Bant Mag. No:28'den // Görmek, düşünmek, hissetmek: 1457 Ankara

Ankara metropolünü yeraltından yerüstüne hisseden, “yürümek düşünmektir” diyen 1457 Ankara belgeselinin yönetmeni Halil Yetiş ile konuştuk.

Kent meselesinin güncel politikanın düğüm noktalarından biri olduğu şu dönemde odağına bu meseleyi alan çeşitli belgeseller görücüye çıkmakta. Bunlardan biri de Ankara’yı merkezine oturtan ve ismini 1937’de keşfedilen bir asteroitten alan 1457 Ankara. Filmdeki sine-göz Ankara’nın yeraltında ve yerüstünde dolaşıp farklı kültürel ve sınıfsal kodlara sahip muhitler arasında mekik dokuyarak bir kentin karanlık ruh hâletini belgeliyor. Yönetmen Halil Yetiş ile Ankara’nın dönüşümünü, bu dönüşümün birey/toplum üzerindeki etkilerini ve filmdeki sinema dilinin düşünsel ve teknik ilham kaynaklarını konuştuk.

Seni ve bünyesinde bulunduğun Artıkişler ve KozaVisual gibi kolektifleri tanıyabilir miyiz?

Ankara’da doğdum büyüdüm, tiyatro kökenliyim, uzun yıllar tiyatro ile uğraştım. 2005 yılından itibaren birçok kolektif video ve sinema projesinde oyuncu ve yönetmen olarak çalıştım. Uçurtma ve Life is a Circle isimli iki kısa filmin dışında şu an üstünde konuştuğumuz 1457 Ankara belgeseli ve çeşitli video çalışmalarım oldu. Artıkişler kolektifinde bağımsız sanatçılar birlikte video işleri ve görsel sanat alanlarında çalışmalar üretip sergiliyorlar. KozaVisual ise bir görsel kültür ve sanat derneği olarak sanatçıların, kültür ve sanat çalışanlarının ve araştırmacıların bir arada düşünüp üretebilecekleri bir platform. Her ikisinin de ortak özelliği sanatçıların üretimlerini sergileyebilmesine ve dağıtım ağlarına ilişkin ana akım ve ticarî olmayan, alternatif alanlar ve ağlar geliştirmesi.

1457 Ankara üç bölümden oluşan bir film. İlk bölümde yeraltına odaklanmışsın.

Metropolü oluşturan vazgeçilmez ve zorunlu bir unsur olduğu ölçüde ve modern birey üzerindeki psikolojik etkisi sebebiyle bu filmin konularından biri oldu metro… Metro ihtiyacı şehirlerin kalabalıklaşması sonucu ortaya çıktığı için büyük öneme sahip. Metropoller, barındırdıkları nüfus ve aktivite yoğunluğu nedeniyle yeraltının yerüstü kadar yoğun olarak kullanıldığı kentler olmaya başladı. Gündelik yaşam kavramı değişti, gün içinde yapılan aktivite sayısı ve çeşidi arttı. Metro durakları kentteki hareketliliğin başladığı ve bittiği, kenti mekânsal, sosyal ve işlevsel olarak değiştiren, dönüştüren ve biçimlendiren dinamik noktalar hâlini aldı. İnsan hayatını şekillendirmeleri, ona kendi şartları doğrultusunda bir yapı, bir tarz ve giderek bir zihniyet kazandırmaları söz konusu oldu. Metronun teknolojik konforunun ötesinde, bireylerin metro içerisinde şehre dair tüm yer ve yön duygularını yitirmeleri, kendilerini yapay bir alanda şehirden soyutlamış olmaları bireylerin hareketlerini duruşlarını mekanikleştiriyor ve aynılaştırıyor. Bu aynılık içerisinde yapılan yolculukta sinyaller, anonslar ve mekanik ses yığınları hissedilen soyutlanmanın fonunu oluşturuyor. Yeraltı bir anlamda yaşam alanı barındırmayan kamusal bir alan. Tıpkı havaalanları ya da tren garları gibi bir yolculuk alanı ancak yapısından dolayı şehri soyutlayan bir alan. Bu nedenle şehrin soyutlandığı, davranışların mekanik ve yabancılaşmış bir hat üzerinde aynılaştığı bir yerden Ankara’yı anlatmak bir anlamda da şehri 1457 Ankara asteroidinin ismi ile özdeşleştirmiş bir anlatıya da uygun düşüyor.

13Melek tarafından yapılan röportajın devamını okumak için buraya tıklayabilirsiniz.