Bir Taner Ceylan etkinliği olan “Olimpos Sergileri II: Peyzaj”ın sanatçıları yanıtlıyor

Taner Ceylan, “Olimpos Sergileri” serisini Olimpos’taki zeytinliğinden ilhamla 2019’da, “Portre” teması altında başlatmıştı. Ceylan’ın üretimlerini yakından takip ettiği sanatçılardan bir karmayla her sene, sanat tarihinin temel kavramlarından biri seçilerek çerçevelenen bir sergi serisi.

Serinin ikinci sergisi, “Peyzaj” teması etrafında hazırlandı. Farklı malzemelerle çalışan 13 sanatçının peyzaja yaklaşımlarını irdeleyen bu sergi, aslında Nisan 2020’de açılacaktı. Ama işlerin mekânla ilişkilenme hallerinin yaratacağı deneyim Olimpos Sergileri için çok önemli olduğundan gösteri dijital ortama taşınmadı ve pandemi koşullarının bu bir araya gelişe izin vereceği zaman beklendi. Olimpos Sergileri II: Peyzaj nihayetinde 28 Mayıs’ta Karaköy Zülfaris Sinagogu’nda açıldı ve 11 Haziran’a kadar görülebiliyor. Tüm katılıcımlarının parçası olduğu karşılıklı bir öğrenme ve deney sürecine elveren projenin bir okula dönüştüğünden ve belki de bir “Olimpos Ekolü”nün oluştuğundan heyecanla bahsediyor Ceylan yeni serginin kitabının önsözünde.

Giriş fotoğrafı ve bu fotoğraf: Taner Ceylan

Sergide yer alan sanatçılar; Ahu Akgün, Akın Güreş, Aysun Şentürk, Ayşe Tuğ, Ayşenur Şentürk, Can Ünlü, Elif Çatlıoğlu, Gurur Birsin, İsmail Yılmaz, Kadir Selçuk Yaşa, Özlem Yılmaz, Pelin Hazal Aktaş ve Yağız Gülseven. Bu seneki serginin tasarımının arkasındaki ofis ise Mevce ve Eren Çıracı tarafından kurulan FIELDS.  

Seri kapsamındaki her sergi için planlandığı üzere, Olimpos Sergileri II: Peyzaj’a da kendi kitabı eşlik ediyor. Taner Ceylan’ın önsözüyle başlayan kitap, bazı sanatçı dostlarının Peyzaj’a bakışlarını derleyen bir bölüme açılıyor. Sanatçılar, onları çokça etkilemiş favori peyzajlarını paylaşıyorlar. Kitabın “Sergi” bölümünde de 13 sanatçının ürettiği işlere ve çalışma süreçlerine dair Ceylan’ın kaleme aldığı metinler var. Kitabı şimdilik sergiden edinmek mümkün. 

Sergi henüz görülebilirken, sanatçılara ve mekânsal tasarımı üstlenen FIELDS ekibine ulaştık. İşte sorularımız ve yaratılan peyzajlara dair (sanatçıların büyük çoğunluğundan) aldığımız yanıtlar. Sergide yer alan birer işleri eşliğinde.

Özlem Yılmaz, İsimsiz, 2019, fine art baskı
Olimpos Sergileri II: Peyzaj’ın sanatçıları yanıtlıyor

Sergi süreciyle çıktığınız yolculuk kendi iç doğalarınıza ve manzaralarınıza bakmak/onlarla mesafelenmek adına nasıl bir deneyim oldu/oluyor? Bu anlamda bizle neler paylaşabilirsiniz? 

Özlem Yılmaz: Çok sıkıntılı zamanlardan geçtik, geçiyoruz. Manzaraya, doğaya, bazen de boşluğa bakmak beni hep rahatlatmıştır. Sergideki işleri üretirken yine gökyüzüne, yeryüzüne ve doğanın aksettirdiği güzelliklere sığındım sanırım. Özellikle renklerle oyalanmak kendimi iyileştirme süreci gibiydi benim için. Bu seri, zor zamanlarda hayaller alemine dalıp renkli rüyalar görmemi sağladı, beni sıkıntılardan uzaklaştırdı, sakinleştirdi. Bu özel sergide yer aldıkları için çok çok mutluyum.

Aysun Şentürk, Denge 2, 2020, cut-out kolaj

Aysun Şentürk: İçsel ritmimi takip ederek bunu görselleştirme isteğimle başladı kolaj hikâyem; dans etme dürtümün katı bedenimden öte nasılda boşlukta dalgalandığını deneyimlemem ve aslında sınırsız, şeffaf ve ne kadar hafif olabileceğimi görmem benim dönüm noktam oldu. O yüzden manzaranın belli bir mesafeden seyredilenden ziyade mesafesiz, zamansız bir alanda ritmi deneyimlemek olduğunu söyleyebilirim. Hiçbir şeyin ayrı olmadığı ve her şeyin birbirine hassas bir şekilde bağlı olduğu bir alan ve bu armoninin hepsini içimizde barındırmaktan bahsediyorum.

Uzakdoğu’da “kalp boşluğu” diye bir kavram var. Onlar boşluğu esas alarak resimde zaman ötesini deneyimliyorlar. Kalp boşluğundan resmetmek… Gerçek bilgeliğin yeri. Bu alanda daha fazla nefes alabilirsek daha yüksek melodilere, daha yüksek armoniye ve daha yüksek bilgeliğe erişeceğimizi düşünüyorum. Ben bu alanı ilk kez kolajlarımla deneyimlemeye başladım. Bendeki peyzajın manası buradadır.

Ayşenur Şentürk, İçeri Doğru, 2020, tuval üzerine yağlı boya

Ayşenur Şentürk: Aslında her şey güdüsel başlıyor ve ilerliyor. Renkler, formlar, ruh haline göre gelişip birbirini kovalıyor, ben de peşinden gidiyorum. Resmin başına oturduğumda kesin bildiğim tek şey, bu bir kaçış olacak ve çalışırken zihnim dışarıya kapanacak. Dışarıdan kaçış yolculuğu da diyebiliriz. Peyzaja kaçış… Benim için, insan eli değmemiş, yeni ayak basılmış topraklar her zaman daha cazip ve besleyici. Sanırım farkında olmadan bunu dışarıya vurdum. 

Elif Çatlıoğlu, Hayalperestin Uyanışı II, 2020, tuval üzerine yağlıboya

Elif Çatlıoğlu: Resimlerimde her zaman psikanaliz kavramını arayış ve yaratma sürecinde oldum. Oldukça soyut bir kavram olsa da fiziksel etkileri çok büyük. Bu konu benim için ruhun peyzajı, içimdeki parçanın ait olduğu yer demekti. Çünkü bir manzarayla karşılaşan insan eğer kendinden bir parça bulabiliyorsa oraya kendini yerleştiriyor, etkileniyor o manzarayla ve bütünleşiyor. Hepimiz içimizdeki o peyzajı arayış halindeyiz. Kimi zaman kendimiz o engelleri koyarken bilinçaltımızda kontrolsüzce, kimi zaman çevresel faktörler keşfetmemizi engelliyor. Var olduğumuz bu zamanda oldukça içimize döndüğümüz, kimine hayal kırıklığı kimine umut olan bir süreçte herkes kendi iç peyzajını keşfettiğine inanıyorum. Pandemi öncesi başladığım bu işlerimi pandemiyle birlikte deneyimlemem, yarattığım işlerde daha da derinleşmemi sağladı.

Can Ünlü, Arası, 2020, fine art baskı

Can Ünlü: Endre Tot’un “Very Special Drawings” isimli çalışmasıyla, üzerinde çalıştığım bir fotoğraf serisi arasındaki benzerlik beni çok şaşırtmıştı. Farkına vardığım yakınlık sadece görsel açıdan değildi. Tot’un çizimlerinde kullandığı yazılar kavramsal açıdan da genişletmek istediğim alanlar açıyordu. Buna bir tür kesişim diyebiliriz. Ortaya çıkan bu kesişimle birlikte işim, İmgelerin bir araya gelişinden çıkan anlam yolculuğunu genişleten bir alternatif algıya yardımcı olmayı hedeflemiştir.

Taner Ceylan Olimpos Sergileri II: Peyzaj sergisi kitabı önsözünde “Sanırım belli bir mesafeden bakınca her şey bir manzaraya dönüşüyor: Mesele mesafeyi koyabilmek.” der. Buradan bakarsak Tot’un yaşadığı yer ve zamandan bugüne ve buraya ait mesafelerden yol almış bir imge buluşmasıdır bu çalışma.

Gurur Birsin, Kayıp, 2020, pres tuval üzerine yağlıboya

Gurur Birsin: Sanat tarihinin temel konularından biri olan “peyzaj”a odaklanan bu sergi vesilesiyle çıktığım yolculuk, uzun yıllardır ilgilenmekte olduğum bu temayı yeni ve daha derin bir bakışla ele almamı sağladı diyebilirim. Sergide yer alan “Öteki kıyı”, “Talan” ve “Kayıp” isimli işlerim, terk edilmiş bir doğa tasviri aracılığıyla izleyicinin ruhunun karanlık dehlizlerine merdiven indirmeyi deniyor. Sinagogun tarihsel belleğinin ve sergi tasarımındaki “tapınak” vurgusunun, bu işlerin uhrevi sayılabilecek havasını desteklediğini düşünüyorum. 

Akın Güreş, Göksel Zaman, 2020, tuval üzerine akrilik boya

Akın Güreş: Olimpos Sergileri’nin ikinci ayağı olan “Peyzaj” sergisi için üretime başladığımdan beri yapmış olduğum çalışmalar ve takip eden üretim süreci, benim için sonucunu önceden kestiremediğim, üretirken öğrendiğim, sanatımda bana yeni bakış açıları keşfettiren, farklı manzaralara yeni nesnelerle ulaşabildiğim bir yolculuk oldu. Her baktığımda hayran olduğum doğanın o muhteşem istilası, insana ait tüm izleri bastıran gücü, onun ihtişamı hakkında çok şeyler söylüyor bana. İşittiğim bu fısıltıları, sonucunun ne olacağını kestiremeden; heykelde, resimde, kısacası sanatta arama çabasıydı yaptığım.

İsmail Yılmaz, Eve Dönüş, 2020, fine art print

İsmail Yılmaz: Aslında bu seri içe yapılan bir yolculuk. Bir arayış hikâyesi. Arayışın sonunda doğada buldum kendimi. Doğanın sonsuz döngüsü içinde kendi yerimi arıyorum. Doğanın bir parçası olduğumu hatırlayarak öze dönmeye çalıştım. Bu yolculuk hâli hiç bitmeyecek gibi.

Yağız Gülseven, Sağanak Yağış (detay), kağıt üzerine kara kalem, yerleştirme

Yağız Gülseven: Benim için bütün hikâye, Taner Ceylan’ın “Senden içsel bir peyzaj istiyorum” sözüyle başladı. Peyzaja pek aşina bir sanatçı olarak görmüyordum kendimi. Öncelikle peyzajı tanımam ve anlamam gereken bir sürece girdim. Sonrasında ise anladığımı parçalara ayırıp, bu parçaları kendimce birleştirmem gerekti. Şu âna kadar beni en çok zorlayan işim oldu diyebilirim, ama bir o kadar da keyifliydi. Sürecin sonlarına yaklaşırken de üzerimde tatlı bir yorgunluk hissediyorum.

Pelin Hazal Aktaş, Adam, 2020, tuval üzerine yağlıboya

Pelin Hazal Aktaş: Taner Bey Olimpos Sergileri II’nin konusunun “Peyzaj” olduğunu söylediğinde sade, yalnız, kirlenmemiş doğa ve insan ile doğayı resmetmek istedim. Her zaman klasik resimleri çok sevdim. Kolaj çalışmalarımda geçmiş ve bugünden, zaman zaman içinde kendi hikâyelerimi de bulduğum parçalardan bir bütüne ulaştım. Sergiyi gezdiğimde Zülfaris Karaköy binasına hayran kaldım. Çünkü beni kokusuyla, büyülü atmosferinde geçmişe götürdü. Sergiye katılan arkadaşlarımın eserlerini de çok beğendim. Hepsi beni ayrı ayrı dünyalara götürdü. Taner Bey’in, sanatçı arkadaşlarımın, Saliha ve Melis Hanım’ın ve emeği geçen herkesin ellerine yüreklerine sağlık. Emekleri hayatlarına değerler katsın…

Kadir Selçuk Yasa, Cliff Burton, 2020, kağıt üzerine kurşun kalem

Kadir Selçuk Yaşa: Sergiye dair çalışma sürecim Taner Ceylan’ın atölyemde sergilemeyi düşünmeksizin yaptığım birkaç küçük müzisyen portresini görmesiyle başladı. Ceylan’ın önerisi üzerine portresini yaptığım müzisyenlere ithafen peyzajlar resmettim.

20. yüzyılda etkin olmuş üç farklı müzisyenin portrelerini, onların müzikal serüvenlerine dair sembol ve çağrışımlar içeren peyzajlarla bir arada ele almak, kendi resimsel yönelimlerim ekseninde yeni ve farklı bir süreç deneyimlememe olanak sağladı diyebilirim.

Fotoğraf: FIELDS
FIELDS yanıtlıyor:

Sergideki mekân ve işler ilişkisini kurma süreciniz nasıl bir zamana yayıldı? Temel yaklaşımlarınıza nelerin yön verdiğinden biraz bahsedebilir misiniz? 

Mevce ve Eren Çıracı: Taner Ceylan ile serginin tasarımı ile ilgili konuşmaya başladığımızda bize serginin, mekan ve sanat eserleriyle birlikte konunun ruhuna uygun bir atmosfer yaratmasını istediğini söyledi. Mekanın ve tasarımın kendini geri çektiği, dört beyaz duvardan ibaret geleneksel bir sergi yapmayacaktık. Mekan olarak Zülfaris Sinagog’unu seçerek kendisi ilk adımı atmıştı zaten.

Serginin konusu peyzaj resimle ilgili olduğu kadar özellikle 18. yüzyıldan itibaren bahçecilik ve mimarlıkla yakından ilgili olmuş bir kavram. Peyzaj bir kelime olarak doğal bir manzaranın resmini anlatırken uzun doğa yürüyüşlerinin moda olduğu 18. yüzyılda doğal manzara, sürekli mekansal bir deneyimden çok resim sanatına ait bir kompozisyon, adeta bir dizi çerçevelenmiş an olarak anlaşılıyordu. Bu bağlamda peyzaj kavramı resim ve mekan arasında tarihsel bir ilişkiyi barındırıyor.

Lorrain’in 17. yüzyılda yaptığı manzara resimlerine yerleştirdiği küçük mabedler, antik harabeler 18. yüzyıl peyzaj mimarlığının da bir parçası olmuştu. Türkçe’ye ahmaklık olarak çevrilebilecek, ingilizcede “folly” olarak adlandırılan, kimi zaman bitmiş kimi zaman harabe gibi yarım kalmış bırakılan bu küçük yapılar özellikle İngiliz bahçelerinde topoğrafyaya serpiştiriliyordu. Belirli bir işlevi olmayan ve ufak antik mabedleri çağrıştıran bu yapılar Olimpos Sergileri 2’nin de ilham kaynağı oldular.

Serginin keskin çizgileri olmayan rotasını Zülfaris Sinagogu içinde bir gezinti, sergi ünitelerini ise bu gezinti içerisinde sanat eserleriyle birlikte deneyimlenecek pavyonlar, bir iç mekan peyzajının folly’leri olarak düşündük. Bu pavyonlar kimi zaman gezintiye çıkmış olanları bir resimle baş başa bırakıyor, kimi zaman serginin diğer anlarını, binayı ve eserleri manzaraya açılan bir pencere gibi çerçeveliyorlar.

Pencere ve çerçeve bu küçük pavyonların tasarımında özellikle öne çıkan iki kavram oldu. Pencere manzaraya, yani dış dünyaya açılan bir geçit olduğu kadar bir iç dünyanın da var olduğunun ifadesidir aynı zamanda. 19. yüzyıl sembolist resminin de konularından biri olan bu durum, yüzeylerin bir araya gelmesinden oluşan sergi pavyonlarının içi ve dışıyla ilgili bir deneyime dönüşüyor. Pavyonları sergi rotası içerisinde yoğunlaşma anları olarak da düşünebiliriz. Bu yoğunlaşma söz konusu mekanların içinde sanat eserlerinin deneyimlenmesiyle ilgili olduğu kadar kişinin kendisiyle baş başa kalmasıyla da ilgili. Bu bağlamda bu pavyonlar ilham aldıkları 18. yüzyıl folly’leri gibi tam bir tarifi olmayan, kişinin hayal gücüne bırakılmış yerler.

Bazı sergi üniteleri ise iki ya da üç boyutlu çizgisel çerçevelerden ibaret. Bu çerçeveler sinagogun boşluklarını, duvar bezemelerini çerçeveleyerek mekanın kendisini aktive ediyorlar. Bu ünitelere ince çelik tellerle sabitlenen eserler adeta ünitelerden bağımsız, mekanın boşluğunda, duvarların önünde havada asılı kalıyorlar. Eserler duvarın patinası üzerinde yeni bir katmana dönüşüyorlar. Patinanın katmaları gibi sergi de sanat eserlerinin, sergi ünitlerinin ve mekanın kendisinin oluşturduğu çok katmanlı bir deneyime dönüşüyor.