Bestecisi Can Demirci ile “Bina” filminin ödüllü müzikleri üzerine
Orçun Behram’ın ilk uzun metraj projesi olan ve dünya prömiyerini 44. Toronto Film Festivali’nin “Keşif” bölümünde yapan Bina; geçtiğimiz ay gerçekleşen 39. İstanbul Film Festivali Ulusal Yarışması’nda toplam 4 ödül sırtlanarak, hatırı sayılır bir başarıya imza attı. Jüri Özel Ödülü, Seyfi Teoman En İyi İlk Film Ödülü, En İyi Görüntü Yönetmeni dallarındaki zaferinin yanı sıra; Can Demirci imzalı film müzikleri, LU Records sponsorluğunda verilen Özgün Müzik kategorisinin galibi oldu.
Bina’nın atmosfer yaratmada oldukça etkili, distopya tasavvuruna büyük katkılar sağlayan müziklerini, ödüllü bestecisi Can Demirci’yle konuştuk.
Röportaj: Merdan Çaba Geçer
Yönetmen Orçun Behram ile yollarınız nasıl kesişti? Bina’ya hangi aşamada dâhil oldun ve projenin başında nasıl bir müzik çalışması vardı kafanda?
Sevgili Orçun’un aynı zamanda kuzenim olduğu düşünülürse, yollarımız o doğduğunda kesişti demek yanlış olmaz. Projeye, bana film çekeceğini ve müziklerini benim yapmamı istediğini söylediği zaman dâhil oldum. Senaryoyu okuduğum zaman kafamda farklı olasılıklar belirmiş olsa da, görüntülerle birlikte bugünkü hâline giden yol açıkça çizilmiş oldu.
Gerilim, korku ve gizem unsurlarını hissettirme; seyirciyi paranoya duygusuna ortak etme konusunda müziklerin önemli bir yeri var filmde. Yaratım aşaması nasıl gelişti? Bu süreçte Orçun Behram ile nasıl bir fikir alışverişiniz oldu?
Doğrusunu söylemek gerekirse kendime sorduğum ilk soru “Böyle bir film izlerken nerede, ne duymak isterim?” oldu. Yaratım öncesi, sırası ve sonrasında Orçun’la hep irtibat hâlindeydik. Filmi için ne istediğini ya da istemediğini çok iyi bilen birisi. Bunları başta belirtmiş olmasının yaratım aşamasına fazlasıyla fayda sağladığını söyleyebilirim.
“Cızırtılı, boğuk, uyumsuz ve rahatsız edici seslere ağırlık verdim genelde; bunların, insanın kendisine ve çevresine yabancılaşmasının güzel bir dışa vurumu olduğunu düşünüyorum.”
Hem arthouse sinemanın hem de tür sinemasının kodlarını taşımasıyla Türkiye’de pek sık karşılaşmadığımız cinsten bir yapım Bina. İstanbul Film Festivali Ulusal Yarışma seçkisinde dahi, sadece müzikler değil filmin kendisi de ayrı bir yerde duruyordu. Böyle bir projenin içinde yer almak ekstra bir sorumluluk duygusu hissettirdi mi?
Gerçekten de öyle ama açıkçası projenin kendisinden çok Orçun’a karşı sorumluluk duygum daha ön planda oldu hep. Öncesinde sinema deneyimim olmadığı düşünülürse, filmini bana güvenip emanet etmesi de büyük riskti onun için. Sonuca bakıldığı zaman, güvenini boşa çıkarmadığım için mutluyum.
Müziklerin filmin distopik atmosferine en iyi şekilde hizmet etmesi için nasıl bir yol izledin? Yaratım sürecinde sana ilham veren besteciler veya referans aldığın, dönüp tekrar dinleme ihtiyacı hissettiğin film müzikleri var mıydı?
Cızırtılı, boğuk, uyumsuz ve rahatsız edici seslere ağırlık verdim genelde; bunların, insanın kendisine ve çevresine yabancılaşmasının güzel bir dışa vurumu olduğunu düşünüyorum. Filmde yer alan teknolojik taciz de göz önünde bulundurulduğunda, bu yaklaşım her iki amaca da hizmet etmiş oldu. Bunun dışında ilham veya referans aldığım herhangi bir film ya da besteci olmadı ama bu demek değil ki dinlediğim onca müziğin ya da izlediğim onca filmin hiç etkisi veya yardımı olmadı.
Daha önce bir belgesel serisinin de müziklerine imza atmışsın. Bina için yaptığın çalışmaların diğer deneyimlerinden farkı ne oldu?
Aslında belgesel serisi filmden sonra başladı. Bina, benim ilk büyük deneyimimdi. Diğer deneyimlerim genelde bireysel ve kendi zevklerim doğrultusunda yaptığım işler oldu. Tiyatro için yaptığım müzikleri saymazsak, bir ekip işi içinde olmamıştım hiç. Temel fark olarak bunu söyleyebilirim. Bunun dışında televizyon, tiyatro ve sinemanın kendi içindeki farklılıkları ve doğal olarak da müziğe yansımalarını da es geçmek olmaz.
Peki bundan sonrası için neler var? Gelecekte hangi türde yapımlara çalışmalar yapmak istersin?
Sinclair ZX Spectrum döneminden beri uslanmaz bir “gamer” olduğumu söyleyebilirim. Dolayısıyla oyun müziklerine de en az film müzikleri kadar ilgim olmuştur. Türkiye’de böyle bir imkânı bulmak kolay olmasa da, yurt dışında oyun sektörü için müzik yapmak gibi, bir gün gerçekleşeceğine inandığım bir hayalim var. Bunun dışında, Orçun’un yeni film projesi için de kollarımı sıvamış durumdayım.
39. İstanbul Film Festivali Ulusal Yarışması’nın Özgün Film Müziği adaylarını, henüz ödül töreninin gerçekleşmediği dönemde Ahmet Kenan Bilgiç ile konuşmuştuk. Kategorinin bu seneki sponsoru LU Records’ın kurucusu Bilgiç de Demirci’ye merak ettiklerini sordu.
Ahmet Kenan Bilgiç soruyor:
Orçun’un ödül töreninde söylediğine göre küçüklükten beri beraber korku filmleri izliyormuşsunuz. O zamanlardan, seni film müziğine heyecanlandıran kimler var?
Açıkçası beni heyecanlandıran müziğin kendisi olmuştur bugüne kadar. Genelde kimin ya da kimlerin yaptığı ikinci planda yer almıştır. Ama isim verecek olursam Danny Elfman, Zbigniew Preisner, Howard Shore herhâlde listenin en başında gelir.
A.K.B.: Müziklere senaryo aşamasında mı yoksa görüntüler gelince mi başladın?
Her ne kadar senaryoyu okuduğumda kafamda bir şeyler oluştuysa da, görüntüler gelmeye başladığında bunların hemen hemen hepsi değişikliğe uğradı. Müziklerde neredeyse hiç melodi kullanmadım; atmosferik veya gerilimi tırmandırma amaçlı kullandığım sesler bütününün, görüntüler olmadan öngörülmesi imkânsızdı.
A.K.B.: Filmde hangi sahnede müzik olup olmayacağına karar verirken nasıl bir yol izlediniz?
Orçun’un müzik olmasını istediği sahneler kafasında büyük ölçüde hazırdı zaten. Sonradan birlikte parça parça izlerken eklediklerimiz, çıkardıklarımız, değiştirdiklerimiz oldu. Bazı sahneleri müzik ile izledikten sonra etkisinin daha iyi ya da daha kötü olduğuna karar verip, ona göre adımlar attık.