Arşivden: Laetitia Sadier’nin ergenlik yılları

Stereolab’den sevdalı olduğumuz Laetitia Sadier, 10 Nisan 2013 akşamı triosuyla Salon İKSV’de olacaktı. Sadier, Bant Mag.’a yeniyetme yıllarında hangi müzikleri dinlediğini anlatmak için, turne programına biraz ara verme inceliğini gösterdi.

Röportaj: Alex Mazonowicz – İllüstrasyon: Meltem Şahin
Bu röportaj, Nisan 2013 tarihli Bant Mag. No: 18’de yayınlanmıştır.

Yirmi yıldan da fazla bir süre boyunca indie müziğin yarı tanrı grubu olan Stereolab’in esaslı üyesi olarak tanıdığımız Laetitia Sadier, eleştirmenlerden övgüler toplayan ikinci solo albümünü 2012’de yayınlamıştı. Peki sosyalist şarkı sözleri ve lounge-pop melodilerin yaratıcısı Sadier’i hayatta harekete geçirenler nelerdi? Alternatif müziğin bu nevi şahsına münhasır sesinin şekillenmesinde hangi albümler ya da konserler etkili olmuştu? Sadier, 13 yaşından 20 yaşına kadar ona eşlik etmiş en değerli müzikleri anlatıyor.

YAŞ: 13-15
Young Marble Giants – Colossal Youth
The Cure – 17 Seconds

“15 yaşlarındayken en sevdiğim albümler Young Marble Giants’tan Colossal Youth ve The Cure’dan 17 Seconds’dı. Büyük bir Cure fanatiği olmadım hiçbir zaman ama bu albümü aldığımda 14 yaşlarındaydım ve çok sevmiştim. Young Marble Giants da müzikal kimliğim üzerinde derin bir etki yaratmıştı. The Cure ile beni tanıştıran indie bir radyo kanalı olmuştu. Young Marble Giants ile tanıştıransa benim gibi bir müzik âşığı olan çok iyi bir arkadaşımdı… Young Marble Giants kesinlikle benim minimal müziğe olan aşkımı başlatan gruptur. Şarkı sözleri anlamında beni esas etkileyen grup, politik söylemiyle McCarthy olmuştu. 13 ile 15 yaş arası benim için çok karanlık bir dönemdi ve bir yeniyetme olarak müzik, hayatımda büyük bir yer tutuyordu. Tüm sanat dalları içerisinde kendimi en çok bununla bağdaştırabiliyordum. Sinemaya da çok sık giderdim ama… Yeni Dalga sinemasından Godard, Truffaut, Chabrol gibi yönetmenlerin yanı sıra, Ingmar Bergman’ın filmleri de benim estetik anlayışımı, güzelliğe ve anlama yüklediğim değerleri şekillendirdi. Kalıpların dışında yöntemler benimsiyor olmaları beni ileri derecede çekmişti.”

YAŞ: 16-18
The Smiths – The Smiths
McCarthy – I Am A Wallet

“The Smiths’in ‘Hand in Glove’ şarkısına ilk kez televizyonda denk gelmiştim. Ertesi gün okulda bir arkadaşıma daha önce The Smiths’i duyup duymadığını sordum. Onda bir kaseti olduğunu söyledi ve bir sonraki gün kaseti bana ödünç verdi. Tekrar, tekrar ve tekrar dinledim, ta ki bu harika özgün müzik beni zehirleyene kadar.

McCarthy’i ise bir indie radyosunda dinlemiş ve o an sevmiştim. Müzikal açıdan The Smiths son derece orijinaldi. Benzersizliğini ve şahsiyetini müziği üzerinden sunabiliyordu. McCarthy ise şarkı sözleri açısından hep büyük bir etki yaratmıştır üzerimde, bilhassa grubun şarkılarını yazan Malcolm’ın ‘Boy meets Girl, So What?!’ (Adam kızla tanışmış, ne olmuş yani?) parçasında anlattıkları…

Şarkılar hakkında konuşurken bahsetmemiz gereken asıl şey politik yanları, çünkü bizi rahat rahat aşk şarkıları yazmaktan hâlâ alıkoyan bir dolu adaletsizlik var. Müziğin, hayatta yapmak istediğim şey olduğunu fark etmem o sıralarda olmuştu. Konserlere gitmek benim için çok önemli bir aktiviteydi. Genelde yalnız giderdim. Bu müzik aşkını benimle paylaşacak gerçek bir arkadaşım yoktu.”

YAŞ: 19-20
Syd Barrett
Orange Juice

“Bana bu müziği Tim Gane (Stereolab’den) öğretmişti. Syd Barrett’ın albümünün basitliğini çok sevmiştim. Müziğin temel kısımlarına, basit yapısına ve önemine dair bir hoşlanmaydı bu.  Orange Juice ise daha pop ağırlıklı ve eğlenceliydi. Dolaysız ve heyecan vericiydi… O zamanın pop müziğine dair sevdiğim buydu. Hep bir aciliyet söz konusuydu ve sanki ölüm kalım meselesiymişçesine önem taşırdı, ki aslında çoğu zaman gerçekten de durum buydu. Indie müzik pek çok açıdan bir kurtarıcı olmuştu. Özellikle de benim için arada kalmışlıktan ve sıradanlıktan kurtulmak için… Bu dönem ayrıca, Tim’le Paris’te bir McCarthy konseri sırasında tanışmamıza da denk gelir. Sonrasında Tim’le birlikte yaşamak ve McCarthy’e katılıp onlarla turneye çıkmak için Londra’ya yerleştim. Stereolab’in kurulmasından hemen önce… O zamanlar ayrıca sürrealizmden, varoluşçuluktan ve Castoriadis’ten, bir de bir tür sanatsal faaliyet olarak Paris’in sokaklarında yürümekten çok etkilenirdim.”

Peki Laetitia, gençken çok fazla seyahat edip yer değiştirdin. Bu senin sanata yaklaşımını etkiledi mi?
“Tam olarak kafamda netleştiremiyorum. Hayata bakışımda büyük bir etkisi olduğu kesin. Kız kardeşlerim de benimle birlikte dolaşmış olsa da onların hayata bakışıyla benimkisinin aynı olduğunu söylemek zor. Müziğe olan aşkım annemin rahminde olduğum zamanlara kadar gider. Bulunduğu yerde çalan müziğin ritmine uygun olarak dans etmeye başladığımı fark edermiş. Müziğe olan aşkım, bir grupta çalmak için duyduğum isteği tetikledi. Bir de The Smiths’in ilk albümünde öne çıkan o özgürlük duygusu… Ben de o deneyimin ve özgürlüğün bir parçası olmak istedim.”