Bant Mag. No:31'den // Trip hopun 20 yılı

Bu yıl şimdiden 90’lar müzik ve kültürü bolca hatırlandı, üzerine düşünüldü. Ancak bu yıl 20. yaşına giren tek hareket Britpop değil. Simon Tucker’ın Louder Than War için kaleme aldığı bu yazıda birçok insanın daha progresif ve önemli olduğunu onaylayacağı bir türü anımsıyor: trip hop.

Yazı: Simon Tucker – Çeviren: Ayşen Arıkazan – İllüstrasyon: Ada Tuncer

Bir anı hatırladığınızda beyninizin anımsayacağı binlerce şey vardır. Görüntüler, kokular, zihinsel ve duygusal durumlar… Bazen bu anılar çok açık ve net, bazen bulanık ve kafa karıştırıcı olurlar. Bazen bir anı o kadar gerçekçidir ki dokunabileceğinizi hissedersiniz, ancak bazılarında orada değilmişsiniz, sadece gözlemciymişsiniz gibi hissedebilirsiniz.

Bazen anılarınızı hatırlarken çok akıcı ve net anlatabilirsiniz, diğer zamanlarda anımsadığınız duyguları açıklayacak doğru kelimeleri bulmakta zorlanırsınız.

Maalesef bu yazar için belirli bir müzik türüyle ilgili yazı yazmak ikincisine yol açtı. Bir müzik türünün sizin için ne ifade ettiğini nasıl kelimelere dökebilirsiniz ki? Akademik bir duruşla tarihî referanslardan mı yola çıkarsınız, yoksa kendi duygularınız ve görüşlerinizden mi? Şu an eşiniz olan kadın (ki bu müziğe olan tutkusu o kadar güçlü ki, evliliğinizin ikinci yıl dönümünü türün doğduğu kentte geçiriyorsunuz) ile sizi bir araya getiren müzikle ilgili duygularınızı nasıl ifade edersiniz?

Bazı insanlar size Bristol’un soundsystem kültürünün merkezi olduğundan ve dub, punk ve post-punk türlerinin bir araya gelmesinin yeni insanlara açık ama izole bir hareket ortaya çıkardığından bahseder. Köklerinden o kadar gurur duyan bir hareket ki, ana karakterlerinden çoğu hâlâ burada yaşamaya devam eder.

Başkaları Britanya’da âniden yükselen, adı John Robb tarafından konulmuş Britpop hareketine göre trip hopun (basında böyle geçiyordu) daha progresif ve yenilikçi bir görüşü temsil ettiğinden bahsedebilir. 60’lar beyaz kültüründen ziyade siyahî kültürüne ilgi duyan bir hareket… Pepperland değil Birdland kokan bu müzik ülke olarak bakış açımız ve ideallerimizi aramamız gereken yerdi.

Buraya bu türün 80’lerin sonunda patlayan ve o aralar hâlâ popüler olan rave kültürünü özetlediğini ve evrimleştirdiğini bağlayabiliriz. Bu grupların kayıtlarının içinde birbirine karışan bu kadar çok müzik stilinin ambarlarda, adapte mekânlarda veya ormanlarda odadan odaya yürürken hissettiğiniz duyu karışıklığına benzediğini söyleyebilirim. Böyle durumlarda bir saatlik bir tekno setini dinledikten sonra Jungle sesleriyle titreyen bir yere geçebilir, sonra başka bir odada yeri sallayan sub-bass dub raggea dinleyebilirdiniz.

Yazının tamamını okumak için buraya tıklayarak Bant Mag. No:31’e gidebilirsiniz.