Bant Mag. No:33’ten // Görmek için göz gerekmez: Eskil Vogt ile Blind üzerine

Bu ay gösterime giren Blind’ın yazar ve yönetmeni Eskil Vogt, ilk uzun metraj deneyimini, yalnız ve karamsar karakterlerini ve İstanbul’u anlattı.

Röp: Melikşah Altuntaş, Çeviri: Mutlu Yetkin, İllüstrasyon: Ethem Onur Bilgiç

Çektiğin kısa filmler ve senaryosunu yazdığın Joachim Trier filmlerinden sonra ilk kez bir uzun metrajlı filmle karşımıza çıktın. Kısadan uzuna geçme deneyiminden biraz bahseder misin?
Beni en çok şaşırtan şey, filmin çekilip bitmesi için harcanan süreydi. Kendimi maraton koşuyor gibi hissettim. Eve neredeyse hiç uğrayamadım. Film bittikten sonra oğlum (ki o zamanlar iki yaşındaydı) bana “baba” demeyi bıraktı ve beni ismimle çağırmaya başladı.

Yazdığın bir senaryoyu başka bir yönetmene teslim etmekle, kendin çekmen arasında nasıl bir fark var?
Bugüne kadar yazdığım senaryoları çeken sadece Joachim Trier oldu. Çok yakın arkadaşım olduğu için ona güvenmekte herhangi bir sorun yaşamıyorum. Aynı zamanda beraber filmler yazdığımız da oluyor, bu açıdan ortak bir vizyonu paylaşıyoruz. Asıl fark, tek başına yazmakla bir partnerle yazmak arasında. Daha sezgisel davranıp bilinçdışımın daha serbest davranmasına izin verebildim. Bu, sanırım filme de damga vurdu.

Senaryosunu yazdığın Reprise ve Oslo, August 31st gibi filmlerde de, ilk uzun metrajlı filmin Blind’da da toplumla bağları zayıf karakterleri merkeze aldın. Kalabalıklarla uyum sağlayamayan karakterlere özel bir ilgin olduğunu söyleyebilir miyiz?
Sanırım bu doğru. Ama çoğu sanat eseri, dışarıda bırakılmış insanların bakış açılarına çekilir, bu açıdan çok istisnai bir durum olduğunu sanmıyorum bunun. Fakat sanırım sessiz ve yalnız insanlara bir yakınlık hissediyorum. Bir şekilde onları duyumsuyorum ve yaşamımın belirli bölümlerinde onlardan biri oldum.

Kör bir başkahramanın dünyasına dair bir film yaratma fikri ilk nasıl belirdi?
Yöneteceğim bir diğer film üzerine çalışıyorken, bir arkadaşımın, Terje Holtet Larsen’in yazdığı bir kitabı okuyordum. Kitaptaki karakterlerden biri kördü. Metin kesinlikle filme aktarılamazdı, zira göremeyen birinin giriştiği bir monologdu, fakat yine de etkisinden kurtulamadım. Diğer filmi beklemeye alıp yazmaya ve insanın görme yetisini kaybetmesi durumu hakkında düşünmeye başladığımda öykü bir şekilde içimden çıktı. Kör bir baş karakterin etrafında gelişen bir filme sığabilecek pek çok heyecan verici, komik ve ilginç şey var. İpucu şuydu ki baş karakter doğuştan kör değildi. Görme yetisini yaşamının sonraki bir evresinde kaybetmişti ve bu demek ki imgeleme yeteneği vardı ve sürekli çevresindeki dünyayı görsel açıdan duyumsamaya çalışıyordu.

Röportajın tamamını okumak için buraya tıklayarak Bant Mag. No:33’e ulaşabilirsiniz.