Arayışlar ve kanıksananlar: Aram Dildar’la Navnîşan üzerine

Röportaj: Zelal Buldan

Aram Dildar ismine ilk olarak, oyunculuk kariyerinin başında Antalya ve Ankara gibi iki önemli festivalde ödüle uzandığı Sedat Yılmaz filmi Press’le aşina olmuştuk. O günden bugüne sürdürdüğü oyunculuğa, yine genç yaşlarda kazandığı yönetmen kimliği eklendi ve zaman geçtikçe dikkate değer bir sinemacının ayak sesleri işitildi. Dört kısa metraj sonrası çektiği son çalışması Navnîşan / Adres; Ulusal Kısa Film Yarışması’nda En İyi Film Ödülü kazandığı 42. İstanbul Film Festivali dâhil olmak üzere, birçok yerli ve yabancı festivali arşınladı. Navnîşan şu sıralar 2. Kaş Uluslararası Kısa Film Festivali kapsamında Kaş seyircisiyle buluşuyor. 

1980’li yılların Diyarbakır’ını mesken tutan film, üniversiteyi bitirip memleketine atanan öğretmen Edip’i takip ediyor. İş başı yapmak için devlet dairesine gittiği vakit, atandığı köyün kayıtlarda olmadığını öğreniyor ve bölgeyi avucunun içi gibi bildiği hâlde hiç duymadığı Yeşilköy’ü bizzat aramak durumunda kalıyor.

Aram Dildar’a hem Navnîşan hem de kariyer yolculuğu üzerine merak ettiklerimizi yönelttik.

Kişisel hikâyenin en başına gidecek olursak, kendini ve derdini sinemayla anlatmayı seçmeye nasıl karar verdin? 

En başa dönmeyi çok istediğim bir dönemden geçerken, bu soruyu cevaplamak biraz hüzünlendirse de mümkün olmadığı için hatırlamak bile güzel. İlk çocukluk yıllarımda tiyatroya ilgi duydum ve liseye başlar başlamaz da lise tiyatrosunda yer aldım. Sinemayla ise yine hemen o sıralarda Batman’da açılan Yılmaz Güney Sineması sayesinde tanıştım. Batman’da kültür sanat festivallerinin olduğu; çok coşkulu, heyecanlı geçen yıllardı. İlk filmleri o salonda izledim ve hakkında hiçbir şey bilmesem bile sadece sinema yapmak istediğime karar verdim. Yani neredeyse 14 yaşımdan beri sinema dışında bir hayalim olmadı. Eğer yazı yazmayı sevseydim, edebiyatla da hikâyeler anlatmak isterdim öte yandan.

Oyunculuktan geçtiğin yönetmenlik kariyerini yol değişikliği olarak mı tanımlarsın yoksa paralel ilerletmeye çalıştığın iki farklı alan mı?

Oyunculuk kariyeri -onunla başladığım için- ilerledi aslında, yavaş da olsa. Fakat sinemada aslen bir yönetmenlik hevesim vardı; bir hikâye üzerine çalışmak, yeni hikâyeler yazmak bana çok büyük bir heyecan veriyor. İkisi elbette çok farklı alanlar ama birbirini besleyen şeyler. Sinemada ilk oyunculuk işim Press’in çekimlerinde sinema lisans eğitimimin ilk yılındaydım, dolayısıyla bir yol değişikliği olmadı. Yönetmen olarak film yapmanın belli tecrübe gereklilikleri ve zorlukları var elbette, galiba bu yüzden o yolda da biraz geç ilerleniyor.

Navnîşan’ı çekerken teknik aksaklıklardan dolayı motivasyonunu kaybettiğine dair bir açıklaman var. Yıllar sonra sıfırdan bir senaryo yazarak hikâyeye tekrardan ısındığını söylüyorsun. Hayal kırıklıkları ve yeniden yükselen heyecan sonrası, filmin izleyiciyle buluşma sürecini bize anlatabilir misin? 

Evet, ilk olarak 2019’da çekimlere başladım fakat o dönem olamadı. Set beni korkutan bir alan değil aslında ama ön hazırlık kısmı tamamıyla bir muamma. Kültür için Alan’ın “Yazıdan Beyaz Perdeye” isimli bir projesi vardı, o bana tekrar bir kapı açtı. Tüm mekânları yeniden arayıp buldum. İlk filmi Batman’da başlamıştım, bu sefer seti Diyarbakır’a kurduk. Çok aksaklık yaşadık, filmin ortaya çıkmaması için tüm koşullar hazırdı ama bu sefer moralim, enerjim hiç düşmedi ve bitirebildik. Çok güzel bir ekip oluşmuştu, o enerji bizi finale taşıdı. Çekmek istediğim bazı şeyleri çekemediğim için kurgu sürecinde çok kararsız kaldım, “Acaba olmuş mu?” diye çok sorguladım. İzleyiciyle buluşurken geri dönüşleri görüp yorumları dinledikten sonra içim rahatladı. 

Bazen diyorum ki acaba bu süreçleri biraz abartıyor muyuz? Neden bu kadar uzun sürüyor? Elbette birçok aşamasında böyle olması doğal, iyi bir iş çıkarma isteğinin verdiği bir endişe var fakat büyük kısmının yaşadığımız ülkenin bize miras bıraktığı kaygılar olduğunu düşünüyorum.

Şimdi dönüp baktığında ilk yazdığın senaryodan yıllar sonra yazdığın versiyona taşımadığın ve içinde kalan bir sahne/detay var mı? 

Evet, var. Karakterin köyü aradığı sahneler için filmde bulunmayan bazı şeyler düşünmüştüm ama aracımız çekim sırasında kaza yaptı. Bir gün sanayide kaldı, tekrar alıp devam ettik, bu sefer de motor yandı. Yine de her şeye rağmen çekimlerimizi durmadan yaptık, sonuçtan memnunum bu anlamda. Ancak çekemediğim sahneler oldu. Bir de 2019’da çektiğim versiyonda çok güzel bir mekân bulmuştum, bu versiyonda o mekânı uzak olduğu için kullanamadım. Fakat sonuç olarak ikinci versiyon, üzerinde biraz daha çalışmış olduğumuz için daha iyi oldu elbette.

Atandığı köyün Kürtçe olan ismi, anlamından uzak Türkçe isimle değiştirildiği için köyü bulamayan bir öğretmenin hikâyesini izliyoruz Navnîşan’da. Ana dil meselesini filmdeki anlatımıyla bir yolculuk olarak düşünürsek, seni bu yolculuğun anlatıcısı olmaya iten en belirgin sebep ne oldu? 

Bu hikâyeyi Kenan (Özhal) Hoca’dan dinlediğimde, büyük bir sorunun içinde yaşadığımı fakat bunu kanıksadığımı fark ettim. Kısaca, en belirgin sebebin bu olduğunu söyleyebilirim.

Başarılı ve ödüllü geçen kısa film serüveninin ardından, âdettendir sorulur, uzun metrajlı film projen var mı?

Kısa film yapımı her geçen gün maddi açıdan daha da imkansız hâle geliyor. Yapıldıktan sonra ise gösterimler, dijital satışlar vb. derken geri dönüş alması zahmetli bir tür. Kısa filme yönelik hikâyelerim var ama artık uzun metrajlı film yapmak istiyorum. Şu an diyalog yazım aşamasında olan bir hikâyem var. Umarım kısa bir süre sonra senaryoyu ve dosyasını hazır hâle getiririm. Şimdiki hedefim bu.