Arşivden: Memleketimden turne manzaraları

Pandemi nedeniyle dünya, turneleme hadisesinin yüzeyinden neredeyse silindiği günlerden geçiyor. Turneleme ekonomisine geri dönülmesine daha çok vakit olduğu aşikâr ki konserlerin geleceğine ilişkin olarak başta iklim krizi olmak üzere masada birçok ağır konu var. Bakalım turneleme hareketliliği Türkiye’de ne zaman, nasıl başlamıştı? Nasıl hikâyeler akıllara kazındı?  

Ülkeyi turlamak: Memleketimden turne manzaraları

Turneler, oynadıkları sinema filmlerini saymazsak, 70’lerin ikinci yarısına kadar insanların sevdikleri şarkıcıları ilk kez hareketli görmesini sağlayan şahane buluşmalardı, bu yüzden önemliydi.

Yazı: Murat Meriç

Babylon Dergisi No: 27 / Mart-Nisan 2015

Sözlükler, turneyi şöyle tanımlıyor: “Bulunduğu yerden başka yerlere gösteri yapmak amacıyla giden tiyatro veya müzik sanatçılarının gezisi.” Bir anlamda deplasman. Bugünkü gibi “git, çal, gel” yok. Bir dönem, şarkıcılar ve gruplar turneye çıkar, memleketi dolaşır, art arda konserler verir, İstanbul’a dönermiş. Sahnede geçirmedikleri zamanı yolda geçirirler, ekseriyetle uyumadan sahneden iner inmez bir sonraki durağa doğru hareket ederlermiş. Çok zaman kendi arabalarıyla çıkarlarmış yola: küçük bir minibüse ya da grubun kalabalıklığına göre âletleri doldururlar, koltuklara sıkışıp ilerlerlermiş. Nerede akşam orada sabah şeklinde gelişen bu turnelerin bir kısım ayakları yolculuk sırasında eklenirmiş programa. Anlatanların yalancısıyım.

Eski usûl turneler çoktan geride kaldı. Artık turne dediğin küçük çaplı, transferlerin uçakla hâlledildiği geziler. Büyük firmaların turnelerinden söz etmiyorum bile… Zaman zaman bir cips firması, bir içecek firması memleketin meşhurlarını topluyor, kapak ya da puan karşılığı hayranlarıyla buluşturuyor ve bunun adı turne oluyor, ama bu o eski turnelerin çok uzağında. Minibüse atlayıp turneye çıkanlar da var: Moğollar ve BaBa ZuLa ile birkaç yıl önce böyle bir turneye çıkmış, o hissi tatmıştım. Yakın zamanda kaybettiğimiz arkadaşım Ömer İpek’le şöyle bir hayalimiz vardı: bir eski minibüs alalım, arkasına bir karavan ekleyelim, plaklarımızı ve pikabımızı yükleyelim, ses sistemini kuralım ve yollara düşelim. Plajlar, meydanlar, kır kahveleri, neresi denk gelirse çalalım, eğlenelim, eğlendirelim. Olmadı. Bir gün bu hayal gerçekleşir belki.

Eski turneler her anlamda bir karşılaşma aslında: bilmediği, tanımadığı illerde, tanışmadığı bir kitleyle tanışırken kendisini televizyonda bile seyretmemiş insanlara şarkılarını söylüyor “star”larımız…

Bunun için çok önemli. Memlekette turne yarışmaları bile yapılmış, o kadar önemli! Buna kayıtsız kalmadık, eski defterleri açtık, merceğimizi bir dönemin turnelerine uzattık. Buyurun, küçük hikâyelerle eski usûl turneler, 32 kısım tekmili birden!

Bireysel turneler

Türkiye’nin ilk “kült” müzisyeni Erol Büyükburç. 1952’de, okuduğu Ticaret Lisesi’nin Taksim Belediye Gazinosu’ndaki çayında arkadaşlarının ısrarıyla sahneye çıkan ve hayatı boyunca orada kalan Büyükburç, ilk İngilizce sözlü bestelerden birinin sahibi: “Little Lucy”, memleketin çok satan ilk plaklarından. Önceleri rock’n’roll söyleyen ve bu tarzda besteler yapan sanatçı, sonradan memleket müziklerine merak saldı. Bunda, çıktığı turnelerin de etkisi vardı. Memleketin ilk turnesi, Erol Büyükburç’un marifeti: 17 Nisan – 5 Haziran 1961 tarihleri arasında gerçekleştiren bu turne, büyük ilgi görmüş. O kadar ki, Erol Büyükburç, gittiği illerde arabası omuzlara alınmak suretiyle karşılanmış! Bunda, yaptığı cinliğin payı büyük elbette: Büyükburç’un “numara”sı, gittiği yerlerde, yörenin türkülerinden biriyle sahneye çıkmak… Batı müziğine uyarladığı bu türkülerin çoğunu sonradan repertuvarına da almış. Bu “numara” sonradan başka şarkıcılarca da kullanılmış ama hiçbiri Erol Büyükburç kadar etkili olmamış. Televizyonun olmadığı yıllarda sevdikleri şarkıcıyı karşılarında görenler, bir de sevdikleri türküyü duyunca çıldırmış. Büyükburç, bu anlamda bir büyücü. O yıllarda sahnede izleme şansım olmadı ama 2007’de birlikte çıktığımız küçük çaplı turnede neden “büyük” olduğunu gördüm. Sadece Büyükburç değil elbette, çocukluğumda turnede yolunu Çanakkale’ye düşüren pek çok şarkıcıyı ve grubu izledim: Neco’dan Beyaz Kelebekler’e… Çok meşhurlar uğramazdı Çanakkale’ye. Yine de, kordondaki açık hava sinemasının sahnesinde izlediğim İlhan İrem – Nükhet Duru konserinin yeri ayrıdır. 1978’de, altı yaşımdayken katıldığım ilk heyecanlı konser! 1985 yılında, “Peki Peki Anladık”ın yayımlanmasını müteakip düzenlenen Sezen Aksu – Mazhar Fuat Özkan turnesini, ilk ayağı İzmit’te izlemiştim. O yılın ses getiren turnelerindendi bu. Bilhassa 70’li yıllar, turnelerin revaçta olduğu, turneye çıkmayan şarkıcıların pek de ilgi görmediği yıllar… Erkin Koray’ın Nazilli’de, Barış Manço’nun Tarsus’ta konser verdiği, şarkıcıların Anadolu’nun her yerine ulaşmak için çaba sarf ettiği yıllar. Turneye çıkanlar, kendilerini beslemenin yollarını da bulmuş: 1968’de kurulan, 1969’da Taner Öngür’ün katılmasıyla güçlenen Moğollar, aynı yıl çıktıkları ilk turnenin dönüşünde, bambaşka bir yola girdi. Türkiye’yi neredeyse adım adım dolaşan ekibin turne sırasında gördükleri, müziklerinde önemli bir değişime neden oldu. Taner Öngür, birçok derleme yaptı. Turne sonrası deneysel türkü düzenlemelerine ağırlık veren, “türkü tadında” besteler yapmaya başlayan Moğollar, bu tarza verdikleri adı bir başka turne dönüşünde açıkladı: Anadolu pop.

Turnelerde yaşanmış enteresan hikâyeler de var elbette… Barış Manço, 1984’te Gökhan Akçura’yla yaptığı (Manço’nun ölümünden sonra Roll’da yayımlanan) söyleşide şunu anlatmış: “70’te, yanımda yabancı bir grup vardı, İngiliz, Amerikalı, Tunuslu ve Belçikalı müzisyenlerden oluşan… Onlarla gerçek bir Anadolu turnesi yaptık. Malatya’daydık, grupla ortak dil olarak Fransızca ve İngilizce konuşuyoruz aramızda. İndik minibüsten şehre, aletleri yerleştireceğiz. Birkaç delikanlı çevirdi etrafımızı: ‘Aboo cano manco gongo…’ gibilerinden birtakım sesler çıkarmaya başladılar. Benim Manço’ya biraz ‘cango, ringo, camango’ karıştırmışlar… O zamanın kovboy filmleri var, İtalyan westernleri, onlarla karıştırdılar herhâlde. Ben ‘ne diyorsun kardeşim?’ dedim. ‘Ana, Türkçe konuştu, aboo!’ dediler. ‘Aferin gavura, ne güzel Türkçe şarkı söylüyor’ diye konserde bağrıldığını hatırlarım ben. Uzak bazı kasabalarda ben bayağı zorlandım kendimi kabul ettirene kadar.

‘Ben Türk’üm, işte aynı kültürden geliyoruz’ 38 falan… ‘Yok abo sen Türkçeyi iyi öğrenmişsin, aferin, gavursun mavursun ama, seni sevdik gayri…’” 

Turneyi, turnelerde gezmeyi çok seven Barış Manço’nun başına gelenler bu kadar değil: 1971’de Moğollar’la kurduğu Manchomongol ile çıktığı Anadolu turnesinin Kütahya ayağında, tur otobüsleri dinamitlendi. 1977’de Kurtalan Ekspres eşliğinde çıktığı turnenin Balıkesir ayağında ekip saldırıya uğradı, Oktay Aldoğan ve Caner Bora yaralanarak hastaneye kaldırıldı. Aynı yılın sonunda Avrupa ve Kuzey Amerika’yı kapsayan turne, Manço tarihinin en önemli olaylarından. Manço demişken, meşhur Japonya turnelerini anmamak olmaz elbette… 1990’da, Ertuğrul Fırkateyni’nin 100. yılı nedeniyle düzenlenen Türk – Japon Dostluğu Etkinlikleri kapsamında düzenlenen ilk konserin ardından pek çok kez Japonya’ya giden şarkıcının burada verdiği konserlerin kayıtlarından derlenen bir de albümü var: Live in Japan.

Bir başka enteresan turne durumu, Fikret Kızılok’tan… 1974’te, Kıbrıs “Barış” Harekatı ile “başarı” kazandığımız günlerde bir Trakya turnesine çıkan şarkıcının konser duyurusu bir hayli ilginç: “Dikkat: Konser değil üçüncü Kıbrıs Harekatı!” Kızılok fotoğrafının üzerine alelacele miğfer geçirilmiş, altına şunlar yazılmış: “folk, pop folk, klasik Türk müziği, Âşık Veysel ve Kıbrıs konulu repertuvarı ile dev sanatçı Fikret Kızılok ve özel orkestrası elektronik playback’leri ile Tehlikeli Madde” Kızılok, turne kapsamında Keşan Orduevi’nde verdiği konserde, marifetmiş gibi, “şimdi sizlere elektronik bir sistem tanıtacağım ve bant eşliğinde şarkı söyleyeceğim” diyerek sahnede playback yapmış! Konserin diğer şarkıcıları da eğlenceli: Sevgican, Cantekin ve Mahpushane Üçlüsü…

Almanya acı vatan! 

Memleketin “turne” tarihi çok daha öncesinde başlıyor… Popçular ve rock’çılardan önce tiyatro ve operet kumpanyaları ile senfoni orkestraları düşmüş yollara. Sadece memleket yolları değil üstelik, sınır ötesine de uzanmışlar. Operetin “baba”sı Dikran Çuhacıyan, yazdığı ve oynadığı opera-komiklerin bir kısmını 1891’de Paris’e götürmüş. 1883’te Büyük Benliyan Operet Topluluğu bir Balkan turnesine çıkmış, Çuhacıyan’ın Leblebici Horhor’u orada sahnelemiş. Aynı ekip, 1885 yılında da Mısır’a gitmiş. 1928’de kurulan Süreyya Opereti’nden Muhlis Sabahattin önderliğinde ayrılan bir grup, 1931’de Muhlis’in Çocukları adlı bir toplulukla büyük bir Türkiye turnesine çıkmış. İki yıl sonra, bu turneyi, bizzat Süreyya Opereti heyeti yapmış ancak onlar da turne dönüşü dağılmış.

Beynelmilel başarılardan söz ederken, Saray Mızıka Mektebi bünyesinde kurulan (sonradan Riyaset-i Cumhur Filarmoni Orkestrası ve nihayet Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası’na evrilecek olan) küçük senfoni orkestrasının 1918’de çıktığı başarılı Avrupa turnesini ıskalamayalım. Çok-sesli Batı müziğiyle fethettiğimiz Avrupa sahnelerine yıllar sonra çok-sazlı ve çok şarkıcılı şahane “kervanlar” gönderdiğimizi de… Ekseriyetle “gurbet kervanı” adını taşıyan ve daha ziyade “uvertür” şarkıcılarla renklendirilen bu ekipler, Avrupa’da yaşayan Türkiyelilere yönelik girişimler. Arabeskin yükseldiği yıllarda, bilhassa arabesk şarkıcıların assolistlik yaptığı, sıla hasretini ve gurbetin beterliğini dillendiren şarkıların seslendirildiği “hisli” konserler bunlar. Ferdi Tayfur, bu konserlerin kralı; Almanya’da yaşayan “Köln Bülbülü” Yüksel Özkasap ise kraliçesi.

Bu turnelerin en meşhuru, 1980 yılının mayıs ayında Egemen Bostancı tarafından düzenlenen Almanya turnesi: Zeki Müren, Emel Sayın, İbrahim Tatlıses, Nükhet Duru, Erol Evgin ve Bedia Akartürk, bu turneye katılan şarkıcılar. Türkiye’de bol “star”lı halk konserleri ve Yedi Kocalı Hürmüz, Hisseli Harikalar Kumpanyası gibi muazzam müzikallere imza atan Bostancı, hiçbir şeyi esirgememiş ve rüya kadroyu kurmuş. Bunca “star”ın bulunduğu bir kervanın sükse yapması şaşırtıcı değil. Bu kadarla da kalmıyor aslında… Halit Kıvanç’ın sunuculuğunu üstlendiği turnenin bir de sürprizi var: Dönemin iki ünlü sinema yıldızı, Türkan Şoray ve Cüneyt Arkın da bu turnede sahneye çıkanlar arasında! Şarkı söylüyorlar elbette… Başarılı olup olmadıklarını kurcalamıyoruz ama bir daha kendilerini sahnede görmediğimize göre bu mayanın tuttuğunu söylemek doğru olmaz.

Sınır ötesi turnelerden söz etmişken, 1931’de kurduğu orkestrayla yedi yıllık bir turneye çıkan ve neredeyse bütün dünyayı dolaşan tangocu İbrahim Özgür’ü, 1950’de Yunanistan, Mısır

ve İsrail’i “fetheden” cazın efsane ismi Sevinç Tevs’i unutmayalım ve olaya bir de tersinden bakalım: Türkiye’ye turneye gelen şarkıcıların başına da olmadık işler geldi. 1999 yılında bir konser vermek üzere İstanbul’a gelen ve bu konserden önce görüşme şansı bulduğum Peppino Di Capri, şöyle bir hikâye anlatmıştı: “Benim bir Türkçe plağım var, ‘Melankoli Ne Güzelsin’. Bu şarkının aslı olan ‘Melancholie’, özgün bir Avusturya ninnisi ve sözleri Almanca. Ben bu şarkıyı Japonca, İngilizce, Fransızca dahil yedi dilde plağa okudum. İstanbul’a bir turneye geldiğimde sonradan Sezen Cumhur Önal olduğunu öğrendiğim sakallı bir adam bunları dinledi ve ‘Neden bunu Türkçe yapmıyoruz?’ dedi. Türkçe sözleri hemen yazdı, kolumdan tuttu stüdyoya götürdü, playback üzerine hemen okuduk ve benim gene İstanbul’da olduğum bir sırada plağı çıktı. Bu yüzden, bu şarkı çok büyük sükse yaptı.” O dönem turnelerde yolu İstanbul’a düşen pek çok ecnebi şarkıcı, Sezen Cumhur Önal ya da Fecri Ebcioğlu’nun yazdığı sözlerle kendi şarkılarını Türkçe söyledi: Adamo, Johnny Hallyday, Mina, Sacha Distel, Patricia Carli, bunlardan sadece birkaçı…

Turne kervanları

Tek şarkıcılı turneler bir yana, çok şarkıcılı turneler de bir dönem revaçta. Sezen Aksu’nun da içinde bulunduğu ŞAT-TUR Müzik Kervanı, 1977 yılının en büyük olayı. Üçüncü plağı “Olmaz Olsun”la büyük sükse yapan Aksu, ŞAT Yapım tarafından düzenlenen bu turnenin yıldızı. Şubat

1977’de Balıkesir’de başlayan ve iki ay süren turnede 50 il ve ilçeye uğranmış ve düzenlenen konserleri toplam 75 bin kişi izlemiş. Kervanda, Sezen Aksu haricinde Kartal Kaan, Ercan Turgut, Timur Arda ve Mustafa Savaş’tan oluşan Delikanlılar grubu ile Melike Demirağ var. Sanatçılar kendi repertuvarları haricinde, gittikleri yörelerin türkülerini de seslendirmişler. Sezen Aksu konserlerden birinde seslendirdiği “Kışlalar Doldu Bugün” adlı uzunhava ile büyük başarı kazanmış. Turnenin seyri, Hey’de yayımlanan eğlenceli ilanlarla her hafta dinleyiciye aktarılmış. Son ilan, şöyle: “Şimdi ayağımızın tozuyla stüdyoya girip, sizler için hazırladığımız yeni yapıtların çalışmasına başlıyoruz. Kısa bir süre sonra plaklarımızda; TRT telif hakkını ödemeyi kabul edince de radyo ve televizyonda buluşmak umuduyla…” Bu turneyi takiben, yine 1977’de başlayan bir başka turne, Serpil Barlas, Füsun Önal, Kerem Yılmazer ve Necla Soylu’yu dinleyiciyle buluşturmuş.

İzmir Fuarı, bir başka “turne” hâli: O yıllarda 20 Ağustos – 20 Eylül arasında yapılan fuarda pek çok kadro kuruluyor, sevilen sanatçılar birbiri ardına sahneye çıkıyordu. Memleketin değişik yerlerinde yapılan fuarlar ve şenlikler, bu anlamda pek çok “buluşma”ya vesile oldu.

Bir turne yarışması: Altın Mikrofon

1965’te Hürriyet gazetesi tarafından ilki düzenlenen, 1968’e kadar kesintisiz süren Altın Mikrofon Armağanı Yarışması, o yılların en büyük heyecanı. 1972 ve 1979’da (ilki Günaydın, ikincisi Saklambaç tarafından) yinelendi ama bu iki yarışma, eski hâlinden çok uzaktaydı. Altın Mikrofon, her şeyden önce bir turne yarışması: Hürriyet, yarışmacı ekipleri memlekette gezdiriyor, performansların sergilendiği yerlerde izleyiciye oy pusulaları dağıtılıyor, insanlar konser çıkışı beğendiği ekibin adını bu pusulada işaretliyor ve sandığa atıyordu. İstanbul’da düzenlenecek final öncesi bu oylar sayılıyor ve birinci o gece açıklanıyordu. Görünüşte âdil, halk oyuyla belirlenen bir yarışma. Sakıncaları var elbet: İlk yıl, yarışmanın şartnamesinde belirlenen kuralların (“…Batı müziğinin zengin teknik ve şekillerinden faydalanılarak, yine Batı müziği âletleriyle çalınmak suretiyle Türk musikisine yeni bir yön vermek için hazırlanmıştır.”) yanına bile yaklaşmayan alaturka bir besteyle birinci olan Yıldırım Gürses, şarkısından ziyade (keman, çello, saksafon, flüt, korno, kontrbas, timpani, bongo, trombon ve piyano gibi Batı enstrümanlarını bir araya getiren) 26 kişilik orkestrasıyla ve dev cüssesiyle göz doldurmuş. Ertesi yıl “sahnede olacak katılımcı sayısı” beş müzisyenle sınırlandırılmış ama iş işten geçtikten sonra! İki yıl art arda katılan yarışmacıların üçüncü yıl katılamayacağı notu sonradan şartnameye eklenince iki cinlik yapılmış: Selçuk Alagöz Orkestrası, adını Rânâ Alagöz olarak değiştirmiş ve aynı ekiple üçüncü yıl yeniden yarışmaya katılmış. Mavi Işıklar’ın ilk iki yıl kazandığı başarı üzerine, Marten Yorgun liderliğindeki genç ekip Blue Boys, adlarını Mavi Çocuklar yapmış ve ekseriyetle kendilerini Mavi Işıklar sananlardan aldıkları oylarla üçüncü yılın birincisi olmuş. Yarışma parçaları “Tamzara”nın hakkını elbette yemeyelim ama gerçek bu.

Altın Mikrofon’un en önemli özelliği, sebep olduğu çift taraflı etkileşim: Taşra, öncesinde sadece radyoda dinlediği, gazetelerde okuduğu gruplarla tanışırken, İstanbul dışına çıkmamış gruplar memleket gerçeğiyle karşılaşıyor. Adana’dan Gaziantep’e, Elazığ’dan Çanakkale’ye birçok ili kapsayan bu turne sırasında binlerce kişinin katılımıyla düzenlenen konserler, grupların geleceği açısından çok önemli. 1965’te düzenlenen ilk yarışmaya katılan ekip sayısı 41… 5 Ocak 1965’te, Beyoğlu Yeni Tiyatro’da Ruhi Su’dan Safiye Ayla’ya, Münir Nurettin Selçuk’tan Selmi Andak’a kalburüstü müzik insanlarından ve Genco Erkal’dan Çetin Emeç’e dönemin entelektüellerinden oluşan 80 kişilik jürinin karşısında marifetlerini göstermiş bu ekipler ve aralarından 10’u yarışmaya katılmak üzere ayrılmış. 25 Ocak’ta Ankara’da başlayan konserler, Adana, İzmir ve İstanbul’da sürmüş. 16 Şubat’ta Atlas Sineması’nda yapılan finalden sonra o güne dek toplanan oylar sayılmış, 22 Şubat’ta Site Sineması’nda, yarışmanın birincisi ilan edilmiş.

Bu, küçük bir turne aslında. Sonraki yıllarda katılımcı sayısı azalırken harita genişledi. İkinci yıl Eskişehir, Samsun ve Konya turnenin uğrayacağı yeni iller olurken üçüncü yıl il sayısı dokuza çıktı. 1968, turnenin en geniş olduğu yıl olarak tarihe geçti: 15 Nisan 1968’de Ankara Büyük Sinema’da başlayan turne, Adana, Urfa, Diyarbakır, Elazığ, Malatya, Gaziantep, Antakya, tekrar Adana, Afyon, İzmir, Çanakkale ve Edirne’de yapılan (Orhan Boran’ın takdimciliğini üstlendiği) konserlerle sürdü ve 22 Mayıs’ta İstanbul’da Şan Tiyatrosu’nda yapılan final gecesinde sonuçlar açıklandı.

Altın Mikrofon Armağanı Yarışması, oldukça bereketli. Katılan isimlerin sadece bir kısmını saymak bile, ne kadar mühim olduğunu gösterecektir: Erkin Koray, Cem Karaca, sonraları Haramiler’e evrilecek olan Ali Atasagun Orkestrası, Okay Ergil Folk Dörtlüsü’nün ilk hâli Grup Sonya Dores, daha çok Batman Petrolleri Orkestrası adıyla tanınan Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı Orkestrası, Moğollar ve hattâ Ferdi Özbeğen… Ayrıca, Fikret Kızılok, Asım Ekren, Uğur Dikmen, Cankut Özgül gibi isimler de bu yarışmalara çeşitli grupların üyeleri olarak katılmış, ilk sahne deneyimlerini bu turnelerde kazanmış. Turneye çıkamayan, ilk elemede elenen ekipleri de hesaba katarsak, Altın Mikrofon, bir dönemin “gövde gösterisi” platformu! Sadece 1965 yılında yarışmaya başvuran ve elenen ekiplerin bir kısmını anayım: Somer Soyata ve Arkadaşları, Gönül Turgut, Ayla Dikmen, Başar Tamer, Faruk Akel, Erol Evgin, Rıza Silahlıpoda, Şerif Yüzbaşıoğlu…