75. Cannes Film Festivali izlenimleri: Bölüm 1

75. Cannes Film Festivali 17 Mayıs Salı akşamı gerçekleştirilen açılış töreniyle başladı. Mayıs 2019’daki kapanış töreninden sonra festival, yeniden eski normal düzenine kavuşmuş durumda. 2020’de pandemi nedeniyle iptal edildikten sonra geçtiğimiz yıl temmuz ayında ve yoğun sağlık önlemleriyle, normal kalabalığının onda biri nüfusla gerçekleştirilen festival, bu yıl aşı ve maske zorunluluğunun kalkmasıyla birlikte tam kapasitenin de üstünde bir ilgiyle başladı.

Akredite basın ve endüstri mensupları için hazırlanmış çevrimiçi bilet sistemi, henüz festival başlamadan sorun çıkarmaya başlayınca, özellikle basın konuyla ilgili şikayet mailleri ve tweetleriyle yaşadıkları stresi paylaşmaya başladı. Her sabah 7’de dört gün sonrasındaki seansların seçilip bilet alındığı internet sayfası, 14 Mayıs sabahından beri inatla çökmeye devam ediyor. Özellikle filmleri önden görüp üzerine yazmak zorunda olan uluslararası basın mensupları, her sabah 30-40 dakikalık bir anksiyete nöbeti geçirip, istedikleri filmlerin bazılarına bilet bulamadan güne başlıyor. Neyse ki festival yönetimi, ikinci günden itibaren basın mensupları için alternatif bir link oluşturdu da ortalık biraz sakinledi. Ancak ilk üç günün gösterimleriyle ilgili ciddi bir sıkıntı söz konusu.

Teknik aksaklıkların yanı sıra, festivalin direktörü Thierry Fremaux da önceki günlerde Deadline’da yayınlanan bir makale nedeniyle eleştiri oklarının hedefi haline geldi. Fremaux’nun cinsel istismar faili Roman Polanski hakkında “Yasal açıdan Polanski’nin herhangi bir filminin festivale kabul edilmesinde bir sakınca yok” şeklindeki açıklaması ve üzerine festival yönetiminin uyguladığı sansürün kaleme alındığı Deadline’daki yazının yanı sıra Ana Yarışma jürisindeki Asghar Farhadi’nin varlığı da tartışma konusu. 

Ülkesinde, geçtiğimiz yıl Cannes’dan Jüri Büyük Ödülü ile ayrılan Ghahreman / A Hero filminin senaryosunun, öğrencisi olan bir kadın sinemacının belgeselinden intihalle oluşturulduğuna yönelik dava süreci devam eden Farhadi’nin yarışma jürisinde varlık göstermesi, elbette jürinin ilk gün gerçekleşen basın toplantısında da gündeme getirildi. Danimarkalı bir gazetecinin Farhadi’ye konuyla ilgili sorduğu soruya upuzun ancak tatmin etmeyen bir cevap vermeyi seçen Farhadi’nin, normal şartlarda jüri başkanı olabileceği bir yarışmada yalnızca jüri üyesi dahi olsa yine de varlık göstermeyi tercih etmesi ise konuyla ilgili geri adım atmayacağının zaten en net kanıtı niteliğinde.

Öte yandan Fransa sinemasının sevilen oyuncularından Virginie Efira’nın sunumuyla gerçekleştirilen Açılış Töreni’nde ise Onur Ödülü’nü kucaklayan Forest Whitaker dakikalarca ayakta alkışlandı ve Whitaker uzun bir süre konuşmakta zorlanarak duygusal anlar yaşadı. Julianne Moore’un açılış gong’unu çaldığı festival, The Artist filmiyle tüm dünyada büyük bir şöhret kazanan Michel Hazanavicius’ın, Japonya yapımı Z adlı filmden uyarladığı Coupez! / Final Cut adlı komediyle başladı.

Festivalin Ana Yarışma, Yarışma Dışı, Özel Gösterimler, Belirli Bir Bakış, Yönetmenlerin Onbeş Günü ve Eleştirmenler Haftası bölümlerine ait taptaze filmlere ait görüşlerimi, festival boyunca Bant Mag.’da paylaşıyor olacağım.

Coupez! / Final Cut

Açılış Filmi

Yönetmen: Michel Hazanavicius

Hem eleştirmenlerin hem de izleyicilerin gözdesi hâline gelmiş Z adlı Japon filminin Michel Hazanivicius imzalı bu yeniden çevrimi, festivalin de açılış filmiydi. The Artist’ten sonra çektiği filmlerle bir türlü bu büyük başarıyı tekrarlayamayan Hazanivicius’un, kendini ciddiye almayan, bir hayli komik ve yer yer duygulandırmayı dahi başaran böyle bir seyirlikle karşımıza çıkması her açıdan isabet olmuş gibi görünüyor. Film içinde film formunda ilerleyen ve yarım saatlik başarısız bir zombi kısasıyla açılan Final Cut, ikinci ve üçüncü bölümlerinde, bu kısa metrajın yapım öncesi aşamalarına ve çekimler sırasında deneyimlenenlere izleyicisini ortak ediyor. Özellikle başta izlediğimiz filmin kamera arkasında yaşananları gördüğümüz üçüncü kısımda izleyicisine peşi sıra kahkahalar attıran yapım, tartışmasız Cannes’ın uzun yıllardır gördüğü en eğlenceli açılış filmiydi. Zekice yazılmış senaryosu ve esprili rejisiyle, yaklaşık iki saat boyunca eğlenceli vakit geçirmekten başka bir beklentisi olmayanları tatmin edebilecek bir film Final Cut.

For the Sake of Peace

Yarışma Dışı

Yönetmenler: Christophe Castagne, Thomas Sametin

Bu yıl festivalin Onur Ödülü’nün de sahibi olan Forest Whitaker’ın hem yapımcılarından biri olduğu hem de belgeselde konu edilen savaş karşıtı örgüt içerisinde aktif rol oynadığı For the Sake of Peace, Sudan’ın güneyindeki çatışmaların ortasında barış mücadelesi veren iki aktivistin yolculuğunu konu alıyor. Bu iki kahraman eşliğinde Sudan’da bir tura çıktığımız film, bazı anlarda bizi sıcak bir çatışma ortamının yakınına, bazen de tüm bu manzaranın bir kenarında kendince gülüp eğlenmeye çalışan genç insanların hayatla kurmaya çalıştığı bağa tanık ettiriyor. Başarılı görüntü yönetimi ve teknik becerisinin yer yer duygunun önüne geçtiği film, tam da bu sebeple beni kendine hayran kalmaktan alıkoysa da bambaşka bir coğrafyada, ölüm kokusu burnunda dururken, etrafındaki her şeyi canlı kılmaya çabalayan insanların varlığıyla umut dolu bir duygu da bırakmadı değil. 

When You Finish Saving the World

Eleştirmenler Haftası

Yönetmen: Jesse Eisenberg 

Oyuncu Jesse Eisenberg’ün bu ilk uzun metrajlı yönetmenlik işi, dünya prömiyerini gerçekleştirdiği Sundance Film Festivali’nden aldığı övgülerin ardından Eleştirmenler haftası bölümünün de açılış filmi oldu. Eisenberg’ün bir oyuncu olarak rüştünü ispatladığı The Squid and the Whale’dekine benzer şekilde; entelektüel bir birikime sahip, ultra steril ebeveynler ile çatışma hâlindeki müzisyen ergen karakterler etrafında dönen hikâyesi, özellikle 90’lı yılların Amerikan bağımsızlarında sıkça karşımıza çıkan disfonksiyonel aile şablonunu didikliyor. Her zamanki gibi harika bir Julianne Moore ve Stranger Things’ten tanıdığımız Finn Wolfhard’ın eğlenceli performansları ile akıp giden bu seyirlik; iletişimsizlikten muzdarip aile içi ilişkiler, iş ve özel hayat arasındaki sınır ihlalleri ve Z jenerasyonunun sosyal medya üzerindeki varoluş kaygıları hakkında sıkı tespitler de barındırıyor.

Le otto montagne / The Eight Mountains

Ana Yarışma

Yönetmenler: Felix van Groeningen, Charlotte Vandermeersch

The Broken Circle Breakdown ile Oscar adayı olup, Belgica ile Sundance’den büyük ödülle ayrıldıktan sonra ilk İngilizce filmi Beautiful Boy ile çıtayı biraz düşüren Felix van Groeningen, bu kez yönetmen koltuğunu The Broken Circle Breakdown’daki senaryo partneri (ve özel hayatında da partneri) olan Charlotte Vandermeersch ile paylaştığı Le Otto Montagne ile Cannes’a dönüş yaptı. Yazar Paolo Cognetti’nin bizde de Sekiz Dağ adıyla Kafka Yayınları’ndan çıkan kitabından uyarlanan film, iki yakın erkek arkadaşın çocukluk günlerinden başlayıp yıllara yayılan ilişkisini son derece lirik ve etkileyici bir anlatımla karşımıza getiriyor. Groeningen’in her filminde olduğu gibi yine işlevsel bir müzik kullanımı ve şarkılar ile onlara eşlik eden tablo gibi muazzam görüntülerin eşliğinde akıp giderken; yer yer hikâyesinin detaylarında kaybolarak uzunca bir günlük okuyormuşuz hissi veriyor. Filmin iki buçuk saatlik süresini hissettiğimiz anlar da tam da bu türde iç ses odaklı kayıplara tekabül ediyor. Bununla birlikte, 4:3 ekran formatı seçimiyle baştan sona, filmin geçtiği coğrafyanın büyüsüne kapılma davetine icabet eden izleyiciler için şaşırtıcı olmayan bir hikâye eşliğinde meditatif bir yolculuğa çıkmak mümkün. 

Yazı: Melikşah Altuntaş