A’dan Z’ye: Succession

Yazı: Kiraz Mısırlıoğlu, Merdan Çaba Geçer, Zeynep Naz Günsal - İllüstrasyon: Sadi Güran

​​Her biri incelikle yazılmış karakter ve diyalogları, güç ve aile ilişkileri üzerine dinamik anlatısı, dört başı mamur rejisi ve birinci sınıf oyunculuk performanslarıyla; HBO’nun fenomen dizisi Succession’ı bağrımıza basmak için sebep çok. Büyük finalden önce düşündürdükleri ve yaşattıklarıyla, A’dan Z’ye Succession. 

Austerlitz

Connor’ın New Mexico’daki çiftliği Austerlitz, bir aile terapisi girişimi için ortam oluşturuyor ilk sezonda. Fakat kısa bir süre sonra bu girişimin gerçek bir şifa arayışından ziyade PR gösterisi olduğu ortaya çıkması onu hayal kırıklığına uğratıyor; kardeşlerinin ve babasının aksine, gerçek bir aile istiyor Connor. Çiftlik adını, Napolyon Savaşları’nda önemli bir parlama noktası olan Austerlitz Savaşı’ndan alıyor. Connor’ın Napolyon tarihine takıntılı bir hayranlığı olduğu, zaten dizi boyunca göze çarpan unsurlardan.

Beastie Boys  

Kendall’ın özellikle 90’lar vintage hip hop aşkı, hikâyede sıklıkla gündeme gelen bir tarafı olması nedeniyle Succession bu janra bolca yer veriyor. Kendall’ın ATN binasının yolunu tutmuş limuzininde, bilmem kaç bin para kulaklığıyla Beastie Boys’un “An Open Letter to The NYC” parçasına tüm gaza gelmişliğiye eşlik ettiği sekans, şarkı seçimlerini sıklıkla ironi vurgulamak amacıyla kullanan yapımının ilk sahnesi olarak müthiş bir örnek. Mike D, Ad Rock ve MCA’in To The 5 Boroughs (2004) albümünden alınmış parça; grubun memleket sevgisini, 11 Eylül sonrası yaraları ve sistemdeki daha derin kusurları konu alıyordu. Kendall gibi ultra ayrıcalıklı, korunaklı ve kısaca Beastie’lerin konusuyla ve aşılamaya çalıştıkları zihniyetle katiyen arasında bağ kuramayacak birinin bu içeriği böylesine benimseyerek icra etmesi; daha ilk anlarından serinin hiciv üslubunu ve tonunu aktaran bir sahne olmuştu.

Ciddiyet

Her ne kadar Emmy gibi televizyon ödüllerinin Drama kategorisinde yarışıyor olsa da Succession’ın aslında bir kara komedi iskeleti üzerine inşa edilmesi, kategori değişikliği tartışmalarına dahi vesile olmuştu bir dönem. İnsan doğasının zaaflarını ve anlamsızlıklarını, patetik karakterlerin patetik öyküleri üzerinden izleten bir yapım için bu tartışmalar çok da anlamsız değil açıkçası. Diziyi, yaratıcısı Jesse Armstrong’un önceki işleri nedeniyle İngiliz komedileriyle mukayese edenler bile mevcut: Vanity Fair, yine onun ellerinden çıkan Peep Show’un izleyici rahatsız ederken kıkırdartmak üzerine bir matematikte ilerleyen mizahıyla, Succession’ın kendini hiç ciddiye almayan tavrı üzerinden paralellikler kuruyor mesela. Öte yandan karakterlerin ellerinde bulunan muazzam güç ve iktidarın kendi hayatlarımızdaki gerçekliğe tekabül edişi, bazen bir anda tüm mizahı silip atabiliyor da… Bu da Succession’ı bir izleme deneyimi olarak biricik kılan etmenlerin başında geliyor aslında.

Dundee

Aynı zamanda bir bölüme ismini de veren Dundee, Logan Roy’un kuş gözlemciliği yaparak büyüdüğü bir İskoçya şehri. 2. sezonun 8. bölümünde Logan; Waystar Royco’un 50. yılı vesilesiyle ailesi, işletmesi, Dundee kasabası ve en önemlisi de tüm olayı organize eden eski PGM CEO’su Rhea Jarrell tarafından onurlandırılıyor. Ne var ki başlangıçta Roy Ailesi’nin İskoç asıllı olması planlanmamıştı. Logan aslında Quebec, Kanadalı olarak düşünülmüş fakat bu karar, karakteri canlandıran Brain Cox’un dizi ekibini ikna etmesiyle rafa kalkmış. Cox, The Scotsman’a verdiği bir röportajda, yapımcılardan kendi İskoç köklerinin diziye dâhil edilmesini istediğini ama bunun reddedildiğini belirtiyor. Nihayetinde yaratıcılar pes ediyor ve Logan İskoç köklere sahip bir karakter olarak tasavvur ediliyor.

El kamerası

Succession çoğu zaman bir el kamerası kullanılmış intibası yaratan, spontane hissettiren, beklenmedik zoomlar ile focusların eksik olmadığı aktüel çekimlerle dolu. Eforsuz ve “bilinçli şekilde kusurlu” görünen (fakat böyle görünmesi için elbette bir görsel gramer zemininde dikkatlice tasarlanan) bu kaotik çekimlerin varlığı, anlatının kameraya bir karaktermişcesine alan tanıyışıyla doğrudan ilişkili aslında. Dizinin sinematografik dili hakkında epey tık alan bir video-makale hazırlayan YouTuber Thomas Flight, Succession’da kameranın bir kişiliği olduğunu, nereye baktığının ve nasıl hareket ettiğinin öznel bir motivasyondan ayrı düşünülemeyeceğini söylüyor. Karakterlerin kimi zaman anlamsız replikler savurduğu anlarda bile bakışlarda, mimiklerde ve jestlerde gerçek anlamı bulmamızı sağlayan aktüel çekimler âdeta ortamı yönetiyor, durumları yorumluyor, gerginlik dozunu yükseltiyor ve kimi anlarda neredeyse bir gülme efektine karşılık geliyor.

Festen

Dizinin bir üstteki maddede bahsettiğimiz, televizyonun alışık olduğumuz stiliyle örtüşmeyen kamera dili ve grameri; katılımcı gözlem olarak da tasvir edilebilecek, gerçekliğin arkasında gizlenmiş olanı vurgulayan cinéma vérité tarzının yanı sıra, Danimarka merkezli Dogma 95 akımını da kutup yıldızı belleyen bir sinema anlayışına sahip. Bu anekdota en büyük kanıt ise pilot bölüm “Celebration”ın, Dogma 95’in simge filmlerinden birine atıfta bulunuyor olması… Belgesel yapımının koşullarını aktüel kamera kullanımıyla taklit etmeye çalışan Thomas Vinterberg filmi Festen / Celebration (1998), tıpkı aynı isimli bölüm gibi, bir aile babasının doğum günü şerefine düzenlenen partide yaşanan karakter çatışmalarını merkeze alıyor.

Greg

Başta aslında Kieran Culkin’in aday olduğu Greg rolü, daha sonra Culkin’in senaryoyu okuyup kendini daha yakın hissettiği Roman’a yönelmesiyle Nicholas Brauna teklif edilmiş. Dizideki diğer oyuncular tarafından karakterine en yakın kişi olarak nitelendirilen Braun’u The Perks of Being A Wallflower (2012), The Stanford Prison Experiment (2015) ve Zola (2020) gibi işlerden de anımsamak mümkün. Bir düğünde denk gelip gözlemlediği bir konuğun fazlasıyla garip ve alabildiğine özgür dans etme biçimi, Braun’a “Kuzen Greg” ya da “Yumurta Greg”in (Greg The Egg) de böyle bir tarafının olabileceğini düşündürmüş. Utanılacak bir şey olup olmadığını pek kafaya takmayan, naifçe kendi olabilen ve kendini yargılamayan bu insanla karakteri arasında önemli bir bağ kurmuş. Kendi tabiriyle “herkesin keskin, zeki ve sert olduğu bir dünyada neredeyse köpek yavrusu gibi bir şey” olan Greg’in şapşal tarafına hepten yaslanmaya karar verip, Adam McKay eşliğinde doğaçlama yaparak kapmış rolü.

HBO

“Hayat, sanatı taklit eder.” tezini doğrularcasına yaşanan bir tesadüf var ki o da dizinin yayımlandığı kanal HBO’nun, tıpkı Waystar Royco gibi farklı medya şirketlerinin birleştiği bir süreçten geçmiş olması… Telekomünikasyon devi AT&T, dizinin ilk sezonunun ardından -HBO’nun bağlı olduğu- Time Warner’la çok yüksek profilli ve tartışmalı bir anlaşma yapmıştı. HBO Max’in de doğmasına önayak olan bir yeniden markalaşmanın yaşandığı bu birleşmeyle, Time Warner toptan bir dönüşüm geçirip WarnerMedia olarak adlandırıldı. Geçen üç yılda hedeflenen vizyondan uzak bir tablo ortaya konunca AT&T ile yollarını ayıran WarnerMedia, bu kez de Discovery ile yeni bir süreç başlattı fakat bu iki mega şirketin ortaklığı da uzun soluklu olmadı.

John Berryman

Dizinin tüm sezonlarının final bölümlerinin adları, John Berryman’ın 1964 tarihli şiiri Dream Song 29‘a ait bir dizeden geliyor. Bu şiirin de içinde olduğu 77 Dream Songs koleksiyonu ile Pulitzer Ödülü’nü kazanmasının ardından büyük ilgi toplayan şairin işlerinin büyük bir kısmı, intihar sonucu kaybettiği babasını ve Henry adında bir figürü konu alıyor. Succession’ın 2. sezon finalinin ardından şiir ve dizinin bağlantısı sorulduğunda, yaratıcı Jesse Armstrong şu cevabı veriyor: “Çok fazla analiz yapmak istemiyorum çünkü insanların diziye kendi tepkilerini vermelerini istiyorum. Fakat şiirin, aynı Kendall’ın ilk sezonun sonundaki ‘Bir şey olmuş olabilir mi?’ hissi gibi, korkunç bir duygusu var. Berryman’ın şiirinin sonunda bir ölüm olmuyor ama Kendall’ın başına geliyor. Olasılıklara bakarken, bu söz bana 2. sezon finali ile de ilgili geldi.” Dizinin final bölümünün isminin yine aynı şiirin içinden “With Open Eyes” oluşunu; Roy çocuklarının Waystar Royco’yu kontrol etmek için uğraşırken yaptıkları tüm beceriksizliklere bir gönderme olarak düşünebiliriz. Bu başlık onları oldukça iyi tanımlıyor: Gözleri açık ama körler.

İktidar

Succession’ın -henüz yayın hayatı devam ederken- neredeyse “modern bir klasik” olarak kabul görmesini yalnızca kapitalizme, muhafazakâr medyaya, hatta patriyarkaya getirdiği yorumla ilişkilendirmek ne kadar doğrudur, tartışılır. Asıl gücünün, birbirinden berbat anti kahramanlara lanet okuturken, onların kendi şeytanlarıyla yüzleşmelerine olanak tanımasından; bu esnada seyirciye empatiye varan hisler yaşatıp, ittifaklarda taraf tutturabilmesinden geldiğini söylemek mümkün. Bazen eleştirilerin odağında da yer alan bu yaklaşımın, inanılmaz ayrıcalıklara sahip, gözlerini iktidar hırsı bürümüş, işlevsiz bir ailenin, her biri zor ve sinir bozucu üyelerine farklı zaman ve biçimlerde yakın hissettirme hâli kafa karıştırıcı olabiliyor tabii. Empati beslemenin suçlu zevki bir yana; Succession’ın zaten kendini çok da ciddiye almayan tarafı, son kertede onu bir iktidar alegorisi olarak okumamıza olanak tanıyor neyse ki.

Kendall Roy looking sad

Aklına koyduğu her şeyin genellikle başarısızlıkla sonuçlandığı bir karakter olan Kendall Roy’u dizide çok nadir mutlu görüyoruz. Hatta kendini iyi hissettiğinde bile ağlayacakmış gibi görünüyor, sanki gerçekten iyi hissetmesine izin verilmiyormuş gibi. Kendall’ın bu ünlü ifadesinin altında nesiller arası travma, beklentilerin yükü, ebeveyn sevgisinin eksikliği gibi nedenler yatıyor ve seyirci bir şekilde kendisiyle yoğun empati kuruyor. Hayranlar tarafından oluşturulan ve karakterin depresif hâllerini mizah ile birleştiren Kendall Roy looking sad adlı Instagram hesabı da elbette dizinin hayranlarının favorilerinden. 

Lonergan

Dizinin oyuncu kadrosundan Kieran Culkin (Roman Roy), J. Smith-Cameron (Gerri Kellman), Jeannie Berlin (Cyd Peach) ve cast direktörü Douglas Aibel’ın kesişen mazilerinde tanıdık bir isim dikkat çekiyor: Kenneth Lonergan. Bu dörtlünün künyesinde yer aldığı Margaret’ın (2011) yanı sıra Manchester by the Sea (2016) ve You Can Count on Me’yi (2000) de çekmiş olan yazar – yönetmen; J. Smith-Cameron’ın eşi ve Kieran Culkin’in 20 yıllık dostu aynı zamanda. Smith-Cameron, ilk sezonun setinde Culkin ile şaka yollu flörtleşmeleriyle Succession senaristlerine ilham verdiklerinden; Roman ve Gerri arasındaki beklenmedik cinsel çekimin de bu şekilde vuku bulduğundan bahsediyor.

Murdoch Ailesi

Murdoch Ailesi’nin üyeleri, ABD’deki medya varlıklarının yanı sıra kökleri Avustralya ve Birleşik Krallık’ta olan, önde gelen uluslararası medya patronları ve medya kodamanlarından oluşuyor. Her ne kadar Succession’ın uzun bir süre Rupert Murdoch ve ailesini anlattığı yazılıp çizildiyse de Jesse Armstrong bunun asla doğru olmadığını söylüyor. The Guardian’a verdiği bir röportajda Armstrong’un bu konudaki ısrarı görülüyor: “(Roy Ailesi’nin) Murdoch’lar olmadığını söylemek saçmalık değil.” Armstrong bunun yerine, böyle bir karşılaştırmanın Birleşik Krallık’ta yüksek profilli medya baronlarının görece eksikliğinin bir sonucu olabileceğini öne sürüyor. “Bu dar görüşlü bir düşünce – ‘bir medya ailesi olduğu için Murdoch’lar olmalı.’” Öte yandan, diziyi Murdoch Ailesi’nin izlediğine dair bilgiler de var. USA Today‘e göre Elisabeth Murdoch ve eşi Keith Tyson dizinin hayranları arasında; hatta Elisabeth kendini Siobhan Roy karakteri ile bağdaştırıyor. Aynı zamanda, Rupert Murdoch’un dördüncü eşi Jerry Hall’un da diziyi izlediği söyleniyor.

Narsizm

Bu kişilik yapısını hemen hemen tüm spektrumuyla önümüze seren Succession’ın narsizme, narsistik eğilimlere ve bundan türeyen kişilik bozukluklarına dair uzun zamandır yayımlanan en içgörülü işlerden biri kabul edildiği söylenebilir. Dizide daima incelikli biçimde işlenen, durumları üzerinden en net takip edebildiğimiz karakterler hâliyle Roy kardeşler oluyor. Connor, Kendall, Roman ve Shiv’de ayrı ayrı gözlemleyebildiğimiz karakteristik özellikleri sıralayacak olursak; sağlıksız romantik bağlanma biçimleri, yüzeysel kalan arkadaşlıklar, patolojik denebilecek bir kendini kanıtlama veya doğrulanma ihtiyacı gibi konseptleri sayabiliriz. Gösterişçilikleri ve şişirilmiş egolarının pek de gizleyemediği raddede, hayatlarını fazlasıyla güvensiz ve kırılgan idame ettiren bu dörtlü, Logan kadar kaşarlanmış olmasalar da en az onun kadar faydacı ve istismarcı duruşlar sergileyebiliyor. Finale gelindiği noktada bizce dönüşümlerini tamamlamış ya da kendini belli etmiş Tom ve Greg gibi karakterler ise sırasıyla ya gölgelerden sıyrılıp karşı atağa geçiyor ya da daha fazla direnmeyip kendilerini sisteme bırakıyor. 

Oyunculuk sırları

Tam anlamıyla bir casting başarısı olan Succession’ın dört başı mamur, adaylığa ve ödüle doymayan oyunculuk performanslarının altında makalelere konu olan cinsten, kallavi bir emek yatmakta. Serinin yaratıcısı Jesse Armstrong oyunculuk performanslarındaki gizin “İlk çekimde senaryodakileri yap ve sonrasında daha fazlasını kat.” olarak tarif ettiği yöntem olabileceğini söylüyor ve doğaçlamanın, Succession gibi bir dizide gerçekten iyi çalıştığını düşünüyor. Ancak kadro içerisinde bir isim var ki doğaçlama yapmakla yetinmiyor, metot oyunculuğun tanımını yeniden yazıyor: Jeremy Strong. Set zamanları kendini ekiptekilerden soyutlayabildiği, gerçekçi olması adına kimi sahneleri sarhoş oynadığı ve zaman zaman fiziksel olarak yaralandığı bilinen oyuncu; sezonlara başlamadan önce de yoğun bir hazırlıktan geçiyor. Karakterine girme metotlarının başında yaptığı çalma listeleri geldiğini söylediği GQ röportajında, final sezonu öncesi bolca A$AP Ferg – “New Level”, Kanye West – “Moon” ve Phil Collins – “I Don’t Care Anymore” dinlediğini itiraf ediyor örneğin.

Partiler

Her ne kadar onları mutlu edecek çok az şey olsa da parti teması Roy ailesinin içinde sıkça bulunduğu bir konsept. Düğünlerden başarıların kutlandığı yemeklere, dizi birçok parti sahnesi, hatta parti bölümü barındırıyor. Bunlardan belki de en çok dikkat çekeni Kendall’ın 3. sezonda kendisi için planlamaya çalıştığı 40. yaş doğum günü partisi. Fakat Roy’lar bir parti verdiklerinde bile çevreleri fırsatçılar ve en kötüsü de birbirleriyle çevrili. Sonuç olarak Kendall’ın partisi egoların, özellikle de kendi egosunun incinmesi için mükemmel bir oyun alanı sağlıyor.

Referanslar

Dizinin yazar kadrosunun beslenip referans verdiği edebiyat ve mitoloji tarihi, başlı başına bir yazıya konu olacak düzeyde geniş bir havuza tekabül ediyor. New Yorker’da yayımlanan bir yazıda, senaristlerin Gılgamış Destanı ve Roma mitleri gibi arkaik eserleri sıklıkta tükettiğinden; ayrıca modern medya figürlerinin biyografileri ve The Financial Times sayılarıyla da haşır neşir olduğundan söz ediliyor. Sıklıkla “Shakespearevari” yakıştırılması yapılan dizi için Kral Lear‘ın büyük bir ilham kaynağı olduğu da yadsınamaz bir gerçek. Kendall’ın içsel yolculuğunu keşfetmek için Dostoyevski’nin Suç ve Ceza’sı, Tom ve Greg’in ilişkisi için bir alegori görevi gören İmparator Nero ile köle Sporus efsanesi derken; Succession’ın referans listesi uzayıp gidiyor….

Shiv

Çelişkileri ve seçimleriyle mevcut kadın arketipler ve eril güçler arasında, ortada bir yerde konumlanan Siobhan Roy; dizi süresince niyeti ve duruşu en fazla tartışılan karakterlerden biriydi. Tek kız kardeş olarak profesyonel bağlamda göz ardı edilmenin avantajıyla, çok farklı bir gidişatta ilerleyip Roy isminin kapsadığı alanın dışında yaşamaya çalışmış tek çocuk… Politik kutbun her iki ucunda da tüm yetkisiyle reddedilmeden, sorgulanmadan ve zorlanmadan var olabilen bir kadın. Onun hakkında “kendine feminist demeyeceğini ama öyle olduğunu” söyleyen Sarah Snook, karakterinin bir sevdiği yanının da Shiv’in girdiği her odaya ait olduğuna inanması olduğunu dile getirmiş. Gerri gibi daha ikinci dalga feminizmin yeni çiçek açtığı bir zamanda cam tavanı kırmaya oynamış ya da Karolina gibi kurumsal merdiveni hakikaten de adım adım tırmanarak olduğu yere gelmiş biri olmadan, kendini kanıtlaması pek de gerekmeden var olabildiği bu mecralarda bulunmaya hakkı olduğunu “biliyor”; çünkü onun zaten her şeye hakkı var. Olduğunu kabul etmediği sınırlamaların, cinsiyetine yöneltilen önyargıları yıkıyor olmasıyla değil; ırsının ve yaşantısının ibaret olduğu ayrıcalıktan doğan bir güvenle alakası var. Gerekirse gemi skandalının kurbanlarından birini şirket aleyhine tanıklık etmemeye gönül rahatlığıyla ikna edebildiği, gerek bunun hasar kontrolü yapılacak diye firmanın geçici yüzü seçilmesine kayıtsızca coştuğu türden, katıksız bir “choice feminism” vakası. Logan’ın evlatları arasında ona gözdağı verebilen tek kardeş.

Travma

Succession dışarıdan bakıldığında bir medya devini ve onun ailesini anlatıyor olsa da derinlerde nesiller arası travma ve bir taciz mirasının üzerine inşa edilen aileler yatıyor. Travma mağdurlarının çoğu zaman güvenliğe ulaşmak için ellerinden gelen her şeyi yaptıkları ancak güvenliğin neye benzediği konusundaki fikirlerinin çarpık hâle gelebildiği söylenir. Hayatları boyunca babalarının tacizine maruz kalan Roy çocukları söz konusu olduğunda ise bu güvenlik onları sakıncalı her şeyden uzak tutabilecek sonsuz miktarda para ve güç şeklini alıyor. Her şeyin en iyisine sahip oldukları lüks bir kar küresinde yaşıyorlar. Fakat onlara bu kadar yüksek bir yaşam tarzı sağlayan para aynı zamanda onları korkutucu seviyede narsist bir babayla aynı kar küresine hapsediyor. Bunun sonucunda ise Roy kardeşlerinin narsisistik eğilimleriyle kendilerini bile sabote etmelerini ve bunun trajedisini izletiyor Succession seyirciye.

Uzlaşma

Logan Roy’un halis gücünün sonucu olarak, bu gücün yörüngesindeki herkesin ancak onun hedeflerine -ve şahsi çıkarlarına- yönelik hareket edebildiği baskıcı bir ortamda; basit ve dürüst herhangi bir etkileşimin pek yaşanmadığını söyleyebiliriz. Etrafında yarattığı korku ve paranoya atmosferi bu makrokozmik kurumsal dünyada ve ailesi nezdinde ortaya çıkmış.  Dizinin kendine özgü üslubunu jenere eden bu dil; Logan’ın kendini her koşulda hiçbir taviz vermesi gerekmeyecek bir yerde konumlandırmasını hepten kolaylaştıran bir etmen. Düpedüz istismar denecek durumların sadece birer uzlaşma, ortaklaşa varılan bir netice kılığına girdiği bu pazarlık tiyatrosu, dizinin merkezini oluşturuyor.

Vaulter

Dizinin ilk ve ikinci sezonlarında epey gündem olmuş kurgusal dijital medya platformu Vaulter; Waystar Royco‘nun ulaşımının olmadığı daha geniş, genç ve yeni bir kitleye hitap ettiği için Kendall’ın uzun süre hedefi olup, şirket bünyesine dâhil olması istenmiş kurgusal bir şirketti. İlk sezonun ortalarında milyar dolarlar karşılığında Roy Ailesi tarafından ele geçirilen haber kurumunun ilerleyen zamanlarda performansının düşmesiyle -Roman’ın da ittirmesiyle- tamamen kurtulmak hem yapılabilecek en acımasız ama finansal bakımdan basit seçim olmuş hem de Logan’a zaten zincirlerini elinde tuttuğu Kendall’a saplanmış bıçağı iyice bir döndürme imkânı vermişti. Psikolojisini tümüyle alt üst eden feci trafik kazasından sonra babasına zaten tümüyle boyun eğmiş durumdaki Ken’in göz bebeği, dev kaybı ve ilk büyük fedâkarlığı olma niteliğindeki Vaulter, onun aynı zamanda bir profesyonel boyutta ilk büyük katliydi/cinayetiydi.

Wasabi

14 Mayıs Pazar günü yayımlanan 4. sezon 8. Bölümün, bir medya şirketinin başkanlık seçimlerini nasıl manipüle edebildiğini aynalıyor olması, dizinin aynı gün bir seçim deneyimleyen Türkiye’deki takipçileri için tırnak yedirten bir tesadüf muhtemelen. Toplantı odalarında ter döktüren pazarlıkların yapıldığı bölümün en akılda kalıcı sahnelerinden biri, şüphesiz Greg’in marketten aldığı paket sushiye eşlik eden wasabi sosunun yol açtığı kaos. Tom’un odayı terk ederken kurduğu şu cümleyi bırakmak yeterli sanıyoruz: “Greg, lütfen Darwin’in gözüne daha fazla limon suyu ya da wasabi sıkma, tamam mı?”

“You can’t make a tomlette without breaking some greggs”

Tom’un tam 67 kere Greg’e yolladığı bu ve yazarların ürünü daha nice repliğin kolektif hafızamıza ne denli kazındığı, dizinin baş kalemi Jesse Armstong’un külliyatının renkli şakalar ve alabildiğine sert aşağılama/azarlamalarla dolup taştığı düşünülünce eminiz ki şaşırtmıyordur. Peep Show (2003-2015), Veep (2012-2019) ve The Thick Of It (2009) gibi aşkın laf ebelikleriyle bilinen yapımlarda kalem tutmuş Armstrong’un sadece türettiği şakalar değil, dizi etrafında geliştirdiği her şey ve herkesi kapsayan yarı cıbırca üslup da Succession’ı diğerlerinden ayıran önemli bir taraf. Bildiğimiz anlamda “konuşmaktan” ziyade, Kendall’ın da tabiriyle bütün anlatıya egemen “complicated airflow/karmaşık hava akımı”nın kullanıldığı yapımda, Stewie’ye edilmiş “You look like a dildo dipped in beard trimmings. / Sakal kırpıntılarına bandırılmış bir dildoya benziyorsun.” gibi bir lafa ya da “The Logan Roy School of Journalism? What’s next, The Jack The Ripper Women’s Health Clinic? / Logan Roy Gazetecilik Okulu mu? Sıradaki ne, Karındeşen Jack Kadın Sağlığı Kliniği mi?” gibi replikler, tekrar izlemelerde bile şovu hâlâ taze tutabilen etmenlerden.

​​Zafer

Logan Roy’un büyük zaferi doğrudan Roy isminin gelecek mirası, onun vizyonu ve kararlarıyla büyümüş Waystar Royco imparatorluğuyla sınırlı değil elbette. Logan gibi insanların standardize ettiği türden bir otorite modeli düzene nasıl egemen oluyor, bu denli heybetli de olsa çekirdek bir ailenin dinamikleri kültürel ve sosyal boyutta ne gibi toksik döngüler meydana getiriyor? Kendi tasarısı sonucu mu, doğal olarak mı, terbiye yoluyla mı aktarıldığı, yoksa evlatlarının azimle kendilerini dönüştürdükleri bir biçimde mi, bilinmez; iş dünyasında ve aile ilişkilerindeki egemenliği ve kontrolünü artık çocukları üzerinden sürdürebileceğini garantilemiş olması onun en önemli başarısı. Liderlik tarzı, karizması ve manipülatif yetenekleri herkesin zihninde derin birer iz bıraktığı gibi aynı zamanda Kendall, Roman ve Shiv’de yeniden hayat bulan karakteristik özellikler oldu. Onun da en büyük dileği hep bu olmuştu.