Bant Mag. No:33'ten // Eğlenmenin politikası: Berlin’in kuir partileri

Emma Goldman’ın “Dans edemeyeceksem bu benim devrimim değildir” sözü aşkına, uyku sevmeyen şehir Berlin’i Berlin yapan kuir partilerin yaratıcılarına kulak verin.

Röp: Bawer Çakır, Yener Bayramoğlu – İllüstrasyon: Yağız Yılmaz – Foto: Aghia Sophie

Dünya Savaşı nedeniyle kaybettiği tacını geri alan Berlin, geride bıraktığı rakipleriyle arayı açmayı sürdürürken, yeni mekânlar ve partiler mantar gibi çoğalmaya devam ediyor. Turist çekmek için neredeyse her şehrin kullandığı “hiç uyumayan şehir” sıfatı belki de sadece gerçekten bir şehri, Berlin’i anlatıyor. Cumadan başlayıp pazartesi sabahları son bulan parti maratonu öncesi ısınmak için gidilen Çarşamba ve Perşembe partileriyle Berlinliler ve yolu buraya düşenler, neredeyse hiç dinlenmeden, büyük bir sorumlulukla bir partiden diğerine koşuyor. Berlin parti canavarları kadar işini ciddiye alan “işçiler” bulmanız zor…

Kayıtlarda Almanya’nın başkenti olarak görünen ancak ülkenin geri kalanıyla neredeyse Almanca dışında hiçbir bağı bulunmayan Berlin sadece parti başkenti değil. Tıpkı Dünya Savaşı öncesinde olduğu gibi yine yeniden kuir cemaatin de anavatanı, gözünün nuru. Berlin’in her yanına yayılmış  kuir ruh, şehri LGBTİ’ler için cazibe merkezine dönüştürmüş durumda. Yaşlı kıtadan ve hattâ yeni dünyadan çok sayıda kuir, eğitim, lisan, sanat ya da iş bahanesiyle kapağı Berlin’e atıyor. Şehrin sokaklarında her dili duymak mümkün ve Berlin çok uzun bir süredir yalnızca bir Alman şehri değil. “Multi-kulti” kilisesinin sözlükteki anlamlarına Berlin’in eklenme vakti geldi de geçiyor.

Laf çok, yer dar, sözü uzatmayalım. Bant Mag. için 24 saat parti hayvanları şehri Berlin’in ahlaksız, edepsiz, dinsiz, imansız, sınırsız, limitsiz partilerini düzenleyen, kapılarını özgürlüğe ve sınırsız eğlenceye tutkuyla bağlı canavarlara açan kuir partilerinden üçünün yaratıcılarına mikrofon uzattık, içinde kaybolduğumuz partileri sorduk. Berlin’i Berlin yapan partilerden kısa zamanda kült mertebesine gelmiş Gegen’in, birinci yaşını geçtiğimiz günlerde kutlayan Pornceptual’ın ve İtalyan kültlerini tersyüz eden eğlenceli Party Colare’nin yaratıcılarına bağlanıyoruz.

berlinqueer_8
berlinqueer_4

GEGEN
Her şey nasıl başladı? Bu partiyi verme fikri nerede, nasıl geldi aklınıza? Organizasyon ekibi olarak kaç kişisiniz?
GEGEN üç yıl kadar önce başladı. “GEGEN Manifesto. Kendine Karşı. Kuir anlatılar çevresinde”de açıkladığımız üzere, “Gegen” kelimesinin karşıt anlamlarıyla oynuyoruz. “Gegen”, Almancada karmaşık bir kelime çünkü iki karşıt anlama geliyor. Tarihsel olarak konuşacak olursak “gegen”, “karşı” anlamına geliyor ve gençlik kültürünün en başından bu yana tüm karşıt kültür hareketlerine işaret ediyor. Ancak kelimeyi zaman çerçevesinde düşünecek olursak “gegen” “aşağı yukarı, civarı” demek. İlk anlamı kesinlik taşıyor ve belli bir mekân içinde tanımlı bir şeye işaret ediyor. İkinci anlamıysa açık uçlu ve zaman olarak belirsiz bir şeye. Postmodernizm, küreselleşme ve ulusaşırıcılığın iktidar ilişkilerini değiştirdiği modern zamanlarda, bir düşünce ya da hareketin “karşıt” olarak tanımlanmasına imkân veren “düşman” kavramı belirginliğini kaybetmiş durumda. Bu durum kapitalist eğlence sektörüne, bir karşı-kültür olarak kuir hareketleri “sahiplenerek” içi boşaltılmış ve birbirini tekrar eden -ve hızla kendi kendini tüketen– etkinlik tekeli yaratarak kendini yeniden üretme/canlandırma imkânı yaratıyor. Bu, aynı zamanda, giderek daha da popülerleşen ve güç kazanan “kuir mekke”lerinin kurumsallaşmasını da sağlıyor. Bu süreci, eğlence sanatları alanında yeni trendlerin belirleyicisi olan Berlin’de izlemek mümkün. Bu temel gerilim aynı zamanda, zamana ve zamanın mekânlarına, tarihin ya da Friedrichshain’ın bazı geceler şahit olduğu, değişimi yansıtan “SABOT°AGE BERLIN” isimli kuir tekno partilerini küllerinden yeniden yaratma fırsatı sunuyor. Amaç, “gegen”in, “kendiliğin” intihara meyilli mekanizması ya da diyalektiğin zorlamasının bir ifadesi olarak düşman yaratma krizi anlamına gelen terkedilmiş politik anlamıyla oynamak. “Gegen”in anlamsal ayaklanmasının, kendi imkânsızlıklarının kırık bir aynası hâline geldiği, “dilsel” bir pop art oyunu. İnsanın kendinin, kendine karşı olan ve kendinin de tanımadığı hâlleriyle karşılaşma korkusu. Psiko-dramatik bir performansta arzulayan konumunda olmanın tehlikeleri. Politik bir hareket olarak sanrısal aşkın, düşmanlaştırıcı ve belirli bir kimliğe hapsedici nefrete meydan okuması. Çözümlenemeyen çelişki, kuir felsefenin temelidir. Bizi bu konsepti oluşturmaya iten de bu düşüncelerdi. Etkinliğin yürütücüleri olarak şimdiye kadar üç kişiydik. Ben (WARBEAR), BOXIKUS ve San Francisco’ya taşınmak üzere olan TOM ASS. Ancak TOM ASS oradan da bizim için çalışmaya devam edecek.

Partilerinize daha çok ne tarz gruplar geliyor? Siz en başta nasıl bir kitleye ulaşmayı hedeflediniz? Zaman içinde partilere gelen kitleler değişti mi?
Bir parti, ancak içinde bir kimlik bunalımı taşıyorsa canlı ve zengindir. Bu nedenle farklı sosyal ve kültürel grupları bir araya getirebilmeye ve bu düşüşü onlara yaşatabilmeye yönelik bir iletişim yürütmekteyiz. GEGEN’i harekete geçiren motor tam olarak böyle bir şey. Geldiğinizde başkalarının gözünde kendinizi tanıyamamanın yaşatacağı heyecan. Kreuzberg ve Neukölln’ün kuir sahnesinden, Schöneberg’deki gey kasabasının LGBT camiasından, Friedrichshain’ın siyasi/karşı-kültür sahnesinden insanların bir araya gelmesiyle, küresel ve lokal perspektifte dev bir molotof kokteyline sahibiz. Dünyanın her yerindeki müzik, akademi ve sanat sahnesinden insanlar, bireyler, ucubeler, sınır-kişilikler; hepsi özgürleştirici bir deneyimin güzelliğini yaşamak için burada buluşuyor. Olgun bir topluluğa sahip olduğumuz ve kuşaklararası ilişkiler üretebildiğimiz için çok gururluyuz. Partilemenin genç insanlara özgü olduğuna dair bir kanı var ve bu doğru değil. Bizim partilerimize gelen 70 yaşında insanlar var ve 18 yaşındaki particilerle karışıyorlar. Yaşamı var eden çeşitlilik; merak da onun motoru.

İnsanlar sence bu yüzden mi sizin partinizi seviyor? Sizi Berlin’deki diğer partilerden farklı kılan bu mu?
Önceden de bahsettiğim gibi, bizim partimizi farklı kılan, tanımlayıcı olmayan pratikleri. Yaşanan kendini kaybetme korkusunun, sosyal ilişkiler kurmanın yaratıcı gücüne dönüştüğü kuir bir saçılma anı yaratıyoruz. Kapıları açıp insanları içeri aldığımızda, büyük bir heyecan duyduklarını hissediyoruz çünkü insanlar bu duyguyu yaşamak istiyor oluyor. Kendilerini o kadar özgürleşmiş hissediyorlar ki, bir sonraki partinin zamanı gelsin de arkadaşlarını da getirsinler diye çıldırıyorlar. Olaylar böyle gelişti. Kulüp olarak Kit Kat bize kusursuz bir platform sağladı çünkü Kit Kat’ın, “kuir” kelimesi, politikası ve akademisinin henüz kapitalist pazar için bir değer ifade etmediği günlerden beri, kuir gündemiyle çalışan bir geleneği vardı. Birbirine yabancı kültürel hayvanları yakınlaştırmak ve kalplerin kolektif -bununla beraber bireysel– bir kutlamayla atmasını sağlamak için tarafsız ve doğru bir mekândı. GEGEN ve Kit Kat’in arasındaki bu çok hoş ve anlamlı evlilik bir kaderdi denebilir. İlk günden beri katıksız bir aşk ve empati içerisindeyiz.

Partinizin konsepti zaman içinde değişti mi? Eğer değiştiyse, neden değiştirme gereği duydunuz?
Hayır çünkü bizim konseptimizin tanımı, tüm etkinlikleri karakterize eden konsept eksikliği eğilimine karşı, kuir anlamda kusursuz bir şemsiye açıyor. “Gegen” kelimesiyle, “Gegen Organlar”, “Gegen Orgazm”, “Gegen Fetiş”, “Gegen Sen” gibi terimler üretip, Homonormatiflik, Homomilliyetçilik, Cinselliğin Coğrafyası gibi kuir kültür ve kuir teoriye dair kavramlar üzerinde oynayarak, onun karşıt anlamlarını açıyoruz. Her konsept için onu inceleyen ufak metinler yazıyor ve sosyal medya kanalları ve internet sitemiz aracılığıyla yayınlıyoruz. Ardından bu metinler Stefan Fähler ve Fernando Poo tarafından illüstrasyon ve ses tasarımı olarak yorumlanıyor. Stefan, muhteşem pop art yaklaşımıyla görsel iletişimimizin başındaki kişi. Fernando ise her GEGEN’de manifestoyu okurkenki seslerimizden aldığı kayıtlarla bir parça ortaya çıkarıyor. Bu parçayı, ilgi ve katılımı canlı tutmak adına yürüttüğümüz iletişim stratejisi çerçevesinde yayınlıyoruz. Bu çeşit bir işletme anlayışı da, kendi başına bir sanat işi olarak kendini gösteriyor. Bu sürecin en sonunda da bir liste hazırlamak üzere bir oyun başlatıyoruz. İnsanlara, “tercih ettiğiniz orgazm ne?” ya da “fetişin ne” gibi sorular sorarak insanları katılımcı olmaya teşvik ediyor ve temaya yönelik geri bildirim alıyoruz. Gelen tüm e-postaları yanıtlıyoruz. İlk GEGEN’lerde gelen yanıtların çıktılarını alarak onları dağıtıp sağa sola astığımız bile olmuştu ama sonradan bunun çok fazla iş olduğuna karar verip kendimizi durdurduk. Devasa iş hacminin yanı sıra en enteresan olan şey, insanların karşılarında birebir iletişim geliştirecek bir “insan” beklemiyor olması. Bu da, post-kimliksel bir deneyim yaratmak için kullandığımız kriz oyunlarından biri.

Berlin’deki müzik ve gece hayatı hakkında ne düşünüyorsunuz? Nezihleştirme adına yapılanlar ya da giderek yükselen fiyatların Berlin’deki parti hayatını etkilemesinden korkuyor musunuz?
Şunu söylemekten gurur duyuyoruz ki sadece 7 Euro’ya 12 saat boyunca dört dans sahnesinde dersine çalışmış Djler ve canlı grup performansları, videolar, sanat enstalasyonları, ücretsiz meyve büfeleri, beş lounge ve bar ile havuza erişim sağlayan tek parti bizimkisi. İnsanların partilerimize gelerek bu deneyimi paylaşmalarını kolaylaştırmak istiyoruz. Bizim için insanları bir araya getirmek ekonomiden çok daha önemli; dolayısıyla Berlin’in öldüren soylulaştırma eğiliminin parçası değiliz. Bizim parti/eğlenme politikamız bu. Emma Goldman’ın söylediği gibi “Dans edemeyeceksem bu benim devrimim değildir.”

Yazının tamamına ulaşmak için buraya tıklamanız yeterli.