Bırak İçeri Gireyim: Ötekilik, çocukluk, ölümsüzlük ve ilk aşk üzerine
Röp: Yetkin Nural
İllüstrasyon: Sadi Güran
DOT ve Zorlu PSM’nin ortak yapımı Bırak İçeri Gireyim, İsveçli yazar John Ajvide Lindqvist’in pek çoğumuzun hayatına film uyarlamasıyla giren ünlü romanını sahneye taşıyor. İngiliz tiyatro sahnesinin önemli yazarlarından, çalışmaları arasında Harry Potter and the Cursed Child oyunu da bulunan Jack Thorne’nun sahneye uyarladığı Bırak İçeri Gireyim, farklı ötekilikler içine sıkışan iki çocuğun, Eli ve Oskar’ın, birbirlerinde buldukları sığınak hissinin içinden filizlenen bir öykü.
Bu öykünün İsveç’te doğduğu yerden çıkıp 5 Şubat itibariyle başlayacak 2019 sezonunda Zorlu PSM sahnesinde yeniden hayat bulmasını sağlayan DOT ekibinden yönetmen Murat Dalbatan, koreograf Tan Temel, özel sahne tasarımını üstlenen Alper Derinboğaz, Oskar ile Eli karakterlerini canlandıran Begüm Akkaya ve Atakan Akarsu, oyunun zengin dinamiklerine dair merak ettiklerimizi cevaplayarak iştahımızı iyice kabarttılar.
Bırak İçeri Gireyim roman olarak yazılmış, sinema uyarlamasıyla ünlenip hızla kült mertebesine erişmiş, Jack Thorne’nin elinde ise sahnede yeni bir hayat bulmuş bir eser. Farklı sanat dalları üzerinden tekrar tekrar üretilen ve her üretiminde yeniden yorumlanan bir eseri bir yönetmen olarak ele almanın, daha standart bir süreçle sahnelenen bir oyuna kıyasla ne gibi zorlukları, ya da daha geniş bir ifadeyle ‘farklılıkları’ var?
Murat Dalbatan: Beğenilen bir hikayenin tekrar anlatımının zorlukları elbette var. Ama tiyatronun kendine ait dilinde diğer sanatlardan farklı olarak bu bir artı özellik. Hikayenin tekrar tekrar anlatımı sırasında her anlatıcının kendi araçlarıyla hikayeyi renklendirmesi ve yeniden yaratması tiyatronun en güçlü özelliklerinden.
Tiyatroda hikaye anlatımı metnin ötesine taşındığından metin hikayenin sadece bir parçası. Ötesi kendi metnini oluşturan diğer parçalar. Sinemadaki remake yaklaşımı gibi çalışmaz tiyatroda bir metnin varlığı. Tiyatronun coşkusu seyircinin günlük, anlık hazırlığından türer. Her oyun seyirciyle birlikte yeniden yaratılır ve törensel bir süreçtir; bir ritüeldir tiyatro. Eğlence aracının ötesinde deneyimdir; şiirdir. öyle tasarlanmalıdır.
“Tiyatroda hikayeyle seyirci arasına giren süreçler çok fazladır ve bağımsızdır. Tiyatroyu oluşturan zaman ve uzaydır…” Murat Dalbatan
Jack Thorne’un uyarlamasına dair bilgim, oyunun Oskar ve Eli’nin ilişkisine odaklanıp, kitaptaki mikro bir anı bu iki ana karakterin sahnedeki evrenine çeviren bir yorumu ortaya koyması. Thorne’nin uyarlamasını DOT ile burada sahneleme fikri nasıl ortaya çıktı? Senin bu uyarlamaya getirdiğin şahsi dokunuşlar var mı?
M.D: Uyarlamanın kendi içinde bir tutarlılığı vardı. Fakat benim hikayenin odağına taşımak istediğim, dramatik olarak güçlü bulduğum ve tercih ettiğim fikir, hikayeyi ufak değişikliklerle yeniden tasarlattı bana. Bir oyunu çalışırken benim için önemli olan, hikayenin seyirciyi ne noktada provake edeceğidir. Seyirciyi dönüştürecek cümlenin netliği ve yalınlığıdır. Elimde çok fazla metin malzemesi vardı; roman, sinema uyarlamaları, tiyatro uyarlaması… Benim sahne tasarımıma katkı sağlayacak bir metin oluştu sonuçta.
Romanda hikayeyle okuyucu arasında bir dış süreç işlemez. En çok araya çevirmen girer, o da yazara sadık kalmak için çabalar. Tiyatroda hikayeyle seyirci arasına giren süreçler çok fazladır ve bağımsızdır. Tiyatroyu oluşturan zaman ve uzaydır…
Dünya edebiyatı ve sinemasında köklü bir geleneği ve ciddi bir hayran kitlesi olan ‘vampir’ mitolojisinin Türkiye’de alıcısı olsa da, üreticisi pek yok. Bırak İçeri Gireyim her ne kadar bu mitoloji bambaşka bir yerinden tutsa da, benim bildiğim kadarıyla sahnede ilk defa vampir göreceğimiz bir oyun. Oyunda bu mitolojiyi tamamen es geçmemek için ne gibi fikirler ve çalışmalar yapıldı?
M.D: Vampir mitolojisi meraklılarının dışında da genel hatlarıyla çok iyi tanınır. Sahneye taşırken de hikayeyi anlatmak için beden üzerine çok yoğun çalışıldı. Tiyatroda bedenin estetiği çok kıymetlidir. Vampir mitinin de getirdiği beden tasarrufuyla birlikte, beden üzerine düşünme ve çalışma çok öne çıktı. Bedenin yarattığı güç alanının hikayenin merkezine oturması, hem vampir mitiyle hem de hikayedeki fiziksel ve psikolojik ilişkilerle örtüştürüldü. Oyunun sürprizi tam da bu bedensel açılımlarda patlıyor. Oyunu şiir okurcasına ele alabilen seyirci bu bedensel sarsılmaları görecektir. İnsan ve bedenini bir vampir hikayesi üzerinden çalışmak çok ilham vericiydi. Bırak İçeri Gireyim, tam bir ölüm ve yeniden doğum hikayesi.
Türkiye’de filmi izleyen ve beğenen, dolayısıyla oyunu da merak ederek gelecek hatırı sayılır bir kitle var. Bu kitlenin yanı sıra bu filmden belki de hiç haberi olmayan, ancak DOT’u, tiyatroyu ve Zorlu PSM programını takip eden bir izleyici kitlesine de oynayacaksınız. Bu iki farklı kitleye yönelik, bu oyundan ne bekleyebileceklerine dair bir kaç cümle istesek?
M.D: Filmi izlemiş ve seven için de hiçbir ön bilgisi olmayan için de enteresan bir deneyim olacak. Bir hikayenin sahnede nasıl biçim alabildiğine dair… Tiyatro sahnesi fantezilere açık bir alandır. Seyir ve biçim alışkanlıklarının dışına çıkabileceğiniz, yaratıcı bir boşluktur. DOT seyircisinin alışık olduğu coşkuyu bu oyunda da sahneye taşıyoruz. DOT seyircisi olmayanlar için ise şunu söyleyebilirim: tiyatroyu yeniden düşünecekleri bir oyunla karşılaşacaklar.
“Çocuk olmanın karşılığı mutlu olmak, her şartta kendine bir oyun parkı yaratabilmektir.” – Begüm Akkaya
Oyundaki karakterin Eli, bir vampir. Her ne kadar Bırak İçeri Gireyim vampirlik mitolojisini bambaşka bir yaklaşımla ele alıp sunsa da, Eli karakterinin ötekiliği çocukluğu içine sıkışmış bir ölümsüzlükten geliyor. Karakterini canlandırırken, çocuk olmak ve ölümsüzlük üzerine neler düşündün?
Begüm Akkaya: Çocuk olmanın karşılığı mutlu olmak, her şartta kendine bir oyun parkı yaratabilmektir. Eli uzun zamandır 12 yaşında olmanın sıkışmışlığını yaşarken bile bunu hala tuhaf bulacak kadar çocuktur aslında. Değişimin kendisine maruz kaldığı için (ki ölümsüzlüğü böyle tarif edebilirim belki) bu durum canını acıtıyor. Oyun dışında kalmış, cezalandırılmış bir çocuk.
Eli; 12 yaşını neden bir türlü geçemediğimi anlamıyorum dediğinde Oskar şöyle bir karşılık verir : “Neden 12 yaşında olduğunu anlamıyorsun çünkü 12 yaşındasın, hayatı anlamıyorsun çünkü çocuksun.” Yıllar boyunca çocuk kalma hali bir süre sonra Eli’nin ruhunu “katılaştırıp” büyümesine, yetişkin olmasına yol açıyor. Ve var olma mücadelesi daha da zorlaşıyor.
“Bir hissi anlamaya çalışırken yaşamaya devam etmek, seçilmiş bir hissi oynamaktan ziyade, bir hissin sizde uyandırdığı yeni hislerle zamanda ilerlemek gibi.” – Atakan Akarsu
Bırak İçeri Gireyim ‘‘öteki olmanın ağırlığını farklı biçimlerde taşıyan iki çocuk’’ ve bu ikilinin birbirlerinde bulduğu sığınak hissinin içinde yeşeren bir hikaye. Senin karakterin Oskar’ın ‘ötekiliği’ ve bu ötekilik hissiyle bir oyuncu olarak kurduğun bağdan bahseder misin?
Atakan Akarsu: Yaşadığımız çağda herkes bir şekilde bir başkasına karşı ötekiyken, Oskar’ın ötekiliğini ilginç kılan şey Oskar’ı anlamak için uzun uzun düşünmenize gerek kalmaması. Yazar Ajvide Lindqvist karakteri oluştururken öteki olmayı somut durumlarla belirgin kılmış, böylece Oskar’ın yaşadıklarını gördüğümüzde bunun aynısı benim de başıma gelmişti diyebiliyoruz.
Oyuncu olarak baktığımda ise genelde sahnedeki durumları çözümleyip, karakterin benimle benzer ve farklı yanlarını belirleyip, sıklıkla karakterin benden farklı taraflarına yaklaşmaya çalışmak üstüne oluyor. Sonrasında bu karakter bu somut durumları nasıl yaşar, ben nasıl yaşardım sorularını soruyorum. Ancak Murat Daltaban’la çalışırken, sahnedeki durumların yarattığı hissin, halet-i ruhiyenin yarattığı imgelerin peşinden gitme özgürlüğüne ve özgünlüğüne sahip oluyorsunuz. Bir hissi anlamaya çalışırken yaşamaya devam etmek, seçilmiş bir hissi oynamaktan ziyade, bir hissin sizde uyandırdığı yeni hislerle zamanda ilerlemek gibi. Böylelikle sınırsız bir yaratıcılık imkanına sahip olup, karakterin iç dünyasının soyut fotoğraflarında kendinizi kaybedebiliyorsunuz.
Oskar’ın ötekiliğini, öteki konumunda kaldığım zamanlarda hissettiğim duyguların doğurduğu soyut fotoğrafların somut tezahürleriyle dışavurmaya çalıştım tüm prova süreci boyunca. Böylece oyun ve karakterler hem somut hem içsel evrenimizde boyutlandı.
“Günümüz dünyasının anlık değişen ve belirsiz dengeleri bize kaygan bir zeminde yaşama hissi veriyor. İzleyici eminim oyunu seyrederken hikayenin içinde de yer alan ve sahnede yaratılan bu tekinsiz hali sonuna kadar hissedecektir.” – Tan Temel
Bırak İçeri Gireyim, bir tiyatro eseri olarak ‘vampir’ karakterini edebiyatın betimlemeleri veya sinemanın büyük bütçelerine kıyasla çok daha kısıtlı imkanlar ve dolayısıyla bambaşka bir estetik üzerinden iletmek durumundaydı. Bu hissi izleyiciye iletmek de senin hayal edeceğin koreografi ile mümkün oldu. Eli’nin vampirliğini nasıl ele aldığını ve hareket tercümesini nasıl hayal ettiğini merak ediyorum?
Tan Temel: İsveç versiyonu olan filmini izlediğimde oldukça şiirsel bir anlatımla karşılaştım. Film ilk aklımıza gelebilecek tipik bir vampir hikayesi aksiyonunun dışında çekilmişti. Sakin fotoğrafların içinde sizi gerilime sürükleyen dinamik anlar ustaca yaratılmış, özenle kurgulanmıştı. Filmdeki bu yaklaşım, hareket ve koreografik unsurların seçimlerini yaparken beni oldukça etkiledi. Bir dans eserinin veya bir tiyatro oyununun koreografi ve hareket düzenini kurgularken provalar başlamadan önce kendimi bu etkileşimlere açık bırakarak yaratmak istediğim karakteri belirliyorum. Bu yaklaşımımdan yola çıkarak, provalar da oyuncunun/dansçının zihin ve beden ilişkisini konsept üzerinden yeniden kurgulamasını sağlıyorum. Hikayede Eli karakterinin vahşi ama aynı zamanda masum hali karakterin hareket kodlarını ortaya çıkarmamda belirleyici oldu.
Fiziksel olarak Begüm’ün bu performansa hazır olması için yoğun bir egzersiz programı uyguladık. Genel olarak hikayede oyuncuların bedenlerinin güç ve esneklik bakımından üst seviyede olması gerekiyordu. Bu nedenle provalardan önce tüm oyuncuların katılımı ile düzenli olarak dersler yaptık. Dersler kondüsyon çalışmalarını, koordinasyon ve bedensel farkındalıklarının gelişmesi için de temel dans tekniği egzersizlerini içeriyordu.
Oyuncuların bedeninde odak noktam omurga oldu. Özellikle Eli karakterini çalışırken omurgadan yola çıkarak karakterin beden plastiğini ve dinamiğini oluşturdum. Omurganın gücünden beslenerek hareket etmek, yer ve uzam ilişkisini omurgadan yola çıkarak kurmak gibi prensiplerle Eli’nin hareket örgüsü ve beden dilini tasarladım.
Oyunun dekoru da hareket tasarımını etkiledi. Oyuncular farklı derecelerde eğimler ve yüksekliklerin olduğu zorlu bir zeminde performans sergilemek zorundalar. Yönetmen Murat Daltaban ile birlikte dekorun bu riskli yapısını bizi yeni arayışlara yönlendirecek yaratıcı bir alan ve motivasyon olarak değerlendirdik. Eli karakterinin barındırdığı bütün hareket dinamikleri bu zemin üzerinde kurgulandı. Eli, bedenini bu değişken zeminin farklı noktalarında konumlandırarak seyirciyle iletişim kurmak zorundaydı. Dekor kimi zaman Eli’nin vahşi dünyasının mekansal tanımıyken; kimi zaman da onun vahşi bedeninin bir uzantısı (body extension) gibi oldu.
Günümüz dünyasının anlık değişen ve belirsiz dengeleri bize kaygan bir zeminde yaşama hissi veriyor. İzleyici eminim oyunu seyrederken hikayenin içinde de yer alan ve sahnede yaratılan bu tekinsiz hali sonuna kadar hissedecektir.
“Oyunda ana karakter Ellie’nin mekan deneyimini gözlemlediğimizde, düşey ve yatay arasındaki sınırın eridiğini gözlemliyoruz. Onun bakış açısında bir binanın düşey duvarı, oyun parkı veya düz bir peyzaj arasında çok az bir fark var.”
Alper Derinboğaz
Oyunun aslında evrenini de yaratan sahne dekorunun tasarımı senin imzanı taşıyor. Bu tasarımın ‘oblique land’ olarak geçen İngilizce bir tanımı var. Bu tanımı bize biraz anlatmanı ve senin tasarımdaki yorumunun Jack Thorne’un uyarlamasına kıyasla farklılık ve benzerliklerinden bahsetmeni rica etsek?
Alper Derinboğaz: ‘Oblique Land’: Eğik Zemin.
Bence tiyatro güçlü bir akış deneyimi olması ile bugün birçok sanat alanından farklı bir yerde duruyor. İçinde bulunduğumuz dönemden önce, yani internetten önce, farklılıklardan bahsetmekte, belli bir çağ veya tarz ayrımını ifade etmekte zorlanmıyorduk. Şimdi herşey masif bir bütün gibi, neyin nerede başlayıp nerede bittiğini ayırt edemiyoruz. İç içe geçmiş ve sonsuzluğa uzanan bu yeni dünyada sabit olan tek şey “akış”.
Üretimlerini heyecanla takip ettiğimiz Murat Daltaban ve DOT ekibinden, John Ajvide Lindqvist’in Bırak İçeri Gireyim kitabının Jack Throne imzalı sahne uyarlamasının Türkiye prodüksiyonunda “performans halinde bir mekan” oluşturmak için davet geldiğinde, çok anlamlı bir işbirliği olabileceğine inandık ve mimariyi performans olarak ne kadar aktif kullanabileceğimizi anlamak için önemli bir deney alanı olarak gördük.
Oyunda ana karakter Ellie’nin mekan deneyimini gözlemlediğimizde, düşey ve yatay arasındaki sınırın eridiğini gözlemliyoruz. Onun bakış açısında bir binanın düşey duvarı, oyun parkı veya düz bir peyzaj arasında çok az bir fark var. Biz de bu iç içe geçen mekan deneyimini tek bir akışta yaratmaya çalıştık. Oyunda konusu geçen yapıların cephe düzeni ve parktaki konstrüksiyon oyuncağın temelindeki ‘ağ yapısını’ bir bütün olarak ele alıp, modüler tek bir yapı olarak yeniden ürettik. Bu modüler yapı ise sahneye geçişin en kısıtlayıcı birimi olan, dekor girişine bağlı asansör boyutlarından türettik. Yani sahneye girebilen en büyük modül 19 parçalık statik taşıyıcının modülasyonunu oluşturdu.
Oyunun geçtiği peyzajı ise bir arkaplan olarak değil, sahne zemini ile bütünleşen bir eğik yüzey olarak tanımladık. Bu eğimli yüzeyin yer yer donmuş bir gölet, yer yer bir binanın cephesi ve bazen de iç mekanları oluşturabileceğini düşündük. Bu eğik zemini sadece düşey veya yatay; yani iki boyutlu bir mekan tanımlamaktan ziyade, dinamik bir yüzey olarak kurgulayıp, oyuna aktif katılmasını planladık. Bu eğik zemin hikayenin kaderini belirleyen anlardan biri olan havuz ile ikiye parçalanıyor ve iki sabit mesnet noktası etrafında dönen, iki büyük düzlemle hareketli bir mekana dönüşüyor. Sinemanın mekanı gibi her an dönüşen bir arkaplan olarak performans gösterebiliyor. Elllie’ nin 200 yıllık geçmişi ve Oskar’ın 12 yıllık hayatının buluşması gibi gerilimli buluşmalar oluşturabilmesini umuyoruz.
Öte yandan Murat Daltaban’nın yönetiminde, Tan Temel’in kareografisiyle ve oyuncuların performatif buluşlarıyla bizim de planladığımızın ötesinde çeşitli kurgular oluştu. Sevgili Özlem Daltaban’ın müthiş koordinasyonuyla birçok şey akıcı bir şekilde bir araya geldi. Ekibimizden Egemen Kaya’nın özenli yönetimiyle ve süreçte yer alan tüm ekibin özverili katkılarıyla ‘oblique land’ gerçekliğe dönüştü ve sahnede yerini aldı.