Bant Mag. No:34'ten // Son 10 yıldan sinemaya dair 99 alıntı
Bant Dergi ve Bant Mag.’ın bugüne kadar yayımlanmış 99 sayısının her birinden birer sinema alıntısıyla 10 senenin filmli bir kolajı…
Bant No:1
Crossing The Bridge: Sound of Istanbul
Bir gün bana, “Duydun mu Fatih Akın bir film yapacakmış, o filmde de size yer verecekmiş?” dediler, “Roll’da çıktı.” Ben de “Hadi yaa!” dedim, çünkü hiç haberim yoktu. Levent’e söyledim, gittik Roll aldık, okuduk ve hakikaten röportajında öyle diyor. Çok sevindik, çünkü bence çok iyi bir yönetmen.
Bazen yönetmenlere bir yakınlık hissediyoruz. Örneğin Derviş Zaim’in Tabutta Rövaşata’sında, yaptığımız her şeyin yerini bulduğunu hissediyorduk. Burada da öyle olduğunu düşünüyorum.
Ayrıca bir röportajında Peyote Bar’dan bahsediyordu. Hep oraya gittiğini, herkesle orada tanıştığını söylüyordu. Biz de heyecanlandık. Demek ki çok ortak yönümüz varmış kendisiyle.
Murat Ertel / Röp: Aylin Güngör / Bant No:1, Eylül 2004
Crossing The Bridge: Sound of Istanbul
Bant No:2
Tolgay Ziyal
Türk Sineması’nı Eşkıya’dan önce ve Eşkıya’dan sonra diye tanımlayabilirim. Batı tarzında sesli olarak çekilen ilk film oydu. Batı standartlarında teknik kalite tutturmuştu. Sinemaya bulaşmak isteyenler mutlaka o işe teknik açıdan bakmalılar. Olanaklar yaratmalılar. Yoksa rezil olurlar, sinema çok saygın bir sanattır.
Tolgay Ziyal / Röp: Aylin Güngör / Bant No:2, Ekim 2004
Bant No:3
Uğur Yücel
Dijital kamera kullanmış olmanız maliyet avantajı sağladı mı?
Hiç sağlamadı. Dijital ile çalışınca tabiî ki çok fazla test yapabiliyorsun. Birden fazla kamera kullanabiliyorsun. Ama neticede bunları montaj için aktarıyorsun. Yani o kadar büyük bir malzeme aktarıyorsun ki… Şöyle bir şey var ki, 35 mm çektiğin zaman, film çekimlerden sonra daha çabuk bitiyor; ama dijital kamerada bu iş çok uzun. Türkiye’de dijital kameranın kullanımı hâlâ bir muamma. Bilen çok az. Biz el yordamıyla, kendi gücümüzle bir sürü şeyi kotardık.
Uğur Yücel / Röp: Eyüp Karagüllü / Bant No:3, Kasım 2004
Bant No:4
Ahmet Uğurlu
Yönetmenime çok güvenirim. Doktoruma güvendiğim kadar yönetmenime güvenirim. Güvenmek benim ilkemdir. Önce onu çok dinlerim. Zaman zaman müdahalede bulunurum, ama çoğunlukla dinlerim.
Ahmet Uğurlu / Röp: Murat Turat & Aylin Güngör / Bant No:4, Aralık 2004
Bant No:5
Russ Meyer
Ne yazık ki, her zaman olduğu gibi yine birileri öldüğünde yazıları çıkmaya başladı. Russ Meyer belki bazıları için keyif düşkünü ve edepsiz bir adam olabilir; ama bugün izlediğimiz popüler veya bağımsız sinemaya, cinsellik ve karakterler bakımından ciddi katkısı olduğunu unutmamamız gereken, önemli hem de çok önemli bir insandı.
Russ Meyer / Yazı: Murat Seçkin, İllüstrasyon: Sadi Güran / Bant No:5, Ocak 2005
Bant No:6
Hayao Miyazaki
Filmlerine bitmemiş bir senaryo ile başlayan yönetmen, hikâyelerini de, yarattığı karakterlerin fantastik seyahatlerine benzer bir şekilde biçimlendiriyor. Herkesin mantık ile film yapabileceğine, asıl önemli ve zor olanın bilinçaltını ortaya çıkaran fikir ve görüntüler yaratabilmek olduğuna değinen Miyazaki için her anime, başladığı ve bitirmek zorunda olduğu bir serüven.
Hayao Miyazaki / Yazı: Ali Ersina / Bant No:6, Şubat 2005
Howl’s Moving Castle
Bant No:7
Neil Jordan
“Tüm hayatım boyunca canavarlara ve korkunç ve mantık dışı olan her şeye karşı inanılmaz bir hayranlığım olmuştur,” diyen Jordan’ın, çocukken çizgi roman okumasına izin vermeyen babasına, filmleri ve kitapları yoluyla nispet yaptığına şüphe yok.
Neil Jordan / Yazı: Ali Ersina / Bant No:7, Mart 2005
Breakfast on Pluto
Bant No:8
Nobody Knows
Filmin etkileyici taraflarından biri, sansasyona ve duygu sömürüsüne açık bir konusu olmasına rağmen yönetmenin kolaya kaçmayışı. En ufak bir kınama yok, suçlu aranmıyor, taraf tutulmuyor: “Japonya günbegün değerlerini yitiriyor!” ya da “Canavar anne!” cinsî yargılar öne sürülmüyor. Tersine yönetmen, çocukların hayatının ızdırap ve yokluktan ibaret olmadığını, mutlu günler geçirdiklerini, evde olduğu zamanlarda annelerinin onlara iyi baktığını anlatmak istemiş. “Annenin insan olduğunu vurgulamak istedim. İzleyiciler sinemadan çıkarken anne hakkında kötü bir izlenim edinmişlerse amacıma ulaşamamışım demektir. İnsanların onu anlamasını istedim ve bu rol için insancıl, hayat dolu bir karakter çizen You’yu seçtim.”
Nobody Knows / Yazı: Melis Alemdar / Bant No:8, Nisan 2005
Nobody Knows
Bant No:9
Sin City
Görsel olarak çok etkileyici bir film Sin City: kareler âdeta çizgi romandan fırlamış gibi; siyah beyaz, yüksek kontrastlı, her filmde rastlamayacağınız açılardan çekilmiş sahnelerle dolu. Pardösüler rüzgârda dalgalı, yüzler keskin açılı geometrik, gölgeler uzun. Bildiğimiz 35 mm filmde bu dışavurumcu görüntüleri veya gri olmaksızın sırf siyah ve beyazı yakalamak zor olacağı için dijital video kullanılmış. Çoğu sahne yeşil bir arka plan ile çekilmiş; olayların geçtiği setler sonradan, post-prodüksiyon sırasında eklenmiş ve bazı karelerdeki objeler renklendirilmiş. Başka hiçbir sebep olmasa bile sırf bu etkileyici görselliği yaşamak için gidilecek bir film.
Sin City / Yazı: Melis Alemdar / Bant No:9, Mayıs 2005
Sin City
Bant No:10
Richard Linklater
Linklater giderek takibi zor bir seyir sergiliyor, bu çok belli. Onun filmlerinin en keyif verici tarafı da bu tekinsiz duruşunu göğüs gere gere ortaya koyması zaten. Linklater zaman zaman, 90’lar bağımsız sinema sahnesinin bir diğer mühim adamı olan, Clerks’i ile ünlü Kevin Smith’le aynı kefeye konuldu. Kevin Smith’e karşı da sevgimiz çok büyük, fakat iki yönetmen yalnızca öykülerini benzer kuşaklar etrafında çeviriyor diye Kevin Smith’in pop kültüründen ilham alan karakterlerinin bir anda felsefeden ya da kuantum fiziğinden bahsetmelerini beklemek çok saçma bir hareket olur. Çünkü Linklater’ın entelektüel kimliğinin ve gömüldüğü araştırmaların altından ne biz ne de Kevin Smith kolay kolay kalkamayız.
Richard Linklater / Yazı: Ekin Sanaç/ Bant No:10, Haziran 2005
Bant No:11
Terry Gilliam
İnsana Gilliam filmi seyrettiğini hissettiren en önemli özelliklerden birisi de kahramanların, daha önce karşılaşmadıkları ama sonra mutlaka bir şekilde rastlayacakları kadınları düşlemeleridir. Neredeyse filmin tamamı bu son sahnedeki düğüme referans vererek ilerleyen Twelve Monkeys, Brazil’den tam on sene sonra yine tipik bir Gilliam distopyası örneğidir.
Terry Gilliam / Yazı: Ali Ersina, İllüstrasyon: Sadi Güran / Bant No:11, Temmuz 2005
Bant No:12
John Carpenter
John Carpenter, farklı kişiliği ve muhalif duruşu ile Hollywood ile arası pek düzelmeyen yönetmenlerden olmuştur. Aynı Dario Argento gibi o da ara ara piyasaya küserek yok olmuş, özellikle filmlerinin dağıtım aşamasında yaşadığı problemler yüzünden sinemayı bırakmayı bile düşünmüştür. Yaşadığı dünyanın ve hattâ ülkenin yalanlarının bilincinde olan ender yönetmenlerden biri olan Carpenter, her filmine sıkıştırdığı hayata ve siyasete karşı hisleri ile korku piyasasında farklı bir yere sahiptir.
John Carpenter / Yazı: Murat Seçkin / Bant No:12, Ağustos 2005
Bant No:13
Robert Schwentke
Robert Schwentke’nin Tattoo’dan tam bir sene sonra çektiği Eierdiebe / The Family Jewels (2003) adlı ikinci filmin belki de en ilginç yanı, ana karakter Martin’in, doktorasını yeni bitirmiş hırslı bir genç olarak gelecek için planlar yaparken testis kanserine yakalanması ile hayatının altüst olmasına benzer bir durumu Schwentke’nin kendisinin de yaşamış olmasıdır. Kendi ruh hâlinden yola çıkarak senaryosunu da yazdığı bu filmin, konu itibariyle karanlık görünse de şaşırtıcı derecede komik olduğu söyleniyor.
Robert Schwentke / Yazı: Ali Ersina / Bant No:13, Eylül 2005
Bant No:14
Vincent Price
Genel olarak filmlerindeki karakterlerin aksine Vincent Price yaşam dolu bir insandı. Tim Burton’a korkunun bile üstesinden gelinebilecek bir eğlence olduğunu söyler Edward Scissorhands’in çekimlerinde. “Tüm derdim bunları beyaz perde aracılığıyla yenmeleri için çabalamaktan başka bir şey değil.” Tim Burton tıpkı birçoğumuz gibi, canlandırdığı karakterlere hayran hayran bakarak kafasında büyüttüğü bu aktörün, aslında göründüğünden daha büyük olduğunu ve tıpkı Boris Karloff ve Bela Lugosi gibi hakkının yenildiğini düşünüyor.
Vincent Price / Yazı: Murat Seçkin, İllüstrasyon: Sadi Güran / Bant No:14, Ekim 2005
Bant No:15
Broken Flowers
Jarmusch, filminde Hollywood oyuncularını kullanmış olabilir, fakat filmin klasik Hollywood stiliyle uzaktan yakından alakası olmadığını da belirtelim. Broken Flowers hiçbir Hollywood filminde deneyimleyemeyeceğiniz bir şekilde, iyinin ve kötünün ötesinde bir hiçlikte son buluyor.
Broken Flowers / Yazı: İlker Ataç / Bant No:15, Kasım 2005
Broken Flowers
Dosyanın tamamını görmek için buraya tıklayarak Bant Mag. No:34’e ulaşabilirsiniz.