Arşivden: Şu “cover” dedikleri

Başkalarının müziğini çalmak bir müzisyeni eğitir mi yoksa bünyede tembellik mi yaratır? Bir kulüp dolusu insan her hafta evde orijinallerini dinleyebilecekleri aynı şarkıları tekrar ve tekrar nasıl olur da aynı heyecanla dinler? Üstelik bu deneyimi yaşamamış insan da pek azdır, hele de 1990’larda genç olmuşsa. İstanbul’da gece hayatı bir dönem bu “cover” gruplarından sorulurdu, unutmayalım.

Hazırlayan: Doruk Yurdesin – Ekin Sanaç
İllüstrasyon: Sadi Güran
*Bu içerik ilk olarak Bant Mag. ekibi olarak hazırladığımız
Babylon Dergi’nin 2011 Yaz tarihli 8. sayısında yayımlanmıştır.

Bir dönemin canlı müzik piyasasının olmazsa olmazıydı “cover” grupları. Türkçede “yorum” ya da “düzenleme” diye de kullanabilen, ama bazen cümlelerde problem çıkartan bu hassas kelime, dünya müzik tarihinin de önemli bir parçasıdır. Çevirisindeki hassaslık, mesele üzerindeki fikir birliğinden uzak görüşlere de yansır. “Cover” nedir, neye yarar, müziğe ve müzisyene faydası nedir, zararı nedir?

İlk bakış açısı, bunun müziğin doğasında olduğudur. Nitekim müzik yazınının sofistike bir iş kabul edildiği yüzyıllarda, evlerinde müzik âletleri bulunduranların malzemesi, çarşıdan aldıkları nota kâğıtlarıydı. Müzikte kayıt döneminin başlaması ve insanlara bu şekilde ulaşmasından itibaren de dönemin caz müzisyenleri başkalarının şarkılarını pekâlâ çaldılar, gittikleri yerlerde insanları bu şekilde eğlendirdiler. Daha da ötesi, bugün artık efsane konumuna erişmiş Beatles ve Rolling Stones gibi gruplar müzik hayatlarına bu şekilde başladılar. Beatles, kendi şarkılarını ortaya koyana kadar beş yıl gece kulüplerinde rock’n’roll’dan müzikhole birçok tarzda yüzlerce şarkı yorumlayarak sahne tozu yuttu. Rolling Stones’un ilk üç albümü tamamen cover şarkılardan oluşuyordu ve Jagger/Richards ikilisi kendi yazdıkları ilk şarkıları albüme koyduklarında da bunu ancak sahte bir isimle yapmaya cesaret edebildiler. Yani herkes kendi müziğini yapacak diye bir şart yok.

İkinci bakış açısı, “cover” alışkanlığının müzisyenleri, dinleyicileri ve dolayısıyla müzisyenlerin işverenlerini bir tembelliğe ittiği ve müzik yaratımına kaçınılmaz biçimde zarar verdiğidir. Doğru bir bakış açısı olmakla beraber, işin püf noktasının biraz da dozunu ayarlamakta yattığını unutmamak lâzım galiba. Herkesi kendi müziğini yapmak zorunda olmadığını, şarkı yazma yeteneği olmayan birini bu keyiften alıkoyma hakkını kimse kimseye vermediğine göre… Sevdiği müzisyenleri taklit edip, işin ince ayrıntılarını onların her hareketini çalışarak öğrenmenin kişinin müzik eğitiminde payı yadsınamaz. Tabiî sonunda kendini “o” zannetmemek kaydıyla.

Bütün bunların yanında bu tartışmaya hiç katmamak gereken “tribute” grupları var ki, galiba o işin artık geri dönülemez derecede rayından çıkmış hâli. Aralarında olayın saçmalığını isimlerine de yansıtan, bir şekilde ironisini tutturan örnekler var kuşkusuz: Faith No More yerine “Fake No More”, Alice Cooper yerine “Alike Cooper”, Simple Minds yerine “Sample Minds”, The Rolling Stones yerine “The Rolling Clones”, ya da The Who yerine “Who’s Who” gibi… Ama onun dışında sadece müzikal anlamda değil, ruh sağlığı açısından da sorgulanması gereken bir durum ortaya çıkıyor sanki…

“Tribute band” kavramını biz çok tatmadık neyse ki. Ama bir dönem, 1990-2000 arası bir kuşak gençlik “cover” gruplarıyla eğlendi. Sonra bu isimlerin bir kısmı işi tadında bıraktı ve kendi yaratıcılıklarıyla yola devam etti. “Cover” grubu olmaktan vazgeçmeyip, ele aldıkları, artık standart mertebesine ulaşmış şarkıları bambaşka yorumlayıp farklı bir lezzet sunmaya devam edenler de oldu. Ve bir de artık gece hayatından yorulup, kendi müziğini de yapamadan erken emekli olanlar…

Şu “cover” nedir diye bir hatırlayıp, bir dönemin efsane bar gruplarından bir geçitle bu sorunun farklı cevaplarına kapı arayalım istedik. Sahne her hâlükârda zorlu bir iş olduğu için her cevaba belli bir mesafede durmayı da unutmadan… Zira insan sahnede kendi müziğini yaparken mi daha rahattır, yoksa yorum yaparken mi. Hattâ gecenin bir yarısı bomboş bir barda sahnedeki insanın akıl sağlığı için hangisi daha iyidir, bu da herkesin farklı cevap vereceği mutlak bir ilginç soru olmaz mıydı?

Bir dönemin efsanesi: FLATLINE

Yazı: Mehmet Atılgan

Flatline’a ilk kez 1993 yılının son günlerinde bir cuma akşamı liseden bir grup arkadaşımla gitmiştim. 15 yaşındaydım. Gece hayatı diye bir şeyden haberim yoktu. Bir iki senedir ortalığı kasıp kavuran grunge akımı yavaş yavaş Türkiye’de de bir dinleyici kitlesi bulmaya başlamıştı. Biz de aynı lisede okuyan müzik meraklısı üç beş arkadaş, kısa süre içinde kendimizi ilk göz ağrımız metalden Seattle ve diğer bazı grunge gruplarına meylederken bulmuştuk. Fırsat buldukça soluğu Akmar Pasajı’nda Zihni’nin dükkânında alıyor, Zihni ağbinin yurtdışından CD’sini getirttiği merak ettiğimiz albümleri kasete çektiriyorduk. Bol bol ders kırıp, walkmanlerimizde Nirvana, Pearl Jam, Soundgarden ve Alice In Chains gibi gruplar dönerek okul bahçesinde çıktığımız uzun yürüyüşler, zamanla Dinosaur Jr., Pixies, Pavement, Sugar, Screaming Trees ve Afghan Whigs gibi sağlam alternatif rock gruplarını da içine alacak şekilde sıklaşmıştı.

Bu yürüyüşlerden birini dağ başındaki okulumuzu hepten kırmak suretiyle Ortaköy’de yapmaya karar verdiğimiz soğuk bir cuma gününün akşamı, aynı zamanda eğlence hayatımızda da bir dönüm noktası oldu. Zira saat 8 civarı evlere dönmek üzere otobüs durağının önüne geldiğimizde, yolun karşısındaki mekânda bangır bangır Alice In Chains’in “Them Bones” parçasının çalındığını duyduk. İçeride ne olup bittiğini öğrenmek için mekânın önüne geldiğimizde banttan çalındığını sandığımız parçanın aslında akşam programı için prova yapan canlı bir grup tarafından çalındığını anladık. Bayağı afallamıştık. Alice In Chains’i çalmak bir yana, memlekette neredeyse bizden başka dinleyene bile rastlamamıştık. Birbirimize baktığımızda hepimizin yüzünde “Kalıyoruz lan” gibilerinden bir ifade vardı. Hemen yan sokaktaki jetonlu telefonlara yollanıp, aileleri evlatlıktan men edilme ihtimalini göze alarak geç geleceğimize dair bilgilendirdik. Durumumuz adeta Pulp’ın “Sorted For E’s and Wizz” parçasında işlendiği cinsten bir ekstazi/mest olma hâlini andırıyordu.

Dışarıda birkaç bira içip adının Flatline olduğunu öğrendiğimiz mekândan içeri girdik. Çıkan grup daha sonra elemanlarının bir kısmı Duman’ı kuran Mad Madame’dı ve repertuvarlarında yer alan Nirvana, Pearl Jam, Alice In Chains ve Rage Against The Machine gibi grupların parçalarını neredeyse orijinallerinden farksız bir biçimde çalıyorlardı. Biralardan ziyade çalan müziklerden ve ortamdan kafayı bulmuş gibiydik. Gece evlere döndüğümüzde işittiğimiz azarlar bizde ninni etkisi yaratmıştı. Bundan sonra genellikle birtakım bahaneler bularak iki üç haftada bir kendimizi hafta sonları Flatline’a atmaya başladık. Daha çok new wave çalan ve Portecho’dan Tan Tunçağ’ın solistliğini yaptığı Radio Days, daha sonra Cockroach olup sonra da dağılan punk ve hardcore grubu Monkey’s Popcorn, Teoman’ın grubu Indians, hepsini 1993’ten 1995’e kadar Flatline’da dinleme fırsatı bulduk.

Alternatif müziğin daha geniş kesimler tarafından tanınmasında ve dinlenmesinde Captain Hook ve Peyote gibi kulüplerden önce Flatline’ın önemli bir rolü oldu. 1996 yılında kapanmadan önce eski havasını yitirmişti ama yine de ilk gençliğimizin en önemli eğlence mekânı olarak Flatline, İstanbul gece ve rock’n’roll hayatına adını altın harflerle yazdırdı.

VOLVOX

* 1988’de Şebnem Ferah tarafından Bursa’da kuruldu, 1993’te Özlem Tekin’in de katılmasından sonra Dadaist, Sis, Alt Kemancı gibi mekânlarda çalmaya başladı.

* Konserlerinde Metallica, The Cranberries, Tina Turner, Queen, Bob Marley ve daha nice ismin şarkılarını yorumladılar.

* Kendi bestelerinden de her konserde araya iki tane falan sıkıştırdılar, ancak planladıkları albümleri hiçbir zaman çıkmadı.

* 1994 yılında Rock dergisinde yayımlanan Volvox röportajında Şebnem Ferah Türkiye’de o zamanki rock ortamını şöyle anlatıyordu: “Metallica, Bon Jovi konserlerinde bütün bir stadyum doluyor, bir Türk grubuysa kaset yapamıyor. Büyük çelişkiler yaşanıyor, o nedenle şu anda yaptıklarımız 20 yıl sonrası için çok önemli.”

ZEYTİN

* 1996 yılında kurulup birkaç sene bu isim altında cover performansları yapan Zeytin’in solisti Aylin Aslım’dan başkası değildi.

* Alanis Morrisette, 4 Non Blondes, The Cure, Zeytin’in Kemancı’da cover’ladığı isimlerden birkaçıydı.

* 1998 yılında dağıdılar çünkü Okan Bayülgen yeni başlayacak programındaki canlı grubun Zeytin olmasını istedi ve grup bunu isteyenler ve istemeyenler olarak ikiye bölündü.

MAD MADAME

* Kaan Tangöze’nin 90’ların ilk yarısında Flatline hafta sonu programını ele geçirdiği grubu.

Soundgarden, Pearl Jam, Stone Temple Pilots gibi grupların parçalarıyla dolu grunge repertuvarıyla Ortaköy’ü Seattle’a çevirmişlerdi adeta.

* 1993 senesinde Pearl Jam’in Vs. albümünün henüz çıktığı hafta Flatline’da albümden “Rearviewmirror”u söylediklerine tanık olunmuş.

* Programları o dönem genellikle “Hey Joe” ile başlayıp Rage Against The Machine’den “Killing In The Name Of” ile bitermiş.

COCKROACH

* Sonradan Kurban grubuna evrilen Cockroach da Flatline’ın en gözde gruplarındandı.

* Repertuvarlarında grunge isimlerin yanısıra Bad Religion, New Model Army ve The Clash gibi o zamanın alternatif dinleyicisi için için bulunmaz nimet punk gruplarına da yer verdi.

INDIANS

* Alt Kemancı’nın, cumartesi gecelerinin yıldızı Teoman’ın Bon Jovi ve U2 yorumlarıyla ünlenen eski grubu.

* Indians Teoman’ın eski grubu ama ilk grubu değil. Teoman’ın müzik hayatı Boğaziçi Üniversitesi’ne girdiği zaman Mirage grubunun solisti olarak başlamıştı.

* Grubun kurulduğu ânı Teoman şu sözlerle anlatıyor: “Sonradan gitaristimiz olacak Tanju Eren bir gün öğle tatilinde yanıma geldi ve solistleri olmamı teklif etti. Sadece uzun saçlarımı, küpemi ve kovboy çizmelerimi görmüştü.”

* Mirage, 1988-1989 yıllarında üniversite çevrelerinde oldukça popüler bir gruptu.

NOT WITH MY SISTER

* Ağırlıklı olarak Ortaköy Flatline’da 1995-1996 yılları civarı çalan grup elemanlarının bir kısmı sonra Cockroach ve Kurban’da da yer aldı.

* Vokalistse o zamanlar Robert Kolej’de biyoloji öğretmenliği yapan Nigel Crowe isimli Avustralyalı bir karakterdi.

* Red Hot Chilli Peppers cover’larıyla gönüllerde taht kurmuşlardı.

* Performanslarının başında Nigel mikrofona gelir “İstediğin zaman yapabilir, istediğin yerde yapabilirsin, ama kız kardeşimle yapamazsın” derdi.

KAOS

* Grubun temelleri 1990’ların başında Moğollar’ın davulcusu Engin Yörükoğlu’nun Jazz-Stop’unda atıldı.

* Bertuğ Cemil ve Cengiz Köroğlu’nun tanışmasıyla önce Jazz-Stop Band ismi altında sahneye çıkan grup, Moğollar’ın klavyecisi Serhat Ersöz’ün de içinde bulunduğu Kaos kadrosuyla Hayal Kahvesi ve Kemancı’da sahne aldı.

* Kaos, dönemin rock trendinden farklı olarak, repertuvarında pop-caz isimlere de yer veriyordu.

* Cengiz Köroğlu ve Serhat Ersöz, Bertuğ Cemil’in 2006 ve 2011 yıllarında çıkarttığı her iki albümde ona eşlik ettiler.

BLUE BLUES BAND

* 1990’ların ortalarında Kemancı’nın alt katında perşembe geceleri Mad Madame’ı seyredip saat 02:00’den sonra üst katta kendini blues rock’a bırakmak, bir kısım yeni yetmenin değişmez eğlencesiydi.

* Grubun ağır topları, Duman’ın gitaristi Batuhan Mutlugil’in babası Batu Mutlugil, 2001 yılında intihar eden Yavuz Çetin ve 2006’da aramızdan ayrılan efsane davulcu Kerim Çaplı’ydı.

Grubun tam kadrosuyla TRT’de seslendirdiği iki yorum ve Hayal Kahvesi’nden görüntüler Youtube’da bulunabiliyor.

SUITCASE

* Deniz Özberk’in vokalistliğinde uzun yıllar Captain Hook, Kemancı, Kadıköy Buddha bar gibi mekânlarda çaldılar.

* Grubun repertuvarı ağırlıklı olarak Smiths, Depeche Mode, Pulp, Morrisey, James, Suede gibi britpop damarında seyrediyordu.

* Çeşitli kadro değişiklikleriyle uzun yıllar süren “cover grubu” mesaisi, grubun 2009 yılında kendi orijinal albümünü çıkartmasıyla başka bir evreye girdi.

SPITNEY BEERS / ÜÇNOKTABİR

* Kendine özel takipçi edinen cover grupları furyası örneklerinin belki de son temsilcilerinden olan Spitney Beers, 2000’lerin başında Mojo’da düzenli sahne aldı.

* Grup 2000’lerin ortasında ismini Üçnoktabir olarak değiştirdi. Solist Melis Danişmend’in yanısıra Barış Ertunç, Cenk Turanlı ve Mehmet Demirdelen’in yer aldığı kadro Mojo’da pazartesi akşamlarını düzenli olarak şenlendirdi.

* Sahnede zaman zaman orijinal bestelere de yer veren grup 2009 yılında dağıldı. Melis Danişmend’in solo albümü 2010 yılında çıktı.

BUNLARI BİLİYOR MUYDUNUZ?

* Mor ve Ötesi’nin henüz ilk albümü Şehir’i yayınlamadan Derin Esmer’li ilk kadrosuyla okul şenliklerinde Smashing Pumpkins’den “Mayonaise”, Stone Temple Pilots’tan “Interstate Love Song” çaldığını…

* Athena’nın Violent Femmes’in “Kiss Off”uyla Captain Hook’un kafesini alabildiğine zorladığını…

* Zamanında Ortaköy Flatline’da hafta sonları yaş ortalamasının 16 civarında olduğunu…