Arşivden: Seramikle dans etmek, rüyaları hayata geçirmek - Johnson Tsang

Seramikten harikalar yaratan Hong Konglu sanatçı Johnson Tsang, geçtiğimiz günlerde pandemi sürecine ithaf ettiği “Still In One Piece III” adlı nefis çalışmasının fotoğrafını “Gündelik hayatın içinde saklı güzellikleri görebilmek çok özel bir kabiliyet” mesajıyla paylaştı. 

Johnson Tsang, Bant Mag No: 53’ün kapak sanatçısıydı. Bu vesileyle kendisiyle derinlemesine bir sohbete koyulmuştuk. 


Seramikle dans etmek, rüyaları hayata geçirmek: Johnson Tsang

Hong Kong’lu sanatçı Johnson Tsang ile, en yakın dostu seramikten ürettiği heykellerindeki beklenmedik gerçekliklerden yola çıkan bir muhabbete dalarak, kafasındakileri, duygularını ve yaratım sürecini anlamaya çalıştık.

Röportaj: Ekin Sanaç, İhsan Tarık – Çeviri: İhsan Tarık
Bant Mag. No: 53 – Kasım 2016

Seramik heykellerle çalışmaya ne zaman başladın? Bu heykeller üzerine ustalaşmaya başlamadan önce yoğunlaştığın başka malzemeler oldu mu?

Çocukken etrafımda olup bitenleri gözlemlemeyi severdim. Tüm gün bir parkta oturup başka hiçbir şey yapmadan farklı farklı bitkilerin yapraklarına bakardım; küçük gözlerimdeki dünya büyüleyici ve kusursuzdu. 1964 senesinde, henüz dört yaşındayken elime kalemi ilk aldığım ânı hatırlıyorum; bir şeyler yazmak yerine evin duvarında asılı olan ahşap duvar saatini çizmeye başlamıştım. En çok ilkokulda kullandığım defterlerin boş alanlarına çizim yapmaktan hoşlanırdım. Nedenini bilmiyorum ama o günden beri bir şeyler çizmeden duramıyorum. Eğitim hayatına tam adapte olamadığım için hep “kötü öğrenci” olarak nitelendirildim. Sahip olduğum alışkanlıklar hep zorluklarla karşılaşmama neden oldu. Geçmişe baktığımda, ilkokul defterlerimde bulunan ve çizim yapmak için kullandığım o beyaz boşlukların aslında yaratıcı zekâmı geliştirmek için sığındığım en ideal yerler olduğunu görüyorum. Daracık alanlar olmasına rağmen hayal gücümün genişliğiyle sınırsız birer evren hâlini alıyorlardı. İşte şimdi o evrende yetiştiğim için çok özel hissediyorum kendimi.

Ardından yirmili yaşlarda sanat dünyasına girdim. Sanatın sınırlarını keşfetmek için ahşap, bronz ve çelik gibi değişik materyaller üzerinde çalıştım. Ancak Hong Kong’da bu malzemelerin fiyatları yüksek olduğu için, tabiri caizse, oradan oraya savruldum. İşte o dönemde kendime, “Yapmak istediğin şey nedir?” diye sordum ve o zaman seramikle çalışmak istediğime karar verdim. Ardından hayatımın aşkını bulduğumu fark ettim ve onu hiç bırakmadım. Romantik bir hikâye, değil mi! Seramik, ne yaparsanız yapın; nasıl şekillendirirseniz şekillendirin, size karşı koymayan bir malzeme. Her zaman istediğiniz şekle giriyor ve o şekilde kalmaya devam ediyor. Yapmak istediğiniz ya da yapmak istemediğiniz şeyin ne olduğunu keşfetmenize izin veriyor. Seramik bana kim olduğuna veya ne olduğuna bakmaksızın her şeyi olduğu gibi kabul etmeyi öğretti. Bu, insanlık için gerçekten önemli bir duygu. Yirmi yıldan bu yana seramik üzerine çalışıyorum; artık seramikle dans ediyorum. Bir arkadaşlığı veya bağı korumak, devam ettirmek için gerekli olan şeyin teknik değil; bu ahenk olduğunu düşünüyorum. Onun (seramik) karakterini, neyden hoşlandığını, neye ihtiyacı olduğunu; onu neyin inciteceğini, neye yetip neye yetemeyeceğini biliyorum. Kimseye zorla hiçbir şeyin yaptırılamayacağını öğrendim; işte bütün mesele de bu. Hayallerimi gerçekleştirmemi sağlayan böyle bir arkadaşım olduğu için kendimi çok şanslı hissediyorum; her seferinde bana kim olduğumu; ne olduğumu hatırlatıyor.

“Inner Child” ve “Security Summit” adlı işlerine bakınca çocukların temsil ettiği düşünülen “masumiyet” ve günümüzde içinde yaşadıkları dünyanın korku, dehşet ve kaygı dolu atmosferi arasındaki zıtlık çok belirgin oluyor. “Inner Child” (İçerideki Çocuk) temasından yola çıkarak yetişkinlerin duygularını dışa vurma fikrinin çıkış noktası tam olarak neydi? 

Ben herkesin ruhunun derinliklerinde mutlu bir çocuğun yaşadığına inanıyorum. İşte ben o çocukla iletişim kuruyorum. Zaman zaman kendimi farklı yaşlarda hayal edip şu anki atmosferi o yaşlardaki ruh hâlimle değerlendirmeye, düşünmeye çalışıyorum. O anda farklı yaşlarda hayal ettiğim “kendim”den akıllıca cevaplar alıyorum ve bu cevapları ellerim aracılığıyla heykellere yansıtıyorum. “Inner Child”ın, beş yaşındaki bir çocuğun veya ergenlik çağındaki bir gencin gözünden dış dünyada olup bitenleri mizahi bir yolla anlama yöntemi olduğunu söyleyebilirim.

Bu bebek ve çocuk heykellerini rahatsız edici bulanlar oluyor mu? Bu sana ne hissettiriyor?

Genelde pozitif eleştiriler alıyorum ve bu beni gülümsetiyor. Evet, zaman zaman bebekleri tüyler ürpertici bulanlar da oluyor. Bu da beni gülümsetiyor. Pek farklı hissetmiyorum açıkçası. Ben mutlu bir insanım ve sırf bu yüzden mutsuz olmak istemem. Yirmi yılı aşkın bir süredir seramikle uğraşıyorum ve seramik bana, ne olursa olsun bazı şeylerin aynı kalabileceğini öğretti. Yorumlarına, eleştirilerine cevap verdiğim tek bir insan var; o da eşim. Ona hâlâ çok aşığım!  

“Lucid Dreams”, insanların iç dünyalarındaki kaçınılmaz çatışmaları gösteriyor. Bu çalkantılarla yaşamaya alışmak mı gerek?

“Lucid Dreams” tamamen rüyalarımdan yola çıkarak hayata geçirdiğim bir proje. Senelerdir gördüğüm rüyaları yazıyorum, unutmadan; tazeyken kaleme alıyorum. Tuttuğum bu rüya kayıtları sınırsız yaratıcılık fikri ortaya çıkarmamı sağlıyor. Doğrusunu söylemek gerekirse ben hep gördüğüm rüyalardan esinlenir ve daha sonra o rüyaları gerçeğe dönüştürürüm. Özellikle son birkaç aydır meditasyon sırasında bu durumla çok sık karşılaşmaya başladım. Herhangi bir girişimde bulunmamama rağmen meditasyon aracılığıyla zihnimi temizlediğimde yeni bir fikir kendiliğinden ortaya çıkıyor. Sanırım tüm bunların temelinde sevgi yatıyor ve ben bu fikirleri hemen hayata geçiriyor ve tüm dünyayla paylaşıyorum. Bu, kendilerine ulaşılmasını bekleyen insanlara ulaşmanın bir yolu olsa gerek. Bu fikirleri ortaya çıkarırken esin kaynağımın bilincim değil de insanlar arasındaki o enerji döngüsü olduğunu bilmek büyüleyici bir duygu. Daha önce yaptığım çalışmalardan tamamen bağımsız olarak hissettiğim şeyleri hemen hayata geçirme ve insanlarla paylaşma düşüncesi bugünlerde daha sık yokluyor beni. Bu sayede hem rüyalarımı hayata geçiriyor hem de o anları tekrar tekrar yaşayabiliyorum. “Lucid Dreams” serisine rüya görmeye ve hayal kurmaya devam ettiğim sürece devam edeceğim ve bu süreci gerçekten sevdiğimi de belirtmek istiyorum.

İşlerine dair en büyük yanlış anlaşılma ne olabilir? 

İşlerime insanların ne gibi müdahalelerde bulunacaklarını veya hakkımda ne düşüneceklerini gerçekten umursamıyorum. Bana göre yaptığım iş bir ifade şekli. Benim için asıl önemli olan modellerimle vermek istediğim mesaj dışında takipçilerimin kendilerine has anlam ve yorumlar üretebilmeleri. Yani, duygu ve düşüncelerimi kelimelerle değil, duygularla anlatmak istiyorum. İnsanlar benim işlerimi gördüklerinde hissettiklerinden yola çıkarak beni keşfedebiliyorsa, bu benim için yeterli oluyor.

Heykellerde farklı renk kullanımına pek yer vermiyorsun. Bunun sebebi nedir?

Benim için “beyaz” sadece bir renk değil; tüm renklerin birleşimi demek. Beyaz renge baktığımda görünenden fazlasını hissedebiliyorum; masumiyet, saflık, nezaket, huzur ve aşk gibi. Annem hayata veda ettiğinden bu yana yaptığım işlerin çoğunda beyaz renk kullanmayı seviyorum. Beyaz rengin temsil ettiği bu evren sayesinde annemle bağ kurduğuma inanıyorum.

Farklı duyguların iletişiminde yüz ifadelerini çok kullanıyorsun. Peki, yüz ifadeleri ve özellikleri üzerine çalışmakta senin gibi usta olan, etkilendiğin başka sanatçılar kimler olabilir? 

Bu, benim gibi birisi için oldukça zor bir soru. Kendi yaratıcılığıma yoğun bir şekilde konsantre olmuş durumdayım. Benzer şekilde çalışan pek çok sanatçı var aslında. Hattâ ben o iyi isimler arasında belki de vasat kalıyorum.

Heykellerine ulaşmak, onları satın almak isteyen insanlar tarafından yoğun bir talep alıyorsun. Bu süreçten biraz bahseder misin? Özel siparişler alıyor musun? Ya da hangi heykelinin satılıp hangisinin satılmayacağına nasıl karar veriyorsun?

Hemen her gün dünyanın çeşitli yerlerinde yaşayan insanlardan talep geliyor. Heykellerimin satıldığı herhangi bir web sitesine sahip değilim. Ama böyle bir web sitesi kurmayı planlıyorum. İşte o zaman heykellerime ulaşmak isteyen insanlarla rahat bir şekilde iletişim kurabileceğim. Başarılı bir satış gerçekleştirildiği takdirde heykeli insanlara kendi ellerimle göndermek istiyorum. Bazen heykellerimi yakından görmek için koleksiyoncular beni yerimde ziyaret ediyor. Aslında yapımı çok zor olmayan tüm heykellerim satılabilir durumda. Onları satmak zor değil benim için; yeni siparişleri de birkaç gün içinde bitirip teslim edebilirim diye düşünüyorum. Nadiren de olsa aynı heykelden birden fazla yapmak için de sipariş kabul ediyorum. Ama yaptığım heykellerin her biri kendine özgü oldukları için böyle teklifleri kabul etmek pek de kolay olmuyor. Daha da önemlisi, bir modelden birkaç tane yapmak yerine yeni tasarımlarla yaratıcılığımı ortaya çıkarmayı tercih ediyorum.

Star Trek’in ellinci yılını kutlamak için düzenlenen “Star Trek 50. Yıl Sergisi”nde yer alan sanatçılardan biri de sendin. Hayatında seni en çok etkilemiş olan hangi film ya da hikâyeleri sayabilirsin? 

Tek ebeveynli bir evde, annemle birlikte büyüdüm. Annem benimle ilgilenirken, kız kardeşim ve ağabeyim de kendi başlarının çaresine bakmak zorundalardı. Maddi gücümüz olmadığı için ben on iki yaşıma gelene kadar eve televizyon alamadık. Geriye dönüp baktığımda bunun benim için bir zenginlik olduğunu görüyorum. Annem bir hastanede vardiyalı olarak çalışan bir hastabakıcıydı. Çok sade bir hayatımız vardı. İşte tüm bunlar bana yanı başımda duran o dünyaya daha kolay erişebilme şansı verdi. Doğaya yakın olmak, yapraklara dokunabilmek, yolda yürürken elime bir taş parçası alıp uzaklara fırlatmak, eve geç kalma korkusuna kapılmadan parklarda koşmak, dağa tırmanmak gibi pek çok şey sayesinde şimdiki “ben” oldum. Televizyondan uzak bir çocukluk geçirdiğim için hayal gücüm daha zengin ve değerli oldu.

Star Trek’in benim favori filmlerimden birisi olduğunu söyleyebilirim; bize ilham verdiğinden eminim. Hayal gücümüzün sınırları ve kalıpları olmadığı mesajını veriyor bizlere. O muhteşem etkinlikte işlerimi sergilemek üzere çağırıldığım için çok mutluyum.

Bu heykellerin insanlarda hangi duygu, düşünce ve hareketlilikleri ortaya çıkmasını umuyorsun? 

Cevabım “aşk”. İnançlı bir insan değilim; inandığım tek şey daha iyi bir dünyanın var olması gerektiği. Bunu da iyi olmadığım herhangi başka bir alanda gerçekleştirebileceğime inanmıyorum. Şanslıyım ki sanatla tanıştım. Hepimiz, ruhumuzun derinliklerinde, etrafımızda olup biten pek çok şeyi kavrayacak bir hassasiyete sahibiz. İşte bu da aşkın ta kendisi. Heykellerim hakkında yapacağım bir konuşmaya hazırlanırken geçmişte yaptığım işlere yeniden bakma şansı buldum ve işlerimi üretirken belirli bir yol izlediğimi keşfettim. Dünyanın karşı karşıya bulunduğu sorunlara yönelik yaptığım birkaç işin ardından “aşk” temalı üretimler yapmaya başladığımı fark ettim. Bu da etrafta olup bitenlere karşılık verirken başvurabileceğim en iyi yöntemin “aşk” olduğunu gösterdi bana. Aşkın her şeyi onarabileceğine inanıyorum.