Bienal röportajları: Suzanne Husky

San Francisco’da yaşayan Fransız – Amerikalı sanatçı Suzanne Husky, bahçecilik ve permakültür eğitimi ile ekofeminist ideolojisinin etrafında şekillenen heykel, film, halı dokuma ve eylem gibi farklı pratikler içeren bir üretime sahip. Kendisini “kadın / dünya ve toprak saplantılı / sanatçı / bahçıvan / beyaz / renkli ırktan biriyle evli / anne / bir yabancıyla bir diğer yabancının kızı / kızkardeş / dünya ruhaniyeti pratisyeni / bitkinin arkadaşı / iyi bir ata olmayı uman” bir kişi olarak tanımlayan Husky’nin sanat pratiğine, gündelik yaşamına ve 16. İstanbul Bienal’deki işlerine dair sorularımıza samimi cevapları için okumaya devam edin.

Kendini üç kelimede tarif etmeni istesek?
Şanslı, yıldız, toz.

Senin için mükemmel bir gün?
Oğlumla zaman geçirmek, bahçeyle ilgilenmek, dünyayı nasıl dinleyebileceğime dair kitaplar okumak, tekrar bahçeyle ilgilenmek, oğluma kitap okumak, ay kardeşlerim ile bir ritüel yapmak.

İdollerin kimler?
Starhawk, Stephen Harrod Buhner, Robin Wall Kimmerer, Francoise d’Eaubonne.

Favori materyalin nedir ve onunla çalışmaya nasıl karar verdin?
Toprak. 2002 ve 2003 yıllarında Çin’e eğitim vermek için gittiğimde Shangai’daki kirlilik seviyesine inanamamıştım. Bay Area’ya geri döndüğümde bahçıvanlık eğitimi aldım ve “toprak hostesi” (genel kullanımda bahçıvan) olmak üzerine eğitim almaya başladım. Şimdi hayat dolu topraklar yaratmak hayatımın en heyecan verici parçalarından biri. Materyalin politikası benim için çok önemli ve bu nedenle bienal için hazırladığım iş doğal pamuk ve doğal boyalar kullanarak yapıldı.

Yaratıcı enerjinin ne zaman farkına vardın?
Babam bir müzisyen ve annem de bir ressam. Dolayısıyla elbette ben de bir heykeltıraş olacaktım…

Şu anda nelerle uğraşıyorsun? Bize bienal projenden bahseder misin?
Paris’te gerçekleşecek Bienvenue sanat fuarı için hazırlanıyorum. Orada bir solo sergim olacak ve benim sanat pratiğim diyaloğu her zaman merkezde olması gerekene yöneltmeye dair bir pratik. Ve şu anda bu benim için dünyayı nasıl dinlememiz gerektiğini yeniden öğrenmeye odaklanmak…

Bienal için hazırladığım iki işten bir tanesi “Earth Cycle Trance” isimli 32 dakikalık bir video. Starhawk’ın yönettiği bir seans. Yazar, filozof, aktivist, ekofeminist Starhawk’a “bu seansı kaydedebilir miyim?” diye sorduğumda kabul etti ve seans esnasında bizi büyüme, ölüm, yeniden doğum döngüsünden geçirdi. Biz dünyanın enerjisi haline geldik. Star dünyaya olan aidiyetimizi hatırlamamıza yardımcı olacak pek çok yardımcı araçlar geliştirdi.

Diğer işim ise “Regeneration” isimli 300 x 300 santim boyutunda bir halı dokuması. Bir çiçek bahçesini temsil eden geleneksel halı dokumasının üstüne farklı toprak rejenerasyonları işledim: ekim yapan yerliler, bitkilerden hasat için izin alınması, komposto, tohumlama, sulama süreçleri, ağaçlar için yapılan mücadele, kutsal bitkileri dinleme… Tüm bunlar kutsal toprak, hava, ateş ve su çemberleri içinde gerçekleşiyor.

Eğer bir sanatçı olmasaydın ne olurdun?
Bir organik çiftçi veya toprağın rejenerasyonuna adanmış bir şehrin valisi. Yaşadığım yerde yerel seçimler yaklaşıyor ve ben kadın vali adaylarından biriyim!

İstanbul’da favori yerin neresi?
Medusa kafasının ve Gözyaşı Sütunu’nun bulunduğu Yerebatan Sarnıcı ve hamam. Su rezervleri insanlığın hayatta kalma mücadelesi için kritik önem taşıyor ve insanların bu konuda çok eskilere dayanan uzmanlığını görmek başımı döndürdü. Hamamdaki su ritüelleri de benim için oldukça etkileyiciydi, sık sık ağladım. Su, su su!

Yedinci Kıta dediğimizde aklına ilk gelen düşünceyi çiziktirmeni istesek?
Gyre! Bu noktada saplantılı gözükeceğim ama Starhawk’ın yazdığı feminist eko-roman City of Refuge kitabında insanlık Gyre adını taşıyan yedinci kıtada yaşamaya başlıyor. Burası kölelerin yaşamak için kullanılabilir çöp topladığı, dünyanın en korkunç yeri. Ancak en alçak, sömürgeci, kâr odaklı kapitalistlerde sonunda kendilerini burada buluyorlar. Bu kitap ölüm kültüründen yaşam kültürüne geçmemize yardımcı olacak pek çok araç bulunduruyor. Bunu yapabiliriz! Bunu yapmak zorundayız!