Balthazar yeniden kendini evinde hissediyor

Türkiye’ye ilk kez 2013 yılında gelen ve o günden beri hatırı sayılır bir hayran kitlesi kazanan Belçikalı grup Balthazar, yeni albümleri Sand’i gecikmeli de olsa sadık dinleyicileriyle paylaşmak üzere yeniden İstanbul’da. 

Bu akşam +1 Katkılarıyla: Gezgin Salon konserleri kapsamında Volkswagen Arena’da sahne alacak grubun üyeleri Jinte Deprez ve Maarten Devoldere ile yeniden turnede olmanın nasıl hissettirdiği üzerine bir sohbete oturduk.

Pandemi etkisinde turnelemek

Öncelikle İstanbul’a yeniden hoş geldiniz. Pandemi etkisiyle turneye çıkmak için aylarca beklediniz. Şimdiye kadar her şey nasıl gidiyor, yeniden yollarda olmak nasıl bir his?

Jinte Deprez: Harika! Karantinanın ardından canlı performanslara döndüğümüz için inanılmaz mutluyuz. Bu işi yaptığımız için geçmişe göre daha ayrıcalıklı hissediyoruz. Seyirciler de her zamankinden daha çılgın, bizi bir kutlama havasında karşılıyorlar. Evet, pandemiden dolayı bekledik ama uluslararası turnelere yeniden başlayan ilk gruplardan biriyiz. Bu çılgınca çünkü turnelemek hâlâ çok kırılgan bir süreçte. Türkiye’den önce Rusya konserimizi iptal etmek zorunda kaldık. Bu yüzden gerçekleştirebildiğimiz tüm konserler bizi çok sevindiriyor.

Maarten Devoldere: Covid’den önce sürekli konser vermek belki de bizi biraz şımartmıştı. Şimdi çok daha iyi hissediyoruz ve heyecanlıyız.

Aylar önce Sand albümünden tatmin olup olmadığınız sorulduğunda bu soruya cevap vermek için henüz erken olduğunu düşündüğünüzü söylemiştiniz. Albümün kaydedilmesinin üzerinden fazla zaman geçmemişti ve konser verme imkânınız yoktu. Şu an Sand hakkında konuşmak için doğru zaman mı?

JD: Sand benim için bir albümün ötesinde, hislerimi şarkılarla olan bağımla ilişkilendirebilirim. Sand Castle Tapes ve şarkıları canlı çalma şeklimiz albümden biraz daha farklı. Aslında bu soruya daha önce cevap vermememin sebebi de şarkıları kaydettikten sonra seyirciyle etkileşime geçemememizi garip bulmamdı. Evet albüm internetteydi ama tamamlanmamış hissettiriyordu. Artık şarkılarımızı canlı çalabiliyoruz ve her şey anlam kazandı, tüm parçalar yerine oturdu. Bunlar şimdiye kadar yazdığımız en iyi şarkılar. Albümden fazlasıyla memnunum diyebilirim. Sand aynı zamanda Covid ve diğer tüm hikâyeleriyle bizim için enteresan bir tecrübeydi.

Pandemi sonrası sizin turne alışkanlılarınızda nasıl değişimler oldu?

MD: Yogaya başladım ve bunu elimden geldiğince devam ettiriyorum. Bunun dışında söylediğim gibi artık her ânımızın değerini daha iyi biliyor ve işimizi daha da severek yapıyoruz. Aylarca evde oturmak çılgıncaydı. 10 yıldır yollardayız ve evde yaşamanın nasıl olduğu hakkında en ufak fikrimiz yok. Şimdi yeniden turnedeyiz ve kendimizi evimizde hissediyoruz. Yaşamayı bildiğimiz hayat bu.

Fever albümünden sonra sınırlarınızı daha fazla zorlamak istemiş ve henüz o albümün turnesi bitmeden Sand için çalışmalara başlamıştınız. Benzer hisleri şimdi de yaşıyor musunuz?

JD: Fever albümü bizim için bambaşka bir havayı temsil ediyordu. Albümün bizi tatmin etmediğini de söyleyemem, fazlasıyla eğlenceliydi. Müziğimiz daha dışa dönüktü ve seyirciler çok coşkuluydu ama Sand’in Fever albümünü tamamladığını söyleyebilirim. İki albümdeki şarkıları çaldığımızda, birlikte ne kadar uyumlu gittiklerini görebiliyoruz. Ama artık bu hikâye anlatıldı ve yeni şeylerin peşinde koşmaya devam edeceğiz.

Sand’in kapak görseli ve kesişen temaları

Albüm kapağınız, Hollandalı heykeltıraş Margriet Van Breevort’un “The One Who Waits” eseri. Aynı zamanda albümde zaman kavramı üzerinden ilerleyen birçok söz ve şarkı ismi de mevcut. Bunun arkasındaki motivasyonunuz neydi?

MD: Şarkı sözlerini karantina döneminde yazdık. Çoğu için “aşk şarkısı” demek mümkün ancak sözleri yazdıkça bir yerden sonra farkında olmadan tüm albümün aslında zamanla alakalı olduğunu gördük. Hırs ve yerinde duramama hissi hemen hemen tüm sanatçıların yaşadığı bir durum. Sanatçılar kendilerini eserleriyle ifade etmek ister. Devamında karantinayla beraber bu yerinde duramama hissi tüm dünyaya yayıldı, herkes evlerine kapanmıştı ve beklemek zorundaydı. Bu doğal hissettirmiyordu ve albümle zamanın bağı konusunda enteresan bir etkisi oldu.

JD: Bekleme hissi küresel bir problemdi. Sanatçının acısını çektiği durumlar, herkesin acısı hâlini almıştı. Kapakta kullandığımız eseri internette görmüş ve inanılmaz komik bulmuştuk. “Bunu albüm kapağı olarak kullanmalıyız.” demiştik. Sonrasında eserin ne anlama geldiği konusunda daha derin bir araştırmaya giriştik ve tam da bizim bahsettiğimiz şeyleri anlattığını gördük. Sözlerimizle ve albümün hissiyatıyla müthiş bir uyum içindeydi. Bir adam bekliyor ve beklerken zamanın içinde kayboluyor, işte böyle durumlarda eserdeki gibi garip bir yaratığa dönüşebiliyoruz. Tüm parçalar birleşti ve Margriet’e resmi kullanıp kullanamayacağımızı sorduk. Bize izin verdiği için mutluyuz. Resim garip ve anlaşılmaz gözükebilir ama şarkılarımıza, albüme ve esere detaylı bakınca belki de ilk kez bu kadar anlamlı bir iş yaptık.

Sanatsal tesadüflerin her şeyiyle kusursuz bir biçimde birleşimi gibi duruyor.

JD: Kesinlikle. Bazı insanlar albüm kapağından nefret ediyor ama en azından sevmeyenlere yapabileceğimiz mantıklı bir açıklama var.

Bu albümde de prodüktör olarak Jasper Maekelberg’i görüyoruz. Geçmişte gruplarla özdeşleşen yapımcıların öneminden bahsetmiştiniz. Jasper ile lişkiniz hakkında neler söylemek istersiniz?

MD: Arkadaşlarımızla beraber çalışabilmek çok değerli. Onun yeteneklerine güveniyoruz ve bu durum bizi rahat hissettiriyor. Eskiden albümlerimizin yapımcılığını biz üstleniyorduk ama şarkıları yazan ve söyleyen taraf olup, teknik detayları Jasper’e bırakmak işleri daha çabuk ve efektif bir şekilde halletmemizi sağlıyor. Şarkılar üzerindeki tüm sorumluluğu üstlenmemek ve daha rahat hissettiğimiz işe odaklanmak ortaya çıkan ürünü de güzelleştiriyor. Ondan çok memnunuz. Böyle hissetmesek muhtemelen Sand albümünü yaratırken Jasper ile çalışmazdık.

İstanbul’a ilk kez Rats turnesiyle geldiniz. Fever turnesi için de İstanbul’daydınız. Grup olarak üçüncü kez burada konser vereceksiniz. Bu süreçte Balthazar’ın gelişimini nasıl yorumluyorsunuz?

JD: İstanbul’a ilk kez 2013’te geldik. Sonrasında solo projelerimiz için gelmeye devam ettik. İlk konserimiz küçük bir şovdu ama solo projelerimizin ardından grup olarak döndüğümüzde Zorlu PSM’deki tüm biletler satılmıştı. Solo projelerimiz Balthazar’ı büyüttü diyebiliriz. Türkiye’de çok seviliyoruz, neden bilmiyoruz ama bu durumdan gayet memnunuz. Geçmişte buraya gelmek egzotik bir deneyimdi. “Sadece 100 kişiye çalacağız.” diye düşünüp geçiyorduk ama solo projelerimiz harika geçti. Balthazar ile son geldiğimizde yaşananlara ve ilgiye anlam veremiyorduk.

MD: İstanbul’a ilk gelişimi hatırlıyorum. Heyecandan uyuyamamıştım. “Bu şehir harika, gezip keşfetmeliyim.” diye düşünüyordum. Artık istediğimiz gibi gezip vakit geçirecek rahatlığa sahip değiliz ama Balthazar büyüdü. Bir ülkeye geldiğimizde daha büyük yerlerde ve daha büyük organizasyonlarda yer alıyor, röportajlar veriyoruz. Bir yandan küçük konserler vermek güzel bir deneyimdi, bir yandan da bu kadar büyümüş olmamız sevindirici.

Röportaj: Doruk Karaca