Belirsiz ama merak uyandırıcı: Ziya Demirel’le Altın Palmiye adayı Salı üzerine

Geçtiğimiz aylarda Cannes Film Festivali’nde en iyi kısa film ödülü için yarışan dokuz filmden biri olan Salı’nın yönetmeni Ziya Demirel’le Cannes tecrübesi, çelişkili karakterler, tiyatro ve endüstri mühendisliği üzerine akıp giden bir sohbet…

Röp: Müge Yıldız, İllüstrasyon: Merve Atılgan

Ziya Demirel, eskilere dayanan tuhaf bir tanışıklığımın olduğu genç ve yetenekli biri. Onunla ilk karşılaşmamızda da sinema konuşmuştuk. Şimdiyse karşımda kendi sinema evrenini yaratmaya başlamış biri var ve o eskilerden tanıdık insanla yıllar sonra tekrar sinema konuşmak yeni bir deneyim. Bu deneyimimizde hem sinemayı hem de Demirel’in 68. Cannes Film Festivali’nde yarışan Salı ve bir çok festivalden ödülle dönen Evicko filmini konuştuk.

Sıcağı sıcağına ilk olarak Salı’dan bahsetmek isterim. Bize film fikrinin nasıl ortaya çıktığından, çekim sürecinden ve sonrasından bahsedebilir misin?
Buket Coşkuner’in (ortak senarist) liseye ilk başladığında başından geçen bir anısı vardı. Aynı gün içinde yaşanan iki, hattâ üç temasın ve bu temasların genç kadında yarattığı tepkilerin hikâyesi diye özetleyebilirim. Filmin yapımcısı arkadaşım Anna Maria Aslanoğlu’yla verimli bir ön çalışma sürecimiz olduğu için çekim süreci ve sonrası genel olarak rahattı.

Salı’dan önce Evicko’yu Prag’da okurken gerçekleştirdin. Bu iki filmi birlikte düşünürken kadınlara yönelik bir bakış geliştirdiğini söyleyebiliriz. Tabii konuşmak için erken olabilir ama sinemanda tıpkı Petzold’un filmlerinde olduğu gibi güçlü kadın karakterlerin olabileceğini düşünüyorum, bu konudaki düşüncelerini anlatabilir misin?
Kahramanların cinsiyetlerinden çok, sahip oldukları çelişkiler ve hisler ilgimi çekiyor. Burada güçlü diye bahsedilen bir baskınlık ve kararlılık değil sanırım. Cinsiyetten bağımsız çelişkili karakterler anlatmak gibi daha çok yapmak istediğim. Bu iki filmde kadınlardı bunlar.  Baskın ve kararlı olan karakterlerin anlatılacak pek yanını göremiyorum şimdilik.

bant-41-sali_3


Salı
’yı henüz izleyemedim Evicko’da özellikle Bresson’cu bir yön vardı, belki Nuri Bilge Ceylan’dan özellikle aşina olduğumuz Çehov uyarlaması algısı yüzünden de olabilir. Özellikle başta Evicko’yu da hesaba katarak filmlerinde olumlu anlamda böyle Bresson’cu bir yön görecek miyiz ya da bu konuda neler söylemek istersin?
İlerisi için ne desem bilemiyorum şu an.

Söz Bresson’dan açılmışken (ki benzer bir hissiyatı Evicko’da da gördüğüm için), Bresson seyircisinin filmlerini anlamaktan önce hissetmesini istediğini söyler, sineması da bir anlamda oyuncular, öykülemesi, diyaloglar söz konusu olduğunda buna izin verir. Merak ediyorum sen bu konuda neler düşünüyorsun? Mesela Godard gibi de düşünebilirsin; o da bir kadının hissedilebileceğini ama filmlerin hissedilemeyeceğini söyler ve ekler: “Bir filmi öpemezsiniz.”
Bu sorunun cevabı yapılmak istenene göre değişir diye düşünüyorum. Şu âna kadar çok net anlaşılmak gibi bir isteğim olmadı. Belli belirsiz hisler daha ilgimi çekiyor. Genelde sevdiğim filmler de hemen anladığım değil, birkaç ay sonra hattâ belki birkaç yıl sonra bende bir şekilde kalan filmler oluyor. Ama tabii böyle olmadığı da olabiliyor.

Röportajın tamamını okumak için buraya tıklayarak Bant Mag. No:41’e ulaşabilirsiniz.