Backstage by German Legend: Al’York kulis röportajı
Geçtiğimiz kasım ayında Bina’da In Hoodies ve Eskişehir Social’da Al’York konserleri ile başlayan Backstage by German Legend konser serisi önümüzdeki aylarda da farklı şehirleri ve mekanları gezmeye devam edecek. Backstage konser serisiyle kendi müziğini yapan yeni nesil müzisyenlere taze bir platform kazandırmayı ve farklı şehirleri gezerek Türkiye’nin farklı dinleyici kitleleri ile bir araya gelmelerini sağlamayı amaçlayan German Legend, Bant Mag olarak yakın takibimizde. Serinin ikinci konserini Eskişehir Social’da muhteşem bir enerjiyle gerçekleştiren Al’York ekibiyle performansları öncesinde kısa bir sohbet ettik.

Al’York ekibi olarak bireysel anlamda müziğe ilk adımlarınız nasıl oldu? Bir araya gelme şansını yakalamasaydınız da, bu ekip mutlaka müzikle mi uğraşırdı?
Gizem: Beni müziğe başlatan enstrumanlar davul ve gitar ile oldu. Ancak şarkı söylemeye başlamak; müziğe devam etmemi sağladı. Hiç birini birbirinden ayıramam. Her biri bugün ki Gizem olmama sebep oldu hepsinden ayrı ayrı beslenip ilham alabilmek çok güzel. İkinci soruya gelirsek; Bunu sanırım hiç birimiz bilemeyiz ancak bu üç kişinin birbirini bulmaması diye bir şey olamazdı bir şekilde yine birbirimizle karşılaşırdık ve yine olacak olan olurdu.
Renan: 12 yaşımda karşılaştığım bazı punk rock albümleri bende bardağı taşıran son damla oldu ve böylece bateri çalmaya heveslendim. İlerleyen yıllarda Elliott Smith, Tom Waits ve Son House gibi isimler de beni etkiledi ve bir daha da arkama bakmadan bu yolu takip ettim.
Öncelikle bir araya gelmemizin büyük bir şans olduğuna katılıyorum, sonuçta yollarımız kesişene kadar üçümüz de farklı farklı müzikal deneyimler yaşadık. Bu deneyimlerin getirdiği birikimler ve doğru zamanda doğru yerde bulunarak tanışmamız bize arasak da bulamayacağımız bir fırsatı değerlendirmemize sebep oldu.
Ediz: Küçükken, babam elime bir CD listesi verip, Tunalı’da Shades isimli bir müzik dükkanından bu listedekileri almamı istedi. Listede Stevie Ray Vaughan ve Ben Harper vardı. O güne kadar müziğin böyle olabileceğine dair bir fikrim yoktu. Sonra gitar almak için yalvarmaya başladım. Daha sonra bana her gün çalmam ve çalışmam şartıyla gitar aldılar. 15-16 yaşlarına kadar tek yaptığım şey gitar çalmaktı, Sonrasında Justin Townes Earle, Will Sheff ve Wilco gibi sanatçıları duyunca ilgim daha çok şarkı yazarlığına yöneldi. Bir araya gelmeseydik, büyük ihtimalle müzikle uğraşıyor olurdum ancak böyle iyi dostluklar edinemezdim.

Al’York’un alameti farikalarından bir tanesi de grupta herkesin vokal yapıyor olması. Peki parça yazım süreci sizin için nasıl işliyor? Bu konuda bir lokomotif var mı, yoksa herkesin dahil olduğu bir süreç mi işliyor?
Gizem: Hiç bir zaman aramızda sen vokal ol, sen şu ol, bunu yap gibi görevlendirmeler olmadı. Herkes ne istiyorsa ne bize ilham veriyorsa onun peşinden gitti. Hiç birimizde birbirimize hayır demedik.
Genellikle şöyle işliyor; üçümüzde şarkı söylemeyi ve yazmayı seviyoruz. . Ve herkesin yazıp çizdiği sözleri, riffleri var. Bizi en harekete geçiren hangisiyse beraberce çalıp, ortak bir çalışma halinde şarkılarımızı yapıyoruz.
Ediz: Kesinlikle herkesin dahil olduğu bir süreç işliyor. Biz, bugün dahil, nasıl birlikte şarkı yazabileceğimizi, soniğimizi nasıl keşfedebileceğimizi ve beraber nasıl çalabileceğimizi keşfetmeye çalışıyoruz. Bu nedenle de birbirimize dahil oluyoruz.
Renan: Her bir parçanın kendine özgü bir oluşum hikayesi var. Bizim üzerimize düşen ise şarkıların formülünü bulmaktan geçiyor. Bu konuda fikirlerimizi birbirimizden esirgememeye ve çekingen davranmamaya özen gösteriyoruz. Belli bir aşamadan sonra müzik kendiliğinden gitmek istediği yere varıyor zaten.

Kendi bestelerinizin yanı sıra harika cover parçalar da yayınlıyorsunuz. Son olarak yayınladığınız Jacques Dutron’un “Les Responsable” parçasına getirdiğiniz yorum çok keyifliydi örneğin. Cover yapacağınız parçaları nasıl seçiyor ve o parçaya Al’York yorumunu nasıl getiriyorsunuz?
Renan: Çok teşekkürler öncelikle. Her ne kadar üçümüzün müzik geçmişi farklı olsa da, bizi bir arada tutan müzik tutkusu ortak zevkler çerçevesinde kök salmış bulunuyor. Dolayısıyla, her fırsatta yeni keşfettiğimiz ve bizi heyecanlandıran müzikleri birbirimizle mutlaka paylaşıyoruz.
‘Les Responsable’ önerisi ise biz Fransa’ya gitmeden Ediz’den geldi. Strasbourg şehrinde bir gençlik festivalinde çalmaya davet edilmiştik ve gitmişken Fransızca bir parça yorumlama fikri üçümüzün de aklına yatmıştı.
İlk başlarda parçanın tümünü Fransızca söyleyerek yorumladık ve itiraf ediyorum, zaman zaman kelimeleri karıştırıp uydurduğum anlar da oldu. Ancak, şarkıyı konserden konsere çalarak kendi yorumumuzu katmaya başladık ve kayıt aşamasına geldiğimizde nakaratın sözlerine dokunmayıp, diğer kısımlarını İngilizce yapalım dedik. Böylece üzerimden bir yük kalkmış oldu ve çıkan sonuç da hoşumuza gitti.
Setlistimizde bulunan coverların bir diğeri ise David Bowie’nin ‘Rebel Rebel’ parçası. Aynı şekilde bunun da konserden konsere geçirdiği süreçle kendiliğinden şekillenmesine izin verdik. Genelde bir parçayı yorumlamadan önce nasıl sonuçlanacağına dair bir fikrimiz olmuyor. Şimdiye kadar yaptığımız coverlar hep keyfi bir girişim olarak başladı ve ilerleyen zamanlarda tıpkı bestelerimizde olduğu gibi gitmek istediklere yerlere doğru evrildiler.
Ediz: Geçen aylarda bir kaç tane daha cover parçasına baktık. Parça seçmek oldukça zor aslında ve sevdiğimiz çok şarkı var, bu birkaç ay önceki çalışma bizim açımızdan çok yararlı oldu. İsterim ki her ay yeni bir 7″ yayınlayalım ve B- Side’ı hep bir cover olsun. Kendi parçalarımızı nasıl yazıyorsak, cover parçalarımızda benzer bir süreçten geçiyor, şaşırtıcı ve beklenmedik bir yere götürüyor bizi.
Gizem: Bize ilham veren ne varsa çalmak ve yeniden o parçaları yorumlamak hoşumuza gidiyor. Üçümüzü de tatmin edecek enerjiyi hissettiğimizde parçalarımız yada cover şarkılarımız bizim yorumumuz diyebileceğimiz halini alıyor.

Bir
konser öncesinde, Al’York kulisinde neler
oluyor? Kafanızda ne gibi düşünceler ve hisler dönüyor?
Ediz: Neler olmuyor ki! Konser
öncesi kan ter içinde, gitar teli değiştirmeye bayılıyorum. Kulis yangın yerine dönüyor ve her birimiz
ihtiyacı olanı alıp birbirimize son bir bakış atıp o heyecanla sahneye çıkıyor
ve ilk vuruşu yapıyoruz.
Gizem: Bolca saç jolesi, çığlıklar ve parfüm.
Renan: Sahneye çıkmamıza 10-15 dakika kala kapıları kitliyor ve ayinimizi gerçekleştiriyoruz. O ana kadar biriktirdiğimiz adrenalinle son bir defa göz göze geldikten sonra zamanın içinde kaybolmak üzere sahneye doğru ilerliyoruz. Bilincimiz sahneden ininceye kadar tamamen kendine gelmiyor desem abartmış olmam herhalde.
Sık
sık konser veriyorsunuz, hem Ankara’da hem de farklı şehirlerde. Sizin için bir backstage’i konser öncesi
verimli ve güzel bir deneyim yapan özellikler, olmazsa olmazlar neler?
Renan: Öncelikle davet edilip bir arada olmanın
ayrıcalıklı keyfi diyebilirim. Severek
yaptığımız bir müziğin böyle bir etkinlik yoluyla çeşitli dinleyicilere
ulaşması bize bir motivasyon kaynağı oluşturuyor. Prost!
Gizem: Genellikle hepimizin bazı hassasiyetleri var tabi ancak hiçbir zaman olmazsa olmazımız olmadı. Bizim için en önemlisi sound check. Çok iyi yerlerde de çaldık, çok kötü yerlerde de. . . Bazen en iyi konserimiz en kötü yerlerden de çıkabiliyor. Sound konusunda hep ısrarcıyız. Her mekan farklı, her sistem farklı ve genellikle şartlar ne olursa olsun istediğimiz sonuçu ne olursa olsun yakalamaya çalışıyoruz.
Ediz: Her konser öncesini, verimli ve güzel yapan şey içinde bulunduğumuz an ve bunu birlikte deneyimlemek.