Reddetmesi zor bir teklif: Black Bird üzerine

Mystic River, Gone Baby Gone ve Shutter Island gibi kalburüstü yapımların hem kaynak materyalleri olan kitapları hem de senaryolarını kaleme alan Dennis Lehane, şaşırtmayarak yeniden suç türüne el attı ve dört başı mamur bir seriyi önümüze getirdi. Black Bird’ün başrolleri Taron Egerton ile Paul Walter Hauser’a Greg Kinnear, Sepideh Moafi ve Ray Liotta’nın başını çektiği bir oyuncu kadrosu eşlik ediyor.

Zaman dilimi ve mekân

90’lar ABD’sindeyiz.

Konu nedir?

Eski Amerikan futbolu oyuncusu James Keene, silah ve uyuşturucu bulundurup satmak suçundan 10 yıla mahkûm edilir. Hapishanede çürüyüp gideceğini düşünürken bir gün FBI çıkagelir ve reddetmesi kadar kabul de etmesi zor bir teklif bırakır önüne: Keene azılı psikopatların olduğu başka bir hapishaneye transfer edilecek, burada bulunan Larry Hall ile arkadaşlık kurup öldürdüğü kızları nereye gömdüğünü öğrenmesi gerekecektir. Başardığı takdirdeki ödülü ise serbest kalmaktır.

İzlemeden önce bilmemiz gerekenler

*Bilmeniz gereken en önemli şey, Black Bird’ün gerçek bir hikâyeden uyarlanmış olduğu. İzleyeceğiniz her şey harfiyen Keene’in başından geçmiş, yaşadıklarını 2010’da yayımlanan In with the Devil: a Fallen Hero, a Serial Killer, and a Dangerous Bargain for Redemption isimli kitapta kaleme almış. Yalnız önden Google araması yapacaksanız dikkatli olun, spoiler yiyebilirsiniz.

*Başrollerde Kingsman ve Rocketman gibi filmlerden tanıdığımız Taron Egerton ile I, Tonya ve Cobra Kai’de izlediğimiz Paul Walter Hauser var. Mayıs ayında hayata veda eden Ray Liotta da son performanslarından birini sergiliyor seride.

*Tek sezonluk bir mini dizi Black Bird, devamı için yollar kapalı gibi.

İlk intiba?

Öncelikle, Apple TV+ bu işi nefis çözdü; neredeyse boşu yok. Çoğu dijital platform dağa taşa kurşun sıkarken, Apple TV+ hemen hemen her dizisiyle hedefi 12’den vuruyor. Black Bird de bir istisna değil. Yayımlanır yayımlanmaz büyük beğeni toplayan seriyi, suç türünü severler gözü kapalı izleyebilir.

Kişisel bir rahatsızlığı dile getirmeden de edemeyeceğim öte yandan. Dizisi, filmi, belgeseli olsun true crime günümüzün en sevilen janrlarından biri. Eline yüzüne bulaştırmadığın sürece hem hikâyen hem kitlen hazır. Ne var ki azılı bir katilin gerçek hikâyesinin anlatılış biçiminde beni huzursuz eden bir şeyler var. Kurbanların yakınlarını düşünmeden edemiyorum. Dizinin merkezine oturtulan katil karakterize edilip ona olumlu, olumsuz hisler beslememiz sağlanırken; kurbanlar ne yazık ki senaryoda geçen birer isimden ibaret genellikle. Düşünsenize bir yakınınız seri katilin ellerinde can vermiş, yıllar sonra birileri çıkıp bunun dizisini yapıyor, para ve hatta ödül kazanıyor. Size tek kalan acı ve travmanın tekrar tekrar hatırlatılması oluyor.

Neyse, ahlak dağıtacak halimiz yok, zaten ben de bu düşünceler eşliğinde oturup izliyorum bu yapımları. Dedim ya albenisi “maalesef” çok yüksek bir tür. Aslında yukarıdaki serzenişimin sebebi, seri katil Larry Hall’u canlandıran Paul Walter Hauser’ın enfes oyunculuğunu büyük hayranlıkla izlemiş olmam sanırım. Aslında Taron Egerton ve Hauser çok iyi bir ikili olmuş demek lazım. Diziyi sırtlayıp götürüyorlar. İkilinin olduğu sahneleri izlemek büyük keyif (?).

Kısacası oyunculuk performanslarıyla olsun, heyecan dozuyla olsun yılın en sıkı suç dizilerinden biri var karşımızda ve ödül sezonunda da adını sıkça duyarız diye düşünüyorum.

En çok neyi sevdin?

Oyunculukların yanı sıra dizinin soundtrack’i de çok güzel. 90’larda geçmesinden ötürü dönemin nefis şarkılarıyla bezeli Black Bird. Morphine, Harvey Danger, Soundgarden, Mazzy Star, Crash Test Dummies gibilerinden klasikler, güncel seçkilerle birlikte güzel renk katıyor. Özellikle Soundgarden’ın hit şarkısı “Fell On Black Days”in çaldığı sahne çok iyi. İlginçtir, o sahneyi izlerken Aylin de ben de “Kimse Chris Cornell belgeseli çekmeyecek mi?” diye düşünmüşüz. Bir ara Brad Pitt’in bu işe giriştiğine dair haberler vardı ama devamı gelmedi sanırım… Neyse…

En az neyi sevdin?

Dizinin açılış bölümü, yani Keene’in hapishaneyi boyladığı âna kadarki dilim, bambaşka bir intiba uyandırıyor. Çok takılmayın derim. Zira asıl tempo, Keene ve Hall bir araya gelince yakalanıyor.

Son olarak, Black Bird’ün orijinal müzikleri Mogwai imzalı. Güzel bir detay. Ama ne yalan söyleyeyim, sanki bir gecede, sabahlayıp da yazmışlar gibi… Şarkılar biraz özensiz ve tekdüze.

Formu dolduran: J. Hakan Dedeoğlu