Bant Mag. No:40'tan // Karanlığın içinden eve kaçmak: RAN
Hüma Utku, RAN adı altında ilk albümü Her Trembling Ceased’i Partapart Records aracılığıyla kısa süre önce yayınladı. Ambient derinliklerden gergin ama sakin tansiyonlara yükselen Her Trembling Ceased, içinde dolaşmaktan zevk alacağınız bir dünya sunuyor. Birkaç gün önce albüme adını veren parçayı Giorgia Malatrasi ve Barbaros Kayan eşliğinde bir kliple taçlandıran RAN’ı Stories Retold olarak adlandırdığı remiks EP’sini yayınlamasının arifesinde yakaladık, kendi hikâyesinden Björk’e uzanan bir muhabbete koyulduk.
Röp: Ekin Sanaç
Kendine RAN ismini seçerek müzik yapmaya devam etme kararını nasıl aldın ve Roads at Night’ın (Geceleyin Caddeler) kısaltması olarak kullandığın bu isim sana ne ifade ediyor?
Aslında 2007’den beri elektronik müzik üretimiyle uğraşıyorum ve yaklaşık beş sene boyunca başka bir isim altında müzik yaptım. Ancak İstanbul’dan ayrılmadan evvelki dönem ve Berlin’e taşındıktan sonra geçirdiğim ilk sene çok ciddi değişimler geçirdiğim bir dönemdi. Berlin’de parçalar üzerinde çalışmaya başladım ve bunlar biriktikçe ortaya çıkan tablo, artık kesinlikle farklı bir projeye geçtiğimin göstergesiydi. Roads at Night, geceleyin hareket hâlinde arabadan yolu izlemekle alakalı. Karanlığın içine/içinde ilerlemek, bir noktaya varma ve hafif bir hipnoz durumu gibi şeyler çağrıştırıyor bana. RAN ise kısaltma olarak, aslında şans eseri, kaçışı hatırlatan bir isim oldu. Bu ikisi de benim için projemi tanımlayan kavramlar oldular.
İlk albümün Her Trembling Ceased nasıl bir dönemde yazdığın şarkılardan oluşuyor? Biraz albümün yaratım sürecinden, duygu dünyandan bahsedebilir misin?
Çok keskin bir düşüşün ve doğuşun olduğu bir dönemde ürettiğim parçalar hepsi. Sadece Almanca öğrenme ve yeni çevremi gözlemleyerek geçirdiğim uzun bir sessizlik dönemi oldu. Birçok farklı nedenden ötürü karışık bir zamandı ve her şeyi yeniden öğrenmek, tekrar inşa etmek gerekiyordu. Tabii ki de bu dönem aynı zamanda çok da verimliydi.
Birkaç senedir Berlin’de yaşıyorsun ve female:pressure ekibiyle temasın var. female:pressure elektronik müzik adına yürüttüğü yeni anket çalışmasını yayınladı geçen ay. Festivallerde, kulüplerde ve firmalarda kadın ve erkek sanatçıların oranları üzerine. Sonuç şaşırtıcı değil elbette. Sen kendi deneyimlerinüzerinden bu rakamların neden ve sonuçlarını nasıl değerlendiriyorsun?
Tablo gerçekten endişe verici, ancak ben bu duruma nesnel yaklaşmak gerektiğini de düşünüyorum. Yani elektronik müzikte ilerleyebilen sanatçıların çoğunun erkek olması, kadınların bilerek göz ardı edilmesi mi yoksa kadın sanatçıların bu müzik kategorisinde gerçekten de daha az olması mı, bunu iyi bilmek lâzım. Evet, reddedemeyeceğimiz bir kadın enerjisi engeli var neredeyse dünyanın her yerinde ve bu sorun farklı seviyelerde, farklı yüzlerle kendini sürekli gösteriyor. Kafalara kazınmış, cinsiyet ve sosyal cinsiyet kavramlarıyla ilgili yüzlerce stereotip var. Ben de müzikle uğraştığımı söylediğimde neredeyse her zaman karşılaştığım soru, “Şarkı mı söylüyorsun?” oluyor. Beste yaptığımı ve prodüktör olduğumu söylediğimde ise çoğu zaman bir şaşkınlık izliyor bu soruyu. Bu çok küçük bir örnek ve birçok kadın (her türlü işkolundan) benzer beklentilere cevap vermek zorunda olduğunu hissediyor ve ona göre hayatını düzenliyor. Ancak madalyonun bir de öbür yüzü var, çünkü erkekler için de aslında aynı şey geçerli ancak görünen şiddet daha az olduğu için farklı algılanıyor bu durum. Benim düşünceme göre bu nedenle bu konular sadece cinsiyet tarafından değil aslında sosyal cinsiyet tarafından da ele alınmalı.
Björk, Pitchfork’a vermiş olduğu röportajı, Pandora’nın kutusunu açmış olduğunu söylerken havada yeni dalga feminizmin kokusunu aldığını belirterek bitiriyor. Senin için bir şeylerin değişmekte olduğu hissini neler besliyor? Sence değişim nereden başlamalı ve içinde bulunduğun ortamda bu anlamda gözlemlediğin şeyler neler?
İnsanların bu konuda daha fazla konuşmaya başlaması bence değişimin farklı bir noktasına gelinmeye başladığının göstergesi. Björk gibi önemli ve büyük kitlelere hitap eden sanatçıların bu konulara değinmesi gerçekten büyük bir önem arz ediyor. Özellikle, hepimizi etkileyen o röportajından sonra birçok yerde bu konunun tartışılmaya başlandığı görüyorum. Bu da insanı mutlu ediyor ve umudumuzu arttırıyor.
Röportajın tamamını okumak için buraya tıklayarak Bant Mag. No:40’a ulaşabilirsiniz.