Bülbül’ün müzik haritasının önemli kısmını oluşturan, belki de tanımlayan tür ve dönemlerin derinlerine kendiliğinden dalıverip anksiyete, iklimsel /kimliksel / küresel krizler, anlamsızlıklara dair aydınlanmalar ya da sadece izlenimlerle geri çıkmış. Ambient, boşluklu alan yaşatan ama bir beton sertliğinde seçili bangerlar da barındıran ÜÜÜ ile müzisyen progresif damarını yeniden keşfederek sersemletici bir sonuca ulaşmış. “The Zone” ve “Red Plastic Slide”a katkı yapan Pop Miri ile “Lupin”in söz ve vokalinde sakince ışıldayan, bu yılki Love Lies Bleeding (2024) ile de bildiğimiz yönetmen Rose Glass, albüme buyur eden konuklar.
4 EKİM: Public Service Broadcasting – The Last Flight
(SO Recordings / Silva Screen Records)
Amelia Earhart’ın son uçuşundan ilham alan The Last Flight, dönemin ruhunu yakalayan arşiv kayıtları ve katmanlı ses manzaraları ile dolu. Grup, enstrümanların sınırlarını zorlayarak retro bir anlatımdan modern bir hikâyeye geçiş yapan sinematik bir akış sunuyor. Yaylılar ve elektronik ritimlerin oluşturduğu atmosfer, dinleyiciyi âdeta bir kokpitin içine alıp gökyüzüne doğru süzülüyor hissi vermekte. Earhart’ın hikâyesine tanıklık ederken, grubun imzası hâline gelen ses kolajları ve arkaik radyo kesitleri, nostaljik olduğu kadar yenilikçi bir deneyim sunuyor.
4 EKİM: Pharmakon – Maggot Mass
(Sacred Bones Records)
Son Pharmakon albümü Devour’un üzerinden beş yıl geçti -ki bu müzisyenin bugüne dek iki yayını arasında verdiği en büyük ara oldu. Yarattığı atmosferik ve endüstriyel ses bütünleriyle tanınan Margaret Chardiet, yeni Pharmakon albümünde bazı alışkanlıklarını bozuyor. Özellikle sözel ifade anlamında, kendisinden daha önce duymadığımız kadar açık ve doğrudan bir tavır benimsemiş. Baştan sona dinledikten sonra, içinden sıyrılması güç bir tortu kalıyor üzerinizde.
4 EKİM: The Barbarians Of California – And Now I’m Just Gnashing My Teeth
(Bağımsız)
AWOLNATION’dan Aaron Bruno ve Eric Stenman ikilisinin The Barbarians Of California projeleriyle ilk albümü, kendilerine yaraşır şekilde hardcore punk köklerinden uzak değil. Hatta üzerine çok şey katmış hâlde. And Now I’m Just Gnashing My Teeth, melodik riffleri, oldukça tesirli davulları, öfkeli vokaliyle kavrulan 10 parçaya sahip. Koleksiyon, Stenman’ın deyimiyle “şu anda dünyada duymadığımız bir sesi kovalamak için harcanan birçok saatin doruk noktası.”
4 EKİM: The Smile – Cutouts
(XL Recordings / GRGDN Müzik)
Thom Yorke, Jonny Greenwood ve Tom Skinner üçlüsünden iyi bir albüm bekliyorduk elbet ama bu eğlenceli ve oyuncu koleksiyon tahmin etmediğimiz bir yerden yakalıyor dinleyeni. “Zero Sum” ve “Eyes & Mouth” gibilerinde gitar yürüyüşünü takip edelim derken başımız dönüyor; “Colours Fly” ve “No Words”te üst üste dizilen taşlar gibi kurulan melodiler üçlüden daha önce duymadığımız bir groove yaratıyor. “The Slip”te Thom Yorke’un vokallerinin ne kadar enerjik ve keyifli duyulduğuna şaşıp kalıyoruz. Bu sene yayımlanan ilk albüm Wall of Eyes’la aynı döneminde kaydedilmiş olsa da Cutouts üçlünün şu âna kadar karşılaşmadığımız bir yüzünü betimliyor.
4 EKİM: Chubby and The Gang – And Then There Was…
(Flatspot Records)
Giderek tam anlamıyla bir solo projeye dönen Chubby and the Gang’in kurucusu Charlie Manning yeni albümdeki her enstrümanı kendi çalmaya ve her şarkıyı tek başına yazmaya karar vermiş. Uzun süredir İngiltere’nin punk sahnesinin gediklilerinden olan grubun yoğun ve alabildiğine yüksek enerjisi, daha önce yaptıkları gibi kısa dakikalara sıkıştırılmamış bu kez. Punk, hardcore ve rock’ı hemhâl etmenin yollarını arayan albüm, duraklarının her birinde başkaca heyecanlar yaşatabiliyor.
4 EKİM: Caribou – Honey
(City Slang / Merge Records)
Dan Snaith’in Caribou ile dönüşü pek çok açıdan heyecan verici elbette. Bir süredir teklilerle ısınma turlarında olduğumuz Honey, Kanadalı müzisyenin günlük hayattan alelade hislerden hareketle yazdığı karşı koyması güç dans parçalarından oluşuyor. Kalabalık dinlendiğinde lezzetinin artacağı aşikâr. Snaith’in kimi vokal oyunları için yapay zekâ araçlarına başvurmuş olması da Honey’i ilerleyen yıllarda müzik üretim teknolojilerine dair kimi tartışmaların parçası yapacak muhtemelen.
4 EKİM: Drug Church – PRUDE
(Pure Noise Records)
Drug Church beşinci stüdyo albümünde sahte olan her şeye alaycı bir yaklaşım benimserken, bu yanıltıcı dünyada oldukları gibi olmaktan vazgeçmeyeceklerine dair bir güvence veriyor. Bütün gerginliği, isyanı ve saklanamayan duygusallığı içselleştirmek ve harika gitar rifflerinin hepsinin tadına varmak için 28 dakikaya sığan on şarkıyı birkaç kez döndürmek şart. PRUDE, hardcore’un DNA’sında olan pürüzlülüğe sırtını yaslıyor. “Mükemmel” olanın uzağında, temiz bir kayıttan ziyade dağınık bir sonik evren ve bir enerji patlamasının sonucu gibi hissettiriyor.
4 EKİM: MEMORIALS – Memorial Waterslides
(Fire Records)
Verity Susman (Electrelane) ve Matthew Simms (Wire) ikilisinin oluşturduğu MEMORIALS, prodüksiyon ve kayıtlarını kendilerinin üstlendiği ilk albümleri Memorial Waterslides ile sürrealist bir pop deneyimine davet ediyor. En başta film müzikleri yapmak üzere stüdyoya giren ikili, sınırları olmayan bir ses evreni kurarak ironik gözlemlerden melankolik anlatılara uzanıyor. Pop ve disonans unsurları harmanlayarak, yer yer kaotik bir coşkuyla yükselirken, kimi anlarda ise sakin bir melodi eşliğinde yolculuğa çıkıyor. Akılda kalıcı bas yürüyüşleri, Susman ve Simms’in vokal armonileri ve yükselen gürültü katmanları ile Memorial Waterslides, beklenmedik geçişlerle dolu bir dinleyiş hâlini beraberinde getiriyor.
4 EKİM: Godspeed You! Black Emperor – “NO TITLE AS OF 13 FEBRUARY 2024 28,340 DEAD”
(Constellation)
Godspeed You! Black Emperor, gürültü ve melodiyi yoğurma biçimi ve eleştirel tavrıyla geride kalan 30 yılın en özel hikâyelerinden. Yeni albüm NO TITLE AS OF 13 FEBRUARY 2024, 28,340 DEAD, Gazze’deki savaşın korkunç yüzüne odaklanıyor. Michele Fiedler Fuentes’in İspanyolca okuduğu şiirler ve yaylılarla desteklenen melankolik kompozisyonlar, çoğunlukla karanlık ama yer yer de umut dolu bir atmosferde yankılanıyor. Gürültü katmanlarının altında duyulan isyan ve kalabalık bir müzik diliyle, Godspeed’in sözle anlatılması zor duyguları aktarmaktaki yetisini bir kez daha gözler önüne seren bir albüm.
4 EKİM: Zamilska – United Kingdom Of Anxiety
(Untuned Records)
Polonyalı prodüktör, besteci ve performans sanatçısı Zamilska, techno unsurlarını doğaya ait seslerle bir araya getirdiği cazibeli bir ses işçiliği üslubuna sahip. Endüstriyel ve noise yaklaşımıyla harladığı kazanında, yıkım ve distopya gibi kavramları çağrıştıran sesler türetiyor. 17 dakikalık son işi United Kingdom Of Anxiety de çiğ ve kirli dans müziğine meraklı kulakların hemen favorisi olacak türden.
11 EKİM: E L U C I D – REVELATOR
(Fat Possum Records)
En son Backwoodz etiketinden bir diğer MC billy woods’la tamamladıkları Armand Hammer ekürisiyle We Buy Diabetic Test Strips’te (2024) duyduğumuz New York çıkışlı Chaz Hall’un üçüncü stüdyo albümü. Prodüktörleri arasında Samiyam, DJ Haram, The Lasso, Alan Duggan gibi isimlerin yer aldığı albüme kadim dostları billy woods, Creature ve Sketch185 dizeleriyle eşlik ediyor. Çiğliği ve ince in-your-face üslubuyla küresel politik koşullara, evrensel sağduyuya konuşan bir koleksiyon REVELATOR. Endüstriyel, caz, noise, hatta kimi anlarda metal gibi türlerden nemalanan uzunçalar, müzisyenin diğer işlerine kıyasla daha fazla akustik enstrüman içeriyor.
11 EKİM: Deniz Erden – Anicca
(Bağımsız)
Deniz Erden, neo-klasik müzik alanında ilgi çekici işler ortaya koyan bir piyanist, besteci ve ses sanatçısı. İlk albümü Anicca’yı “şimdinin ve süreksizliğin bir arayışı” olarak tanımlamış, ne kadar da yerinde bir ifade. Müzisyen’in İstanbul’dan Berlin’e taşınma sürecindeki içsel devinimleri belgeleyen sekiz parçalık albüm; yer yer dokunaklı, yer yer aksak, yer yer coşkulu anlara ev sahipliği yapıyor. Göç etme hâlinin derinlerde yaşattığı titreşimlerin izini sürerken ressam Traugott Fuchs’a ya da şair Rainer Marie Rilke’ye de rastlıyoruz. Albümün kapak fotoğrafı da İdil Sezgin’den.
11 EKİM: Dawes – Oh Brother
(Dead Ringers)
Taylor Goldsmith ve grubu Dawes için yeni yüzyılda folk rock alanında en verimli ekip desek yanlış olmaz herhalde. Son 15 senede 9 albüm yayımlayan Dawes; genelde istikrarlı soundunu ufak tefek değişiklerle sürdürmeyi başardı hep. Yeni albüm Oh Brother ile gelen en büyük değişiklik ise son yıllarda ayrılan isimlerle beraber grubun sadece Taylor ve kardeşi, davulcu Griffin Goldsmith’ten ibaret hâle gelmesi. Küçük bir stüdyoda kaydedilmiş albüm, son zamanlardaki klasik rock eğilimlerinden biraz uzaklaşırken, hem birtakım stüdyo cambazlıkları hem de Griffin’in davulunun da daha öne çıkmasıyla enerjik, ilgi çekici bir çalışma.
11 EKİM: DoFlame – BENT
(Blue Grape Music)
Toronto’nun bereketli hardcore punk sahnesinin yeni harikası DoFlame’in ikinci albümü BENT, gençliğin taşkın enerjisiyle şehrin sokaklarının kaosunu çarpıştırıyor. Mateo Naranjo’nun agresif vokalleri ile hacimli gitarların birleşimi, âdeta kasırganın ortasına sürüklüyor dinleyeni. Hız ve öfkeyle patlayan ritimlerin dinmediği BENT, duygu dolu ama keskin mi keskin bir fırtınanın içinde kendi kimliğini arayan birinin yankısı.
11 EKİM: Kenichi Asai – OVER HEAD POP
(Sony Music)
90’larda aktif olan Japon ekip Blankey Jet City’nin vokalisti Kenichi Asai solo diskografisine sekizinci uzunçalarını ekliyor. 2000’ler başı alternatif rock’ın dans pistlerini dolduran enerjisiyle açılan koleksiyon bu enerjiyi kaybetmezken aynı anda da biraz maceracı ve oyunbaz birinin hayatına eşlik ediyormuş gibi bir anlatı yaratıyor. Mutlu, kutlama havasında bir rock albümü ararsanız OVER HEAD POP’u kaçırmayın deriz.
11 EKİM: Charli XCX – Brat and It’s Completely Different but Also Still Brat
(Atlantic)
Brat yazından sonra, sonbaharına da hazır mıyız? İngiliz pop yıldızı Charli XCX, haziran başında yayımladığı altıncı stüdyo albümü ile yaza damgasını vurmuş, popülaritesini arşa çıkarmıştı. Üzerinden çok da zaman geçmeden, albümün remiks versiyonu da bizimle. İsminden de anlayacağınız gibi bu geleneksel bir remiks albümü gibi değil. Şarkılar aralarında Caroline Polachek, Bon Iver, Jon Hopkins, Robyn, Lorde, Julian Casablancas gibi farklı tarzlardaki yetenekli isimlerin katkılarıyla oldukça değişmiş. Yeni bir albüm dinliyormuşsunuz hissi kesinlikle var. XCX, prodüktörü A.G. Cook ile beraber pop müzik sounduna yeni bir soluk getirmiş bir isim. Bu “remiksler” de işin hakkını veriyor açıkçası.
11 EKİM: Chat Pile – Cool World
(The Flenser)
Cool World, toplumsal karmaşanın ve bireysel çalkantıların Chat Pile’ın karanlık estetiğine yansıması. Melodik derinlikleri, endüstriyel gürültüyle birleştiren koleksiyon, ağır ve gürültülü bir atmosferin içinde kaybolmuş yankılar barındırıyor. Albüm, dinleyiciye bir yandan patır kütür gitar riffleri ve çarpıcı vokallerle hücum ederken, diğer yandan derin bir melankoli hissi yayıyor. Cool World, grubun öfkeden damarları kabarmış ve nihilist müzikal yapısının yeni bir parçası.
11 EKİM: The Linda Lindas – No Obligation
(Epitaph)
“Hiçbir zorunluluğum yok, sadece tüm beklentileri bir kenara itiyorum.” diye açılıyor ikinci The Linda Lindas albümü No Obligation. “Excuse Me” parçasında sert ve agresif bir punk ruhu, “All In My Head” ile pop melodilerinin neşesinin parladığı geniş yelpazeli albüm; grubun sadece müziğinde değil; kendi kimliğinde de nasıl büyüdüğünü gösteriyor. No Obligation, The Linda Lindas hikâyesinin, sahnedeki cesur duruşun ve müzikal evriminin sadece başlangıcı. Albümde bir de “Weird Al” Yankovic düeti yer almakta.
11 EKİM: Tucker Zimmerman – Dance of Love
(4AD)
İlk ve son albümü arasında 55 yıl olan bir müzisyeni hâliyle takdiri hak eder. Kariyerine 1960’ların sonunda başlamış ve Tony Visconti’nin prodüktörlüğünde yayımladığı 1969 tarihli debütü Ten Songs by Tucker Zimmerman ile David Bowie’den de bol övgü almış ve uzun süredir yaşamını Belçika’da sürdüren Zimmerman; 20 yıl aradan sonra yeni bir işle karşımızda. Günümüzün gözde indie folkçularıi Adrienne Lenker ve grubu Big Thief’in de katkılarıyla, ki albüm fikri de onlardan gelmiş, 83 yaşındak Tucker Zimmerman gayet eli yüzü düzgün bir işe imza atmış. Kanıtlayacak bir şeyi olmayan bir müzisyen edasıyla rahat, sakin ve ustalıklı bir yapıt. Lenker ile vokal uyumları da gayet güzel.
11 EKİM: Goat – Goat
(Rocket Recordings)
İsveçli; ya da kendi anlatılarına göre buraların -gerçek ama- acayip ve pek gizemli Korpilombololu psikedelik rock oluşumu Goat’un 12 yıllık serüveninin altıncı stüdyo albümü. Eklektik kolektifin kendi adını taşıyan uzunçalarında hard rock, psikedeli, afrobeat derken şimdi de funk’ı bünyelerine yedirdiğine tanık oluyoruz. Goat grubun önceki işlerine kıyaslara ayakları yere daha sağlam basan ve dingin, belli yönleriyle daha aşkın bir kayıt., Ritüelistik tınılarına katılan gitar lickleri ve sürükleyici soloların yanı sıra enstrümantasyona bir de piyanonun eklenmiş olması şaşırtıcı. Cızırtılı, tribal güruhun tınısına kapılmışken sanki gerçek dünyaya geri getiren bir dokunuş gibi duyuluyor. Doygun doygun, uzun uzun parçaların kimilerinde beklenmedik yollara gidilmiş, “All Is One”, trip-hop beatlerinin etkisindeki “Zombie” ve akışın son parçası (ayrıca yıldızı) olan “Ouroboros” buna istinaden tadına mutlaka bakılması gereken duraklar.
11 EKİM: Dua Saleh – I SHOULD CALL THEM
(Ghostly International)
Sex Education dizisinde Cal rolüyle tanıdığımız Dua Saleh’nin yeni albümünü tek sözcükle tanımlayacak olsak “seksi” derdik. On parmağında on marifet oyuncu, müzisyen, şair, aktivist Saleh 2019’dan beri müzik sahnesinde aktif. Yeni işi I SHOULD CALL THEM’de R&B türüne demir atmış olsa da house, caz ve başkaca dans müziklerine doğru savrulduğunu görüyoruz. Birbirini neredeyse takıntı hâline getirmiş ama henüz birbirine tam olarak adanmamış olan iki âşığın hikâyesini müziğe döken albüm her aranjmanı ve kararıyla heyecanlandıran, kan ısıtan bir iş.
11 EKİM: Can Güngör – Canlı Akustik
(Bağımsız)
Can Güngör mevsimine yakışır bir canlı akustik kaydı; Ezgi Daloğlu ve Kerem Can Dündar eşliğiyle… Müzisyenin ilk albümü Silik Düşler’in 10. yaşını külliyattan seçmelerle kutlarken, sessizliğin iki yüzünü anlatan iki yeni şarkıyla tanışacaksınız. “Sevda Buymuş”, Can Güngör yumuşaklığında inşa edilmiş flüt tınılarının kıpırtısıyla o’ndan ne gelecekse almaya ve elinde avucunda ne varsa vermeye, birlikte sessizliği paylaşmaya hazır birinin dilinden dökülüyor. “Saydım Yerimde” ise aynı nazik dokuyu gitar yürüyüşünde canlandırır ve anlatıcısının yaşadığı iç buğusunu saksafon notalarında duyururken; “Sevdim, sevildim korkular içinde.” diyerek kırılganlıktaki, kaçınganlıktaki sessizliğin ortasına bırakıyor dinleyeni. Yine bildiğimiz o sulardayız; bir akışına kapılmış, bir boğulmuşuz. Nihayetinde hep hatırlamamız gereken bir söze varıyoruz: “Hayat yeniden çağırıyor.” Bu sırada Can Güngör büyüsü de loop’tan çıkarmıyor.
15 EKİM: Danae Palaka – Velox
(AFOM Int. [A friend of mine international])
“Bu albüm mekanlara, anılara, canlılara ve koşullara dair his ve düşünceler üzerine kurulu ve dinleyiciye belli duyguları aktarmayı amaçlıyor; küçüklüğümden beri sahip olmayı dilediğim bir süper güç bu. Her şarkı başlı başına küçük bir evren ama aynı zamanda bir bütünün parçası.” Atina doğumlu, İstanbul’da yerleşik Danae Palaka, ilk solo albümü Velox’un ardındakileri bu sözlerle özetliyor. Müzisyenin sonik kurgusunda, başlıca enstrümanı olan davul ve ritimler merkezde konumlanıyor. Danae Palaka için kendi köklerini keşfe çıktığı serüvenin bir kalıntısı olan Velox; girift ritimler ve düşsel dokuların katmanlanarak kana karıştığı sekiz parçadan oluşuyor. Prodüktör Nikos Dervisis eşliğinde kaydedilen albüm, müzisyenin uçsuz bucaksız ilham havuzuna dalmanız için de bir davet niteliğinde.
17 EKİM: Palestine Solidarity Compilation Vol.2
(Bağımsız)
Goblin Daycare’in kürasyonunu üstlendiği, Filistin’le dayanışma amaçlı toplama albüm serisinin ikinci edisyonu artık yayında. Albüm, bölgede yardım çalışmalarını sürdüren farklı kuruluşlara destek olma amacını taşıyor. İlk albümde olduğu gibi 27 parçadan oluşan toplamada Meksika’dan Belçika’ya, dünyanın dört bir yanından grup ve müzisyenler yer alıyor. KEG, Uranium Club, Stuck, Carrion Kids, Spread Joy, Plexi Stad gibi günümüz punk sahnesinin kendine özgü grupları yeni kayıtlar, demolar ya da coverlarla Goblin Daycare’in çağrısına yanıt vermiş. Ayrıca 90’ların kült gruplarından Six Finger Satellite’tan 1993’te canlı kaydedilmiş bir The Stooges yorumu da albümde.
18 EKİM: Hav Hav! – Mezarımda Parti Var
(Bağımsız)
Mert Tugen, Ozan Uzunsoy, Emir Aktunç ve Caner Akcan’dan oluşan Hav Hav!, salaş garaj, rock’n’roll ve punk sularında gönlünce gezinmeye devam ediyor. Bugün, burada bir genç olarak yaşamanın beraberinde getirdiklerini kurcalayan şarkılardan oluşan ikinci albüm Mezarımda Parti Var, adından anlaşıldığı üzere ölüm olgusuna da sık sık temas ediyor. Her zamanki gibi catchy, dolaysız bir anlatım ön planda. Sürprizli yollara sapmadan, yapmayı sevdiği şeyin izini süren bir grup olmaya devam ediyor Hav Hav!. Prodüktörlüğünü Taner Yücel’in üstlendiği koleksiyonun mastering işlemleri de Görkem Karabudak tarafından yapıldı. Mert Tugen’in yönettiği “Mezarımda Parti Var” klibi de işte burada.
18 EKİM: Phantogram – Memory of a Day
(Neon Gold Records)
New York’tan Sarah Barthel ve Josh Carter’dan oluşan Phantogram‘ın tarihi artık 20 yıla yaklaşıyor. Veteran bir grup oldular. Bünyesinde Charli XCX, HAIM gibi revaçta isimleri bulunduran Neon Gold Records’tan yayımladıkları ilk albüm olan Memory of a Day, farklı dönemlere ve akımlara ikilyle özdeşleşen düşsel filtreden bakış attığımız kesitleri bir araya getiriyor. 80’ler ve 90’lar referansları albümün geneline yayılmış durumda. Her parçanın tekrar döndürme isteği uyandırdığını söylemek güç ama bir bütün olarak kararlı bir akış olduğunu söyleyebiliriz.
18 EKİM: Kelly Lee Owens – Dreamstate
(dh2)
Galli müzisyenin Dirty Hit’in elektronik müzik baskısı dh2’den çıkan ilk; zamanında David Avery, James Greenwood gibilerince kutsanmış kariyerinin ise dördüncü albümü. İki gözünü de göğe çevirmiş, üçüncüyle de içeriye bakmaya devam eden bir kayıt. Hedef öfori, zirve, hayal, hayat, rüya… Çok daha iddialı ama bir o kadar kendiye barışık bir fazda. Innersong (2020) ve LP. 8 (2022) ardından melankolik ambient’tan coşkulu techno tınılarına şimdiden dillere destan bir edayla eksen değiştirmiş Owens. Minimal ve sabırlı build-up’lara sırtını tembelce değil; kararlılıkla dayıyor. Sakin sakin ama inatla kendi bildiğini okuyan biri zaten ama bu albümde tanıştığımız; Owens’ın en hür, en kaygısızca rahat hâli.
18 EKİM: Porridge Radio – Clouds In The Sky They Will Always Be There For Me
(Secretly Canadian)
Porridge Radio bir grup olarak ve solist Dana Margolin bir hikâye anlatıcısı olarak epey olgunlaşmış. Albümün sözleri ilk andan göze çarpan savunmasızlığını öfke ve aşka yakın duyguların uzantılarıyla tamamlıyor. Clouds In The Sky They Will Always Be There For Me’de büyük ve kalabalık olmaktan korkmayan alternatif rock parçaları ve daha sessiz ve minimal akustik güzelliklerin iyi bir dengesi yakalanmış. Özellikle grup üyelerinin beraber ne kadar iyi işlediğine, şarkı yazarlıklarını toptan ne kadar geliştirdiklerine hayran olmamak elde değil. Margolin duygularının götürdüğü bütün tepelere ve çukurlara gitmeye hazır ve grubu da tam arkasında onu takip ediyor.
18 EKİM: Christopher Owens – I Wanna Run Barefoot Through Your Hair
(True Panther)
2010’ların ilk yarısında Christopher Owens için her şey iyi gidiyordu. Grubu Girls ve solo işleriyle güzel eleştiriler alıyor, YSL ve H&M gibi markaların kampanya yüzü oluyordu. Sonra hayatı tepetaklak gitmeye başladı. Önce bir motosiklet kazası, eşinden ayrılışı, işsizlik -ki bir dönem arabasında bile yatmak zorunda kalmış- ve Girls’ten grup arkadaşı Chet “JR” White’ın ölümüyle sarsıcı yıllar geçirdi. 9 yıldan sonra gelen yeni solosu bu zor dönemleri anlatan etkileyici bir albüm. Country-vari, samimi bir yaklaşımla yer yer John Lennon ve Harry Nilsson’un 70’lerdeki işlerini hatırlatıyor. Yılın en iyilerinden. Umarız bundan sonra işleri yolunda gider.
18 EKİM: Karate – Make It Fit
(Numero Group)
90’lar sonları, 2000’ler başları alternatif müzik âleminin en kendine özgü, en özel gruplarından biriydi Karate. Davul-gitar-bas üçlüsü olarak kurguladıkları janrlar ötesi külliyatla 20 yıldır demir atmış konumdaydı Boston çıkışlı grup. Ne mutlu ki “bugün oldukları yeri belgeleyecek” bir albümle hikâyelerini devam ettiriyorlar. Geoff Farina’nın mikrofon başına ilk günkü heyecanla geçtiğini ânında hissettiren albümün ilk yarısı biraz daha dingin, melankolik parçalardan oluşuyor. “Fall to Grace”le birlikte kendi garaj stüdyosunda takılan bir gruba eşlik eder bir kıvama bürünüyor. Karate’yi Karate yapan bu doğrudanlık, 2024’te de kesinlikle iyi çalışıyor.
18 EKİM: High Vis – Guided Tour
(Dais Records)
Londralı punk grubu High Vis, üçüncü albümü Guided Tour ile öfkenin sadece bireysel bir dışavurum olmadığını gösteriyor. Hardcore’un sert tınıları ve Britpop melodileri arasında gidip gelen Guided Tour, öfkeli ama daha derininde dayanışma ve topluluk ruhu hâkim. Graham Sayle’in vokallerindeki yoğun duygu yükü, gitar riffleriyle birlikte zaman zaman patlamalarla bir yandan iç burkucu gerçekliklerle yüzleşirken, bir yandan da umut arayışında.
18 EKİM: Jerry Cantrell – I Want Blood
(Double J)
Grunge’ın belirleyici grubu Alice in Chains’i düşününce akla ilk gelen genç yaşta kaybettiğimiz Layne Staley’nin etkileyici vokali olsa da grubun beyni şarkı yazarı, vokalist ve gitaristi Jerry Cantrell’di. Cantrell 2010’larda grubu saygın sayılabilecek şekilde yeniden yarattıktan sonra; eli yüzü düzgün solo çalışmalarla da kariyerine tam gaz devam ediyor. I Want Blood, grubun zirvedeki zamanları olan 90’lardaki soundlarına yakın yüklü distortion ve groove’lar ile Alice in Chains severleri de mutlu edecektir. Grubun da devam ettiğini, yeni bir albüm beklendiğini hatırlatalım.
25 EKİM: Moin – You Never End
(AD 93)
Joe Andrews, Tom Halstead ve Valentina Magaletti’nin Moin seyri, güncel müziğe dair en büyük heyecan sebeplerinden biri olmaya devam ediyor. Üçlünün yakaladığı keskin kimya, duygu aktarımını pürüzsüz kılan sarmallar olarak vücut buluyor. Üçüncü albümde denklemde insan sesinin rolü biraz daha parlıyor; kimi parçalarda Olan Monk, james K, Coby Sey ve Sophia Al-Maria mikrofon başına geçmiş. You Never End, sonik tercihleri anlamında bir yenilik sunmuyor belki ama dinleyiciyi bir diyaloğun tam göbeğine yerleştiren kurgusuyla kendinizi koşulsuz teslim etme isteği uyandıran bir deneyime dönüşüyor.
25 EKİM: Underworld – Strawberry Hotel
(Virgin)
Başta techno olmak üzere elektronik müziğin bir sürü dalında akla gelen ilk isimlerden olan İngiliz ikili Underworld 40. yılına yaklaşan serüveninin 11. albümü Strawberry Hotel ile karşımızda. 2016’dan beri ilk geleneksel albümleri diyebiliriz, zira 2019’daki 7 CD’lik Drift Series 1 daha çok deneysel bir çalışma olarak görüyoruz. Albüm Underworld’ün tüm güçlü yanlarını yükselten, son 10-15 yıldaki işlerinden daha köşeli, daha dinamik; onlardan beklediğiniz her şeyi barındıran bir çalışma. Elektronik müzik dijital çağda gücünü hiç kaybetmedi. Bu tarzın neredeyse tüm aşamalarına tanık olmuş olan Underworld de az rastlanan bir istikrarla harika ürünler vermeye devam ediyor.
25 EKİM: Pom Pom Squad – Mirror Starts Moving Without Me
(City Slang)
“Downhill”, “Street Fighter” gibi birkaç tekliyle ısınma turlarını tamamladığımız koleksiyon, tüm samimiyeti ve sorgulamalarıyla kucağını bizlere açtı. “Ben kimim dünyada?” sorusunu albümün temeline yerleştiren ve Alice Harikalar Diyarında’dan aldığı ilhamla Mia Berrin, hâliyle karanlık sulardan geliyor. Ses yelpazesinin oldukça geniş olduğu Mirror Starts Moving Without Me engebeli yapısı, feminizmden aldığı özgür ve korkusuz ruhuyla hem kendine hem dünyaya karşı punk ve grunge etkili 10 enerjik parçasıyla çok içsel, çok dürüst.
25 EKİM: Nicolas Jaar – Piedras 1 / Piedras 2
(Other People / Stem)
Şilili elektronikçinin yeni çifte albümü, Pinochet rejimi tarafından işlenen insan hakları ihlallerinin kurbanlarının anıldığı bir bilim kurgu radyo oyunu için kaydedilmiş parçalardan oluşuyor. Oyun daha sonra Mexico City Üniversite Müzesi’nde 24 kanallı bir enstalasyona dönüştürülmüş. Oyun içinde Salinas Hasbún’un (bu isim Jaar’ın büyükanneleri Graciela Salinas ve Miriam Hasbún’a bir saygı duruşu) müziği olarak sunulan işler noise, statik ve parazitlerin girip çıktığı aşındırıcı seslerle ambiyansı ağır ve karanlık olduğu kadar dans pistlerine entegre olabilecek katartik anlara da yer veren bir derinlikte.
25 EKİM: Better Lovers – Highly Irresponsible
(SHARPTONE)
Better Lovers’ın ilk albümü, hem punk enerjisinin hem de hardcore sertliğinin tam anlamıyla uyumlandığı bir patlama. Every Time I Die ve Dillinger Escape Plan üyelerinin bir araya gelmesiyle oluşan bu grup, yepyeni bir kimyanın yarattığı bu sersemletici uyumu hissettiriyor. “Lie Between The Lines” enerjik giriş riffleriyle dikkat çekerken, “A White Horse Covered In Blood” vokal performansıyla vurucu bir etki yaratıyor. Highly Irresponsible, metal ve hardcore soundunun içine katılmış taze, çarpıcı fikirlerle dolu yüksek iradesizlik ile tanımlanabilecek bir macera.
25 EKİM: Amyl and the Sniffers – Cartoon Darkness
(Rough Trade Records / GRGDN Müzik)
Amy Taylor, “şeytanla yarı yolda buluşmak istemiyorum” diyor ve Cartoon Darkness’ın distopik evreninde karşısına çıkan tüm şeytanlara meydan okuyor. Amyl and the Sniffers’ın marş tadındaki punk coşkusu, üçüncü albümde daha melodik bir forma kavuşsa da aynı kendinden emin ve doğrudan tavrını koruyor. Başkaldırı ruhu, iklim krizinden dijital dünyanın sahteliğine kadar geniş bir alana yayılıyor; “Bailing On Me” ve “Big Dreams”te daha kişisel bir siteme dönüşürken, “Me And The Girls” ve “U Should Not Be Doing That” parçalarında ise toplu bir isyan havasına bürünüyor. Tedirgin edici üsluplarııyla grup, kendinden taviz vermeden konformizme kapılmayı reddediyor ve bu siniri dipten kaynayan bir punk rock patlamasına dönüştürüyor.
25 EKİM: Félicia Atkinson – Space As An Instrument
(Shelter Press)
Üretimlerinde genellikle mikrokozmos ve makrokozmosu birbirine bağlayan Fransız şair ve müzisyen Félicia Atkinson, yeni albümünün merkezine piyanoyu konumlandırmış. Sisli, belli belirsiz bir ortamdayız. Belirip kaybolan elektronik dokularla derinleşen mekânsal bir tasarı deneyimliyoruz Space As An Instrument boyunca. Fısıltılar ve alan kayıtlarıyla sonik haritasını tamamlayan albüm hakkında Atkinson, “anlaşılma ve anlaşılmama sınırında” yorumunu yapıyor.
25 EKİM: Fievel Is Glauque – Rong Weicknes
(Fat Possum Records)
Albümle ilgili bir röportajda “Rong Weickness için 35 şarkı kaydetmişsiniz, albümün şarkı listesine nasıl karar verdiniz?” sorusunda “Tamamen içgüdüsel” cevabını vermiş Zach Phillips. Bu cevabı Fievel is Glauque’ın yayımladıkları tüm işler ve bunlara yaklaşımları hakkında da geçerli. Geleneksel şarkı yapılarını büyük bir kararlılıkla reddeden ikilinin ortaya çıkardığı müzik hem özgün hem de akışkan bir hava yaratıyor. Bir yandan çok dürüst bir yandan da biraz ciddiyetsiz hissettiren koleksiyonu birbirine zıt sıfatlar kullanmadan tasvir etmek güç. Phillips ve Clement ikilisi ne yaptıklarını çok iyi biliyor gibi, biz de prog-jazz konusunu devralmış olmaları konusunda iyi hissediyoruz.
25 EKİM: Laura Marling – Patterns in Repeat
(Chrysalis / Partisan / GRGDN Müzik)
Sekizinci uzunçalarında belki de kariyerinin en sessiz işine imza atıyor Laura Marling. Bir önceki projesi Song for My Daughter’la büyük bir kitlenin radarına giren müzisyen yeni işinde de ilhamını ailesinden ve ev hayatlarından alıyor. Zaten kayıtları da ev stüdyosunda arkada eşinin ve kızının sesleriyle gerçekleştirmiş. Akustik gitar melodilerinin su gibi aktığı albümün minimal ses dünyası o kadar kırılgan ki perküsyonun yokluğunu fark etmeden 11 şarkıyı döndürmek mümkün. Şarkıların çoğu Marling’in kızına yazılmışsa da aslında birini sevmenin, onun hakkında endişelenmenin ve bu endişenin insanı ne kadar çaresiz hissetirebileceğine dair düşüncelerden ibaret aslında Patterns In Repeat. Güzelliğini ve evrenselliğini de burdan alıyor bizce. Birçok ânında Leonard Cohen’i andıran koleksiyondan “Caroline” kalbimize ilk yerleşenlerden oldu.
25 EKİM: Ozoyo – Worm
(Threefinger)
Yaklaşık 10 yıldır kayıtlarını farklı format ve temalarda önümüze getiren İstanbullu prodüktör Ozoyo, son uzunçalarını 2019’da yayımlamıştı. Su altına, galaksiler arası patikalara savrulduğu kimi EP ve teklilerin ardından Worm adlı yeni albümüyle analog synthesizerlar eşliğinde yerin altına daldırıyor bu kez. Organik, hatta bir şeylerin size yaklaşıp uzaklaştığını, size temas edip kaçtığını yaşatan ses manzaralarından oluşuyor yeni Ozoyo albümü.
28 EKİM: Tyler, The Creator – CHROMAKOPIA
(Columbia)
Odd Future yıllarından beri her işinde daha çok spot ışığına maruz kalan Tyler, The Creator, neyse ki müziğini formülize etmeye, tekrara düşmeye hiç yanaşmıyor. Prodüktörlüğünü bizzat üstlendiği 14 şarkılık son numarası CHROMAKOPIA, müzisyen için bir nevi “öz keşif” albümü. Pek çoğumuz gibi 30’larına girdiğinde dönüp bakmış ve çıkarımlarını kendi bildiği şekilde dökmeye karar vermiş. Albümün genelinde iddiasız, “laid-back” bir tavır var. Neredeyse başka albümlere girebilecek şarkılardan oluşsa da baştan sona tek bir tümseğe takılmadan akabiliyor olması da bu tavırla mümkün oluyor. Tyler; zihnini tilkilerden nasıl arındırdığına, babasının gölgesinden nasıl sıyrıldığına, özgüvenini nasıl diri tuttuğuna dair kafiyeler savuruyor bu kez. CHROMAKOPIA, diskografisinin ilişki kurması en rahat albümü, şüphesiz.