Bant Mag. No:37'den // Renkler, evrensel hisler ve kendini unutabilmek: Panda Bear

Beşinci solo albümü Panda Bear Meets the Grim Reaper’ı geçtiğimiz ay yayınlayan Panda Bear sorularımızı yanıtladı.

Animal Collective’den Noah Lennox’un kalıbına sığamayan solo projesi Panda Bear, dört yıllık aranın ardından yeni bir solo albüm yayınladı. Geçtiğimiz yılın sonlarında gelen “Mr. Noah” ve “Boys Latin” şarkılarının ardından tarifi zor bir heyecanla yaptığımız geri sayımın ardından 12 Ocak’ta Panda Bear Meets the Grim Reaperyayınlandı. Dikkat çekici albüm kapak tasarımı, Boiler Room’da gerçekleşen ve Danny Perez’in görselleriyle eşlik ettiği canlı performansının yanısıra, albümdeki şarkıları ilk olarak dokuz farklı ülkedeki radyo istasyonlarında çalarak da beşinci solo albümüyle ilgili çok geniş kitleleri heyecanlandırmayı başardı Panda Bear.

Noah Lennox’un içinde yer aldığı her albümde olduğu gibi yine hem hayrete düşüren hem de akıldan çıkmayan vokal melodileriyle bezeli Panda Bear Meets the Grim Reaper, kimi zaman yedi dakika boyunca değişmeyen ritmik düzenlemeler, kimi zaman da dinleyicinin gerçeklik algısını şüpheye düşürebilecek sesler barındırıyor. Fakat bana kalırsa, albümün en etkileyici özelliği şarkıların dizilişinde saklı. Bu kadar kusursuz bir akışa sahip bir albümde, herhangi bir şarkıyı öne çıkarmak imkânsız hale geliyor.

Nefes kesen albümünü dinler dinlemez, albümünün ilk turnesine çıkmak üzere olan Noah Lennox’u sorularımızı sormak üzere yakaladık ve Panda Bear Meets the Grim Reaper’ın detaylarını anlattırdık.

panda-bear_02

Albümünün adını, Panda Bear Meets the Grim Reaper’ı bir sene önce duyurmuştun. Albümün konseptine dair fikirlerinin çok uzun zamandır aklında olduğunu söyleyebilir miyiz? Albümün adının hikâyesi tam olarak nedir?
Albüme dair bazı fikirlerim çok erken oluşmuştu ama bazıları da sonlara doğru eklendi. Bazen bir şey kendi kendine gelişir. 70’lerin dub kayıtlarına bir selam olmasının yanısıra albümün adının acayiplik ile şirinliğin ilişkisini yansıttığını düşünüyorum. Hattâ çoğu şarkının da bu ilişki çerçevesinde geliştiğini söyleyebilirim.

Bu albüm ismini ilk duyduğumda albümün oldukça karanlık bir tınısının olacağını düşünmüştüm. “Boys Latin” parçasının şarkı sözleri de aslında bu fikrimi destekliyor. Okuduğuma göre bu parçayı Baltimore’daki okulundan etkilenerek adlandırmışsın. Ayrıca yayınladığın ilk şarkı da “Mr. Noah” adını taşıyor, acaba bu albüm hayatının bir şekilde yeniden gözden geçirilmesi üzerine kurulu olabilir mi? Yani ölümle karşı karşıya geldiğin anda tüm hayatının gözünün önünden geçiyor olması klişesiyle?
Aslında bu kaydın en az otobiyografik kaydım olduğunu düşünüyorum, ama bir yandan da en kişisel kaydım. Parçaların daha evrensel hislerden ve deneyimlerden bahsetmesini istedim. Aynı zamanda kendi bakış açımı da genişletmek istedim. Kendimi unutmayı, bir şekilde kendimi azletmeyi diledim.

Panda Bear Meets the Grim Reaper ile Tomboy’u karşılaştırdığında en büyük farkın ne olduğunu görüyorsun?
Sanırım iki albüm arasındaki en büyük fark renkler. Tomboy, kendi isteğim üzerine, monokromatik bir deneyimdi ve ciddi ve ağır bir hava taşıyordu. Yeni albümüm ise çok daha canlı ve renkli.

Albümündeki çoğu şarkının oldukça akılda kalıcı sözleri var. Örneğin “Mr. Noah”yı arabada söylerken çok eğleniyoruz! Şarkı sözlerini yazım sürecin hakkında bizi biraz bilgilendirebilir misin acaba? Parçaları vokaller üzerinden mi kurmaya başlıyorsun?
Parçalarımı arabada söylüyor olmanız beni çok heyecanlandırdı! Parçaların o şekilde oluşmasını dilemiştim ancak vokaller çoğu zaman işin son kısmı oldu. Neredeyse her şarkıda çoğu zaman ritimleri ve sesleri ayarlamakla uğraştım, bu da bana küçük ritim makineleri ya da müzik kutuları yapıyor olduğum hissini verdi. Parçaların vokal kısımları, ben ritimleri oluşturduğum esnada kafamda yavaş yavaş şekil almaya başlıyordu.

Albümün tamamını dinlediğimde, iyi organize edilmiş bir hikâye anlatıcılığı hissetmekteyim. Bu hissi sadece şarkı sözleri vermiyor, seslerden de aynı hissi aldım. Özellikle iki parçada da bir çeşit ses deneyi var: “Davy Jones’ Locker” ve “Shadow Of The Colossus” parçalarının  senin için ne ifade ettiğini bize anlatabilir misin?
“Davy Jones’ Locker”, bir önceki parça olan “Mr. Noah”dan sonra havayı temizleme görevi taşıyor. “Mr. Noah”dan “Crosswords”e geçişin biraz sert olduğunu düşündüğümden ikisi arasında bir ses yakalayabilmek istemiştim. “Shadow Of the Colossus” ise albümün hikâyesinin en son noktasını yansıtıyor, eski benliğin ya da yeni kimliğin olmadığı, arafta bir yeri.

Röportaj: Cem Kayıran – İllüstrasyon: Mehmet İnanır Röportajın tamamını okumak için buraya tıklayarak Bant Mag. No:37’ye ulaşabilirsiniz.