Büyük ağaçların karşısında küçük baltalar: “Small Axe”

Hem pek yakında yayımlanacak Bant Mag. 2020 seçkisinde, hem de internetin derinliklerinde yer alan çeşitli yıl sonu listelerinde bulabileceğiniz Small Axe’i tanıtmaya başlamadan önce, Steve McQueen külliyatını anımsamak faydalı olacaktır. Sinema tarihi, ilk uzun metrajıyla endüstriye iddialı bir giriş yapan; fakat yükselttiği çıtaya tekrar erişemeyen sayısız yönetmenle dolu. Lakin Steve McQueen onlardan biri değil.

2008 yapımı ilk filmi Hunger’da İrlanda Cumhuriyet Ordusu’nun esiri olarak insanlık dışı muamelelere maruz kalan, son çare olarak açlık greviyle bedenini bir direniş unsuru hâline getiren Bobby Sands merkezdeydi. Cahiers du Cinéma’nın meşhur listesine giriş yapıp Cannes’ın Belirli Bir Bakış bölümünden iki ödülle dönen, aldığı reaksiyonlarla adını geniş kitlelere duyurduğu bu yapım; heyecan verici bir sinemacıyı müjdelemekteydi. McQueen şaşırtmadı; bir seks bağımlısı üzerinden beden ve aidiyet üzerine önemli cümleler söylediği Shame ile yine hem festivallerden, hem de eleştirmen cephesinden bolca alkış topladı.

Böyle bir yeteneğin Hollywood’un radarına girmesi elbette uzun sürmedi. ABD tarihinin utanç vesikalarından olan bir döneme odaklandığı, köleliği deneyimlemiş bir Afro-Amerikalı’nın gerçek hayat öyküsünü aktardığı 12 Years a Slave, 2014 senesinde, En İyi Film dalında Oscar ödülünün sahibi oldu. 2018’de karşımıza çıktığı son işi Widows ise pek çokları tarafından bir geri adım olarak nitelendirildi. Aksiyon öğeleri taşıyan bir suç draması olan, ana akım sinemaya da göz kırpan film; cinsiyetçi ve ırkçı politikalarla yozlaşmış kurumları topa tutuyor, fakat hedeflerini sıklıkla ıskalıyordu.

Londra’nın kalbinde sistematik ırkçılık, bireysel ve kolektif savaşlar

McQueen’in yaklaşık bir buçuk sene önce duyurulan -ve belli ki beklentileri boşa çıkarmayan- son çalışması Small Axe, ilk bölümüyle 20 Ocak Çarşamba günü saat 21.00’de, BBC First’te yayımlanacak. Karşımızda iddialı bir dönem projesi var. Beş farklı öyküyle 1969-1982 arasında mekik dokuyan antoloji, Londra’nın kalbinde yaşayan Batı Hint toplumunu odağa alıyor; seyircisini Karayip göçmeni Siyah topluluğun deneyimlerine ortak ediyor. Sistematik ırkçılıkla, ayrımcılıkla mücadele eden karakterler galerisinde; Siyah hareketinde katalizör niteliği taşımış kimi kişisel savaşlar ve bireylerin kolektif bilince olan katkıları konu edinilmekte.

Sivil haklar için mücadele eden kararlı eylemcilerden; dans, tehlike ve romantizm dolu blues partilerini tecrübe eden gençlere uzanan bir yelpaze var senaryoda. İlk bölüm Mangrove, 1970 yılında Londra polisi ile çatışan Mangrove Dokuzlusu’nun gerçek öyküsünü anlatıyor. Olayları izleyen dava, bölge polisinin ırkçı müdahalelerinin adli kurumlarca ilk kez kabulü bir yandan. 1980’lerin Batı Londra’sındaki bir ev partisine ışınlandığımız Lovers Rock, anlatısını tek bir akşam üzerinden kuruyor; romantizm, müzik ve şiddetin kol gezdiği bir atmosferde seyircisini karakterleriyle dans ettiriyor.

Küçük yaşta iki polis memurunun babasına saldırmasına tanık olan, Metropolitan Polisi’ne katılıp adaletsiz sistemi içerden değiştirmeye karar veren Leroy Logan’ı gördüğümüz Red, White and Blue üçüncü bölümün ismi. Başrolde Star Wars serisinin yıldızı John Boyega var. Ödüllü yazar Alex Wheatle’ın ilk gençlik yıllarından yetişkinliğine uzandığımız Alex Wheatle, 1981’deki Brixton Ayaklanması’ndan sonraki cezaevi günlerine tanıklık etmekte. Son bölüm Education ise özel eğitime ihtiyaç duyan çocukların okuduğu bir okulda ırkçılığa maruz kalan küçük Kingsley’nin öyküsü.

Bu bir antoloji serisi mi, sinema filmi mi?

Small Axe son yılların en kafa karıştıran yapımlarından biri muhtemelen. Bu kafa karışıklığı oldukça iyi eleştiriler alan antolojinin ne içeriğinden ne de niteliğinden kaynaklanıyor esasında. Beş bölümlük bir dizi olarak duyurulan, proje aşamasından beri bu şekilde tanıtılan yapım; birçok festival ve eleştirmen birliği tarafından sinema filmi olarak kabul gördü. Öyle ki bölümlerden ikisi 72. Cannes Film Festivali’nde ana yarışmaya kabul edildi; Steve McQueen, seçkide aynı sene iki filmi yarışan ilk yönetmen olarak tarihe geçti. Benzer bir durum, 2017 yapımı Twin Peaks’in 18 parçalık tek bir film olarak ele alınmasıyla da yaşanmıştı. Şüphesiz bu gelişmeler, sinema ve televizyon arasındaki keskin sınırların gittikçe kaybolduğuna işaret etmekte.

Yazı: Merdan Çaba Geçer