Uzun bir yılın ardından: 6 Şubat

Yazı: Tuğçe Tezer - Fotoğraflar ve fotoğraf altı yazılar: Dilan Bozyel (Hayata Destek Derneği ile)

6 Şubat 2023 günü sabaha karşı saat 04.17’de, Kahramanmaraş’ın Pazarcık ilçesinde 7,7 büyüklüğünde ve aynı gün öğleden sonra, yine Kahramanmaraş üslü 7,6 büyüklüğünde iki deprem meydana geldi. Depremde Gaziantep, Hatay, Osmaniye, Adıyaman, Şanlıurfa, Diyarbakır, Malatya ve Adana başta olmak üzere çevre illerde büyük bir yıkım gerçekleşti. O günün üzerinden tam bir yıl geçmişken, geride bıraktığımız uzun bir yıla dönüp baktığımızda, o günden beri sorduğumuz ve bundan sonra hiç unutmamamız gereken soruların hâlâ geçerli olduğunu görüyoruz: “6 Şubat ve 20 Şubat’ta ne oldu? Öncesinde ve sonrasında olmaması gereken neler oldu, olması gereken neler olmadı?”  

Bu yazıda 6 Şubat depremlerinin ardından geçen bir yıllık süreyi, depremle beraber en büyük yıkımın yaşandığı, 20 Şubat’ta art arda gerçekleşen Hatay merkezli depremlerle yıkımın iyice derinleştiği Hatay – Antakya üzerinden ele alarak; süreci anlamaya ve bundan sonrası için neler yapılabileceğini tartışmaya çalışacağız.


Antakya’nın 6 Şubat 2023 depremleri öncesi ve sonrası kızılötesi uydu görüntüleri, NASA, 2023.

Hatay ve Antakya’da yaşayanlar 5 Şubat 2023 akşamı, önceki günlerden hiçbir farkı olmayan bir günü tamamlamış, sabaha karşı uykularının en derin yerindeyken, süresi bir buçuk dakikaya yaklaşan; hissedilme şiddetine ve biçimine dair çok sayıda farklı tarifi sene boyunca dinlediğimiz, okuduğumuz büyük bir depremi yaşadı. Depremden sonraki ilk günler, bölgeden uzaktakiler için doğru ve doğru olmayan birçok bilginin yoğun akışıyla geçerken; bölgedekiler için bu ilk günlerde yaşananların bıraktığı ruhsal etkilerin, hayatları boyunca geride bırakılması pek mümkün görünmüyor. 

Depremden sonra -bugün hâlâ bu konuya ilişkin tartışmalar sürse de- uzun bir süre boyunca, depremin nasıl olup da bu kadar geniş bir coğrafyayı bu kadar derinden etkileyebildiğini anlamaya çalıştık. Depremi takip eden günlerde hayatımıza -her nedense 1999 Marmara Depremi’nden sonra “hiç unutmayacağımıza” dair beyanlarda bulunup birkaç sene içinde unutmuş olduğumuz- bazı kavramlar hızlıca tekrar girdi: Arama kurtarma çalışmaları, ekipman ihtiyacı, enkaz kaldırma, çadır, konteyner, afet sonrası toplanma alanları, sorumlular, ihmal, dayanışma, sosyal devlet, barınma hakkı, “yeniden inşa”… Bu kavramların tamamına yakını, günler ve haftalar içinde yerel halk başta olmak üzere pek çok çevrenin -büyük bir kısmı haklı olmak üzere- eleştirilerine konu oldu.

Zaman geçtikçe, deprem öncesi döneme bakmanın en az depremden sonraki günlere bakmak kadar büyük bir önem taşıdığını fark etmeye başladık. 6 Şubat ve 20 Şubat’ta ne olduğunu gerçekten kavrayabilmenin; ancak öncesinde ve sonrasında olmaması gereken nelerin olduğunu, olması gereken nelerin olmadığını anlamakla mümkün olabileceğini yavaş yavaş gördük, kabullendik. Hâl böyle olunca, önce Antakya’nın yüzyıllar öncesine uzanan yerleşmeler tarihi içinde geçirdiği sayısız deprem ve tamamen yıkılıp neredeyse aynı yerde kurulduğu en az yedi depremi, bu depremler tarihinin bize öğrettiklerini ya da öğretmesi gerekenleri hatırladık. 

Tarihteki depremler bize en azından, yerleşime uygun olmayan zeminde yapılaşırken nelere dikkat edilmesi gerektiğini; depremden sonra artçı sarsıntılar en az birkaç sene sürebildiğinden, zeminin sağlamlığından emin olunmadan kalıcı konutları inşa etmek yerine, geçici dönemi olabildiğince nitelikli, sağlıklı ve güvenli hâle getirmenin önemini gösteriyor. Öte yandan “depreme hazırlık” dediğimiz sürecin her aşaması ve bileşeniyle nasıl ıskalandığını, yine deprem öncesi süreçte Hatay ve Antakya’da yapılanlara baktığımızda anlıyoruz. 



Depremselliği yalnızca tarih araştırmacıları tarafından değil, tüm yerel ve merkezi yönetim kurum ve aktörleri tarafından da her zaman bilinen Hatay’da, 2011 yılında bir Hatay Deprem Çalıştayı düzenleniyor. Çalıştayın katılımcıları Hatay için mutlaka bir “deprem master planı” yapılması gerektiği ve olası bir depremde Hatay’ın dayanıksız yapı stoğu nedeniyle büyük bir yıkım ve can kaybı gerçekleşebileceği konusunda hemfikir. Hatay Büyükşehir Belediyesi’nin 2014 yılında resmî faaliyetine başlamasından önce Antakya merkez ilçe, çevredeki ilçeler, belde ve köylerden oluşan Hatay ilinde, “belde belediyeleri dönemi” olarak anılan süreçte yapılmış olan ve zeytinlikler başta olmak üzere doğal alanlarda yüksek yapılaşma hakları tanımlayan çok sayıda Uygulama İmar Planı’nın getirdiği yapılaşma koşulları, HBB’nin kurulmasını takip eden süreçte hazırlanan Çevre Düzeni Planı’nda “olduğu hâliyle” kabul ediliyor. 

Bu durumun sembolik bir sonucunu, depremden sonra hepimizin “Rönesans Rezidans” olarak duyduğu, bir zeytinlik üzerinde belde belediyeleri döneminde verilen bir plan kararıyla E=2,8 emsal değeriyle inşa edilen, bulunduğu kentin ve konumun ihtiyacı, dinamikleri, ölçeği, zemin niteliği ve çevresel özellikleriyle her açıdan uyumsuz olan ve depremde en az bin kişinin vefat etmesine neden olan yapıya ilişkin haberlerle öğreniyoruz. Bu sırada burada anılan yapının müteahhidinin, 2011 yılında Deprem Çalıştayı’nda Hatay’ın depreme dayanıklı hâle getirilmesi gerektiğini anlatan Mimarlar Odası Hatay Şube Başkanı; bugünün Hatay Büyükşehir Belediye Başkanı’nın ise aynı çalıştayda Deprem Master Planı’nın yapılması gerektiğini salık veren o dönemin Antakya İlçe Belediye Başkanı olduğunu hatırlatmak gerekiyor. Tabii, buradaki bilme – bilmeme sorunu ve yetkili – sorumlu olma konularındaki sembolik örneklerin münferit olmadığını, aslında deprem öncesi hazırlık sürecindeki yetki – sorumluluk konusu ve bu konuya ilişkin suistimale eğilimin büyük ölçüde sistemsel bir sorun olduğunu da hatırlatmak gerekiyor. 

Hatay ve Antakya’da depremin yıkıcı etkisini derinleştiren meseleler çok çeşitli olsa da özellikle doğal alanlara insan eliyle yapılan müdahaleler, Amik Gölü’nün kurutulması ve oluşturulan alan üzerinde (üstelik bölgedeki üç fay hattının çakışma noktasında) bir havalimanı ve hastane inşa edilmesi, doğal su sisteminin aşama aşama bozulması, Asi Nehri’nin her iki yanında yapılan dolgu alanlarıyla bir su kanalına çevrilerek, bu dolgu alanlarının yapılaşmaya açılması, zemin mukavemeti açısından en zayıf, zayıf ve az sağlam zemin niteliğinde olan alanların herhangi bir tedbir alınmadan -ve yüksek yapılaşma haklarıyla- yapılaşmaya açılması, afet sonrası toplanma alanı olma potansiyeli taşıyan kamusal açık mekânların ticaret kullanımlarıyla işgal edilmesi, acil durumlarda erişimin sağlanacağı ana ulaşım yollarının dayanıksız altyapısı, yapı denetim sisteminin olması gerektiği şekilde işletilmemesi, yapılarda yaşam başladıktan sonra yapılan -büyük ölçüde yapının statik dayanıklılığını etkileyen- yapısal müdahaleler, tarihi merkezde yapılan restorasyon uygulamalarında sıklıkla eleştirilen özensiz uygulamaların tarihi dokuyu deprem dirençli hâle getirmeyi önceliklendirmemesi, en dayanıklı olması gereken idari kurumlar, sağlık tesisleri gibi kamu kurumlarının faaliyet gösterdiği yapıların afet dirençli olarak inşa edilmemesi ve bu yapıların da denetiminin sağlanmamış olması gibi konular öne çıkıyor.

2021 yılında hazırlanmış olan iki önemli rapor, Hatay Valiliği ile AFAD’ın birlikte hazırladığı İRAP (İl Risk Afet Azaltım Planı) ve Jeoloji Mühendisleri Odası’nın hazırladığı Fay Üzerinde Yaşayan İller: Hatay Raporu’nun sunduğu, Hatay’ın yüksek deprem riskine ilişkin güncel veriler ve olası bir depremde gerçekleşmesi muhtemel senaryoların ortaya koyduğu yıkımın boyutu da burada depreme hazırlık çerçevesinde herhangi bir tedbir alınmasını sağlamıyor. Üstelik aynı dönemde, 2018 yılında ilan edilen “imar barışı”na 2021 yılına kadar Hatay’dan 56 bin adedin üzerinde başvuru yapılıyor. Tarihte ve yakın geçmişte giderek gelişmekte olan teknolojiyle her gün biraz daha bilinir hâle gelen deprem riski karşısında bir kenti dayanıklı hâle getirmenin en önemli araçlarından olabilecek “kentsel dönüşüm” süreci ise, yereldeki Mimarlar Odası Hatay Şubesi başta olmak üzere HAMOK (Hatay Akademik Meslek Odaları Koordinasyonu) çağrılarına rağmen, depremden sonra idari koordinasyonsuzluktan kaynaklandığı anlaşılan nedenlerle bir türlü uygulanamıyor. Dolayısıyla, 6 Şubat 2023’te merkez üssü Kahramanmaraş olan depremler, bu coğrafi uzaklığa rağmen en yıkıcı etkisini Hatay ve Antakya’da gösteriyor. 


Enkazlardan çıkan demirleri satmak üzere toplayan insanlar var çevrede. Bir kısmının Hataylı olmadığı konuşuluyor sokaklarda. Kim oldukları belirsiz. Enkaz yığınlarının arasındalar. Güvenliğe dair hiçbir önlemleri olmadan yüklendikleri parçaları çuvallarına taşıyorlar. Kim oldukları kadar nereye gittikleri, topladıklarını nereye götürdükleri de belirsiz. Bu insanlara hesap sormak için geçerli bir sebep yok.

Antakya’nın fiziki mekânının yüzde 85 oranında yıkıldığı ya da hasar gördüğü depremde, büyük can kayıpları gerçekleşiyor. Depremi takip eden günlerde ise, literatürde, geçmiş ve uluslararası örneklerde depremden sonra yapılması gerektiği -deneyimlere dayanılarak- anlatılan uygulamalar da tıpkı depreme hazırlık süreçleri gibi, büyük ölçüde yokluğu üzerinden izleniyor. Depremden sonraki en fazla birkaç haftalık sürede kullanılması önerilen çadırların yanında, bir yılın sonunda Antakya’da bugün hâlâ konteynerler ve seralar, geçici barınma alanları olarak kullanılmaya devam ediyor. Hâlbuki depremi takip eden ilk birkaç haftadan sonra -en fazla üç dört ay kullanılmak üzere- konteyner alanlarının sosyal donatılar, eğitim ve sağlık tesisleri, kamusal mekânlar, erişim olanakları da gözetilerek hazırlanması, bu sürecin devamında ise konteynere kıyasla daha dayanıklı ve nitelikli kabul edilen prefabrik konut alanlarının oluşturulması gerekiyordu. 

Bu sürecin yavaşlığı ve gerekli olduğu tanımlanan süreçlerden büyük farklılıkları, Hatay ve Antakya’nın yakın tarihindeki en büyük iç göçü vermesine neden oluyor. Depremden sonra nitelikli, sağlıklı ve güvenli geçici barınma alanlarının, aynı zamanda temel sağlık, eğitim tesisi ve çalışma alanı ihtiyaçlarının sağlanmaması nedeniyle Antakya ve Hatay’ın depremden sonra hayatta kalan nüfusunun önemli bir bölümü Adana, Mersin, İzmir, Ankara ve Antalya’ya göç ediyor. Bir yıl geride kalırken, bu iç göçle Hatay’dan giden nüfusun geriye dönmesi için gerekli olan altyapının sağlanmış olduğundan bahsetmek, ne yazık ki mümkün değil. Geçici barınma alanları yerine deprem bölgesinde hemen yapılacağı beyan edilen -uzmanlar tarafından, zeminin güncel depremsellik durumu netleşmeden yapılmaması gerektiği belirtilen- kalıcı konutların ise henüz çok küçük bir kısmının inşa edilmiş olduğunu görüyoruz. Barınma alanları açısından içinde bulunduğumuz bu bütünsel problemli durum; bir kentin, burada işlediğimiz örnekte ise Hatay ve Antakya’nın esas bileşeni olan -deprem öncesi- sosyal ve kültürel yapının devamlılığına ilişkin büyük soru işaretlerine ve endişeye neden oluyor. 

Öte yandan Hatay bütününde ve Antakya’nın farklı bölgelerinde yapılan enkaz kaldırma çalışmaları, pek çok açıdan büyük eleştirilere konu oluyor. Yasalarla tanımlanmış, halk sağlığı ve doğanın sürdürülebilirliği açısından uyulması gerekli olan kurallar ve enkaz kaldırma, moloz taşıma ve moloz döküm alanı yer seçimi konularına ilişkin yöntemler, maalesef pratikte herhangi bir karşılık bulmuyor. Dolayısıyla Hatay’ın eşsiz coğrafyasının bileşenleri olan verimli tarım alanları, zeytinlikler, sahiller, hatta kuş cenneti, öte yandan geçici barınma alanlarının çevresi, moloz döküm sahalarına dönüşüyor. Bu sürecin halk sağlığına etkisi; havaya karışan asbest ve silika tozundan kaynaklanacağı belirtilen kanser hastalığı, yerinde ayrıştırma ve enkaz kaldırma süreçlerinde havaya ve su kaynaklarına karışan kimyasalların sağlığa negatif etkileri, akciğer sorunları olarak tanımlanıyor. Belirtilen doğal alanlar aynı zamanda, geçici barınma alanlarının da işgaliyle doğal niteliğini orta vadede kaybetme riskiyle karşı karşıya kalıyor. 

Antakya’nın, dünyanın kültür mirası açısından büyük bir önem taşıyan tarihi merkezinde ise enkaz kaldırma süreçleri, yine pek çok çevreden büyük eleştirilere konu oluyor. Geçmişi asırlar öncesine dayanan organik konut dokusunun, anıt eserlerle birlikte sivil yapıların güzel bir kompozisyonu olan tarihi kent dokusunun bir bütün olarak korunmasına ilişkin sivil toplumdan yükselen talep, idari kurumlarda pek karşılık bulmuyor. Tarihi bölgesi, kentsel sit alanı ve arkeolojik sit alanından oluşan Antakya eski kent merkezinin depremden sonraki süreçte özenle, hız baskısı olmadan ve yerel uzmanların, zanaatkârların sürekli dahliyle ele alınmasına ilişkin talepler de çok defa dile getirilse de süreçte pek etkili olamıyor. 


Afet, kentte ekonomik faaliyeti kaçınılmaz olarak sekteye uğrattı. Can kayıpları, çalışacak durumda olmayanlar, bahçelerinden uzak konteyner kentlere geçenler, evlerinin yeniden inşasıyla uğraşanlar, başka şehre gitmek durumunda kalanlar… Kentte yapılacak çok şey ama yapabilecek çok az insan, daha doğrusu çok az işletme var. Samandağ’ın mandalinaları toplanamamış. Mevcut ekonomimizde gündelik 1200 TL’yi bulan yevmiye ve artan nakliye masrafları bu mandalinaların getireceği parayı çok aşıyor.
Mikro hibelerle desteklenen kadın gruplarını ziyaret ediyoruz. Kimi canavar ocağını, dev tencerelerini, kavanozlarını; kimi de üretimhane veya depo olarak kullandıkları konteynerleri veya doğrudan hammaddelerini bu hibelerle sağlamış. Samandağ’da Vakıfköy Kadın Kooperatifi ile Yeniden Hatay Kooperatifi yerel lezzetleri yaşatırken; Defne’deki Kırk Yama Kadın Dayanışması deprem sonrası hayatta dikiş tutturmak için bir arada.

Bu sırada Afet Bölgesi Kazı Başkanlığı’nın tarihi merkezde yürütmekte olduğu enkaz kaldırma süreci ise, tarihi dokunun bütünselliğinin bozulması, dokuda oluşan büyük boşluklar, tescilsiz yapıların -geleneksel dokuya uygun mimari nitelikte olsa dahi- niteliksiz yapı muamelesi görmesi, uzmanların malzemesiyle birlikte yerinde korunarak onarabileceğini düşündüğü pek çok tescilli yapının parselinden kaldırılarak, kültürel miras enkaz ayrıştırma alanına taşınması, bu taşınma sırasındaki belgelemenin, daha sonra bu yapıların kendi malzemesiyle “yeniden inşa” edilmesi için gerekli olduğu belirtilen özenle yapılmaması gibi nedenlerle oldukça eleştiriliyor. Antakya Kentsel Sit Girişimi ve Deprem Bölgesi Kültürel Miras Bilimsel Danışma Kurulu’nun bir bölümünün talebiyle enkaz kaldırma çalışmalarının belli bir aşamasından sonra yerel uzmanların da dâhil olduğu bir süreç işletilse de bu sürece kadar tarihi dokunun bütünselliğinde önemli bir hasar oluşuyor. 

Bu süreçte, gerekli belgelerin temin edilmesi hâlinde yerinde korunması ya da tarihi merkez için yapılacak Koruma Amaçlı İmar Planı revizyonunda korunmak üzere önerilmesinin mümkün olabileceği belirtilen yapılara ilişkin dokümanlara ise Antakya Kentsel Sit Girişimi başta olmak üzere koruma uzmanları ve yerel uzmanlar başta olmak üzere farklı çevrelerin yaptığı çağrılara rağmen ulaşmak pek mümkün olmuyor. Bu durum, akademik çalışmalar ve pratik uygulamalar başta olmak üzere, bugün artık bir yıldır “deprem bölgesi” olarak andığımız alana dair daha önce yapılmış çalışmaların belki de “gerçek hayatta” ilk defa faydalı olacağı bir durumda, Antakya’nın somut kültür mirasının depremden sonra iyileşmesi ve onarılması sürecinde bir desteği olmamasıyla, bu tarihi sorumluluğun ıskalanmasıyla sonuçlanıyor. Bu aşamada, resmî kurumlarla daha önceki proje ve uygulama süreçlerinde kurulamamış olan akademi, resmî kurum, özel sektör arası güvene dayalı kurumsal ilişkinin yokluğu da bu süreçteki koordinasyon sorunlarını derinleştiriyor. 

Tarihi kentte günden güne artan boşluklar ise depremden önce gündelik hayatının büyük bir kısmını burada geçirmekte olan yerel halkın kent hafızasında büyük boşluklar oluşması riskini beraberinde getiriyor. Kentin hem tarihi hem de modern merkezinde somut boşluklar arttıkça, yokluğu daha çok hissedilen güvensizlik ve belirsizlik, endişeyi giderek daha da artırıyor.

Antakya ve Hatay’ın depremden sonra onarılması sürecindeki yasal durum ve planlama alanında ise maalesef deprem sonrası sürecin belirsizliğinin başka bir yüzüyle karşı karşıyayız. Planlama, uygulama ve yapı denetiminde bütünsellikten uzak bir yaklaşım sergilenmesinin, depremin yıkıcı etkilerini derinleştirdiği ortadayken; depremden sonra izlediğimiz süreçte de ne yazık ki yerel halkta ve konuyla ilgilenen uzmanlarda, gelecekteki olası depremlerdeki yıkım ve hasarı artırması endişesine neden olan çok parçalı bir yaklaşım söz konusu. 


Antakya’nın tarihi Uzun Çarşısı’ndayız. Orta hasarlı demek sağlam demek artık buralarda, sağlam kalan birkaç dükkân var. Eski esnaf işini yapmaya, hayatına devam etmeye çalışıyor. 6 Şubat’tan sonra zaman kavramının ne kadar değiştiğini biz bilemeyeceğiz belki ama bu eski saatçi beyefendi bunun anlamını en iyi bilenlerden biri olsa gerek.
Yine Uzun Çarşı’daki Terzi Ahmet ise neşesiyle bilinen bir usta, hemen şakalaşıyor bizimle. Gülmekten çekinerek gülüyoruz şakasına. 

9 Şubat 2023 tarihinde tüm deprem bölgesinde OHAL ilan ediliyor. OHAL ilanını takiben, 126 no’lu OHAL kapsamında yerleşme ve yapılaşma koşullarının belirlenmesi hakkındaki kararname yayımlanıyor. Mart ayında Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı (ÇŞİDB) tüm deprem illerinde farklı mimarlık şirketlerini görevlendirirken Hatay’da görevlendirilen DB Mimarlık şirketi, Hatay Master Planı çalışmalarına başlıyor. 5 Nisan 2023 tarihinde Antakya’nın tarihi kentsel sit alanı, bu alanın kuzeyindeki arkeolojik sit alanının belli bir kısmı ile nehrin batısında, Köprübaşı’ndan Valigöbeği’ne kadar olan 307,6 ha büyüklüğündeki alan, 6306 sayılı yasa kapsamında “afet riskli alan” ilan ediliyor. Bu ilanla birlikte Kültür ve Turizm Bakanlığı’ndan (KTB) ÇŞİDB’ye geçen koruma alanında planlama ve imar faaliyetlerinin yetki ve sorumluluğu, mayıs ayında bu iki kurum arasında yapılan protokolle birlikte tekrar KTB’ye geçiyor. 

Protokolün ardından, afet riskli alan sınırını kapsayan alanda Antakya Koruma Amaçlı İmar Planı Revizyonu süreci başlıyor ve KTB adına bu işi yapmak üzere Türkiye Tasarım Vakfı (TTV), DB Mimarlık ve Kentsel Yenileme Merkezi (KEYM) görevlendiriliyor. Bu planlama çalışmaları sürerken, deprem bölgesinde ilan edilmiş olan üç aylık OHAL dönemi sona eriyor. Böylece, depremden önce Hatay’ın bazı ilçeleri için yapılmış, onaylanmış, bazıları askıya çıkmış, bazılarıysa askıya çıkmak için bekleyen imar planlarının askı süreleri kaldığı yerden devam ediyor ya da askı süresi başlıyor. Başka bir deyişle, o planlar yapıldıktan sonra Hatay’da yıkıcı etkileri olan 6 Şubat ve 20 Şubat depremleri gerçekleşmemiş gibi, Hatay’daki meslek odalarının söz konusu planlara yaptığı itirazların, belediyeler tarafından oy birliğiyle reddedilmesini izliyoruz. 

Eylül ayında TTV, DB Mimarlık ve KEYM, tarihi merkezin karşısında ÇŞİDB tarafından belirlenen (Köprübaşı’ndan Valigöbeği’ne kadar olan) 70 ha büyüklüğündeki pilot proje alanında, kalıcı konut alanı tasarımı sürecine başlıyor. Ekim ayı itibarıyla kolektif biçimde bir araya gelen yerel mimarların oluşturduğu “Kentin Mimarları” ofisi dâhil olmak üzere 16 ulusal ölçekli mimarlık ofisi ve üç uluslararası ekip, konut alanlarının tasarımı için çalışmaya başlıyor. 13 Kasım 2023’te Antakya’da, Asi Nehri’nin batı yakasında Cebrail Mahallesi’nden Akdeniz Mahallesi’ne kadar olan 207 ha büyüklüğünde bir alan, 6306 sayılı yasa kapsamında “rezerv yapı alanı” ilan ediliyor. Rezerv yapı alanı ilanıyla birlikte yerel halkta büyük bir “mülksüzleşme” endişesi yayılırken; bu konuya ilişkin muhalefeti, anlaşılması güç biçimde, yerel halk açısından mülksüzleşme riskinin bertaraf edilmesi yerine, mimari tasarım sürecine dâhil olan mimarlara yöneltilen eleştirilerde izliyoruz. 

Özellikle rezerv yapı alanı açısından olası mülkiyet hakkı kayıplarına dair mücadele hattını “Hibe ve kredi değil, bedelsiz konut istiyoruz.” şeklinde ifade eden Hatay Akademik Meslek Odaları Koordinasyonu’nun (HAMOK) 1 Aralık 2023 tarihli basın açıklaması büyük bir önem taşıyor. Depremin ardından “kalıcı konutlar”ın üretilmesiyle görevlendirilen TOKİ’nin Hatay genelinde 33 ayrı noktada konut projelerini yapmaya başladığı biliniyor. Bu konut alanlarının biri de Antakya kent merkezinin kuzey batısındaki Gülderen bölgesinde yer alıyor. Bu alanların yer seçimiyle, eş zamanlı olarak yapılmakta olan Hatay Master Planı’nın zaman zaman yapılan uzman ve halk toplantılarında anlatılan yaklaşımı arasında bir uyumdan bahsetmek ise ne yazık ki mümkün görünmüyor. 

Aynı süreçte Ulaştırma Bakanlığı, yer seçim kararı depremden sonra sıklıkla eleştirilen Hatay Havalimanı’nın “yerinde onarımı” çalışmalarının ekim ayında yapılan ihaleyi takiben başlayacağını duyuruyor. Bu arada Hatay Havalimanı’nın yerinin, ÇŞİDB’nin görevlendirdiği DB Mimarlık’ın hazırlamakta olduğu; Amik Gölü’nü ve Asi Nehri’nin doğal sistemini “yeniden canlandırma”nın amaçları arasında olduğu belirtilen Hatay Master Planı’nda henüz netleşmediği biliniyor. Bundan sonra Hatay ve Antakya’da, deprem bölgesinin bütününde ve yapılacak planlama, uygulama ve denetim süreçlerinde bütünselliğin, “afet dirençli kent” ve -depremle beraber artık büyük bir nüfusa karşılık gelen engelli nüfusu gözeten- “engelsiz kent” yaklaşımının bir tercihten çok zorunluluk olduğunu, bu vesileyle hatırlatmak isterim. 


Nihat Usta kararlı, binası ağır hasarlı olmasına rağmen terk etmiyor yerini. Geceleri de orada uyuyor. Bütün komşuları gitmiş. Çevresindeki binaların enkazı toplanmış. Eski Antakya sokaklarında özenle hazırlamaya devam ediyor kebabını. Birkaç saatimizi orada geçirdik. Sohbetine de doyum olmadığını da unutmayacağız Nihat Usta’nın.
Hatay Akademi Orkestrası kaybettiği dört üyesi ve memleketinin anısı için hayata sanatla tutunmaya devam ediyor. Konserlerini, üretimlerini ve yardım çağrılarını sosyal medya hesaplarından takip edebilirsiniz.

Çok katmanlı bir kent olan Antakya’nın, depremden sonra her katman ve bileşeniyle ilişkili süreçlerinin büyük sorunlara karşılık geldiğini izlediğimiz bir zamandayız. Hâlâ içinde olduğumuz bu geçici dönemde, yerel halkın Antakya’da güvenli, sağlıklı, konforlu koşullarda barınabilmesi, çalışabilmesi, okula ve hastaneye gidebilmesi, sosyalleşebilmesinin sağlanmasıyla birlikte mutlaka ihtiyacımız olan diğer adım, depremden sonra kurulmuş olan platformların ve yerel halkın farklı kesimlerini temsil etme kapasitesi olan oluşumların, başka bir deyişle “yerel halk”ı oluşturan her bir bireyin bir asgari müşterekte buluşması; bu sayede yerel halkın, süreçte ortak tavır alabilen bir aktör hâline gelebilmesi. Antakya’nın iyileşmesi sürecinde kendisini hangi alanda konumlandırdığından bağımsız olarak, bu süreçte Antakya’ya ve Antakyalılara faydalı olmak isteyen tüm oluşumların, aktör ve kurumların uzlaşabileceğini (ya da uzlaşması gerektiğini) düşündüğüm asgari müşterek için önerilerim şöyle: 

*Antakya’nın depremden sonra iyileşmesinin, burada hayatın tekrar başlamasının birinci öncelik olarak kabul edilmesi.
*Depremden önce Antakya’da yaşayan nüfusun (mülk sahibi, kiracı, çalışan …) burada kalabileceği koşulların (geçici barınma alanları, gündelik ihtiyaçlar, çalışma alanları, kentsel servisler, erişim olanakları …) sağlanması.
*Depremden sonraki (enkaz kaldırma, geçici barınma alanlarının sağlanması, inşa dâhil olmak üzere) iyileşme sürecinin işleyişinde halk sağlığının ve doğal alanların korunmasının esas alınması.
*Antakya’nın somut ve somut olmayan tarihi ve kültürel mirasının, tarihi dokunun bütünselliğinin, üretim kültürünün korunarak iyileştirilmesi.
*Deprem sonrası planlama ve mimarlık faaliyetlerinin bütünsel planlama, “dirençli kent” ve “engelsiz kent” ilkeleriyle uyumlu ilerlemesi.
*Deprem sonrası planlama ve imar faaliyetleriyle yasal değişikliklerin, deprem bölgesinde mülkiyet değişimi ve mülksüzleştirme süreçlerine neden olmaması.


Hayvanların neyi nasıl yaşadığını tam olarak bilemiyoruz ama tek bakışta hissedebiliyoruz. Geçimlerini hayvancılıkla sağlayanların bir kısmı hayvanlarını kaybetti, kalanlar şehrin muhtelif yerlerinde karşımıza çıkıyor. Hayata Destek ile Şef Maksut Aşkar ve Gıda Destek Kolektifi, hayvancılıkla uğraşanlara yem desteği veriyor. Enkazlar arasında göze çarpan kedi ve köpeklerin bakımı ve beslemesini üstlenen gruplara Hayata Destek aracılığıyla ulaşmak mümkün.

Antakya için ortak bir gelecek hayalinde ve yerel halkın deprem sonrası süreçte ortak tavır alabilen bir aktör hâline gelmesi gereksiniminde (ve dolayısıyla asgari müşterekte) uzlaştıktan sonra; biz “uzaktakiler”e, yani senelerdir Antakya’yla ilişkisini sürdürmekte olanlara ya da depremden beri Antakya’ya endişeyle, bazen çaresizlik hissi ama her zaman faydalı olma isteğiyle bakanlara düşen role dair düşüncelerimi kısaca ifade etmeliyim. Antakya’nın yerel halkını anlama ve onlara destek olma ihtiyaç ve çabasının bizi, yani “uzaktakiler”i, kolektif biçimde hareket ederek yereli güçlendirme ihtiyacına sevk etmesi gerektiğini düşünüyorum. 

Resmî ve resmî olmayan kurumlar, üniversiteler, sivil toplum kuruluşları ve bağımsız aktörlerin, depremden sonra “yereli güçlendirme” amacının etrafında birleştiği yerde, artık sürecin esas adımlarını atmaya başlayabileceğiz. Süreci birlikte tasarlayacağız ve sürecin uluslararası, ulusal ve yerel ölçekte tüm ilgili aktör ve kurumları, yerelin gündelik hayatını ve Antakya’yı onarmak üzere optimum müdahale ve hareket biçimini, rolünü bu çerçevede belirleyecek. Bu aşamada hepimizin; akademi, sivil toplum kuruluşları, özel sektör, merkezî ve yerel yönetim kurumlarının temsilcilerine, bu sürecin sonunda “sular durulduğunda” deprem bölgesinde, Hatay’da, Antakya’da ne olmasını beklediğimizi kendimize sormamız gerektiğini düşünüyorum. Ve şüphesiz, eğer gelen cevap “yerel halkıyla beraber iyileşmiş bir Antakya, Hatay” ise elini taşın altına koyması gerektiğini. 


Tuğçe Tezer, Antakya Saray Caddesi, Temmuz 2023.

Depremin yıl dönümü gelmişken; Antakya’da, Hatay’da, ulusal ve uluslararası ölçekte pek çok yıl dönümü etkinliğinin yapıldığını farklı mecralarda izliyoruz. Fakat özellikle uzakta olanlara oradaki durumu ve 6 Şubat’ı hatırlatan, herkesi Antakyalıların yasına ve anmasına, orada olmaksızın saygıyla katılmaya davet eden kısa bir videoyu ve podcast’i burada paylaşmak istiyorum. Bunun mümkün olan en çok yerde yayılmasının; Antakyalılara yalnız olmadıklarını, iyileşeceklerini hissettireceğine, bize ise bu yasa ve umuda ortak olabilme imkânı vereceği için iyi geleceğine inanıyorum. 

Antakya’da, 6 Şubat’ın yıl dönümünde müşterek anma daveti

Asi Nehri’nin kenarında, görmüş geçirmiş bir zeytin ağacının etrafındayız.

Refahın ve bolluğun, kutsallığın, adaletin, sağlığın, bilgeliğin ve yeniden doğuşun sembolü bu kadim ağacı çepeçevre sarıyoruz. Birinin elinde buhur, birinin elinde mum, birinin elinde nergis… Nehrin esintisiyle buhurun kokusu, buğulu bir dumanla kalabalığın üstünü kaplayan bir buluta dönüşüyor. Mumun soluk ışığı buğulu buluta karışıyor. Nergisler sarısıyla, beyazıyla parıldıyor.

Yorgun ve yaralı yüzlerde, omuz veren kalabalığın hissettirdiği umudun belli belirsiz parlaklığı var. Geride kalan bir yılın yorgunluğuyla güçsüz, etrafındaki kalabalığın varlığıyla dünyadaki herkesten güçlü. Depremde hayatta kalmanın yüklediği sayısız duygunun içinde, gidenlere duyulan özlem de var, hayatta kalmış olmanın suçluluğu da, hayatta olmanın sevinci de.

6 Şubat’ın üstünden geçen bir yılda, Antakya’da henüz hiçbir şey yoluna girmedi. Yeterli geçici barınma alanı yok; eğitim, sağlık tesisleri yetersiz; sosyal rehabilitasyon ve toplanma alanları yetersiz; kent hiç olmadığı kadar güvensiz. Temiz su yok, yeterli gıda yok, bazen nefes almayı önleyen bir toz bulutuyla kaplanan Antakya’da göz gözü görmüyor.

Ama Doğu Akdeniz’in yorgun incisi Antakya, tarihi boyunca en az yedi defa tümüyle yıkılıp, aynı yerde yeniden doğdu. Yerel halkıyla, çok kültürlü ve hoşgörülü nüfusuyla, misafirperver ev sahipliğiyle, doğası, mimarisi, zanaatiyle. Memleketi, ailesi, geçmişi, evi Antakya olanlar, Antakya kültürünün kendisi olanlar iyileşecek. Deprem ve sonraki yıkımlardan etkilenenler; doğayı, kültür mirasını, sağlığını korumaya çalışanlar iyileşecek. 

Şu anda yaralı, güçsüz ve çok yorgun görünseler de Antakya’yı tarih boyunca her yıkımdan sonra yeniden kuran Antakyalılar ve Antakya mutlaka iyileşecek. 

Yeter ki sen de bir ışık yak, bir dua et, bir mum yak, elinde buhurla ya da nergislerle Asi nehrinin kenarına, zeytin ağacının yanına, yanımıza gel. 6 Şubat’ta yitirdiklerimizin yasını beraber tutalım, gidenleri beraber analım. Önce yasımız, sonra umudumuz ortaklaşsın. #YalnızDeğilsinİyileşeceksin


Lunapark şehrin çocuklu aileleri ve gençleri için bir deşarj alanı. Her oyun alanında ironik hisler ve fikirler oluşturan sahnelere tanık oluyoruz. Elde kalan çocukların saf gülümsemesi olunca, buradan da sessizce ayrılıyoruz. Giderken, içimizden teşekkür ettiğimiz, tanımadığımız biri var; geçtiğimiz 23 Nisan’da saat 15:00’e dek lunaparkı kiralayıp, halka ücretsiz ve sınırsız kullanıma açan bir hayırsever olmuş.

*Tüm gelirini Hayata Destek Derneği’nin çalışmalarına aktaran destekar’a göz atabilirsiniz.