Caribou, İstanbul konseri öncesi hattın öbür ucunda

Kanadalı çok yönlü müzik insanı Dan Snaith; Caribou, Manitoba ve Daphni gibi projeleriyle 2000’ler electronica akımına, farklı ilhamları kesiştiren zihin açıcı örneklerle ruhunu veren figürlerden biri. 2020 başlarında yayımladığı son Caribou albümü Suddenly’nin pandemiden dolayı bir buçuk yıl rötar yapan turnesi kapsamında, üçüncü kez düzenlenecek Festival Gibi Bişi ile dümeni uzun, upuzun bir aranın ardından yine İstanbul’a kırdı. 

2008’de eski Babylon sahnesinde konuğumuz olan ve Bant ekibinin her zaman en sevdiği gruplardan biri olan Caribou ile yaklaşan buluşma öncesinde Dan Snaith’e bağlandık. Hem Suddenly’yi hem yeni Daphni güzelliği “Cherry”yi hem de geçmiş İstanbul ziyaretlerini konuştuk. Yılın geri kalanında neler dinlediği, neler izlediğine dair Z Raporu anketimize de yanıtlar aldık.

Play Tuşu tarafından düzenlenen Festival Gibi Bişi 3, 19 Haziran Pazar günü Klein Phönix Park’ta gerçekleşecek. Program bir harika: Caribou, Nova Norda, Seda Erciyes, Jonas Saalbach, Club Bangkok ve Avangart Tabldot. Biletler hemen burada

“Caribou için üzerine çalıştığım birçok ufak tefek şey var. Hatta bunların büyük kısmını daha dolaysız ve anlık; Suddenly’ye nazaran daha doğal oldukları için seviyorum.” 
caribou

Son Caribou albümü Suddenly’nin üzerinden iki yıldan fazla zaman geçti. Pandemiden hemen önce yayımlandı ve bu “yeni” şarkıları sahneye taşımak için uzun bir süre beklemen gerekti. Bu nasıl bir süreçti senin için? Yeniden turneye çıktığınızda nasıl hissettin?

Turneye çıkmaya hazır bir hâldeyken birbirimizin suratına bakıp bunun olmayacağını anladığımız an çok tuhaftı. Tüm prodüksiyonun provalarını yaptığımız stüdyoda her şeyi paketlemiş ve turneye başlamak üzere havaalanına gitmek üzere olduğumuz bir andan bahsediyorum. Tam tarihi hatırlamıyorum ama ilk konserin tarihi 13 Mart 2020’ydi sanırım. Turneye hazırlanmak için bir süreliğine kendimizi izolasyona almıştık (Covid izolasyonundan bahsetmiyorum, henüz daha o konsept ortaya çıkmamıştı!) ve İtalya’da, sonra New York’ta vaka sayılarının artmaya başladığını gördük. Sonra bizim de olduğumuz Londra’ya geldi… Yaklaşmakta olan şeyi nasıl reddettiğimizi (en azından benim reddetiğimi) düşünmek çok garip. Jetonun düşmesi biraz sürdü. Bir yandan da turnelemenin uzun bir süre mümkün olmayacağının netleşmesinin ardından, yeni gerçekliğe hızlı bir şekilde uyum sağladığımı düşünüyorum. Karantinaya girdikten yalnızca birkaç gün sonra endişelenmem gereken daha önemli şeyler olmaya başlamıştı; yaş almış ebeveynlerimi düşünmeliydim… Yani önceden planlanmış her şeyi bir kenara bırakıp gerçekliğe odaklanmak çok kolay olmuştu. Hepimizin bunu hissettiğini düşünüyorum.

Britanya’daki festivallerde yeniden turneye başladığımızda 2021 yazı olmuştu. Zaten ABD ve Britanya dışında konserler hâlâ mümkün gözükmüyordu. Ben de Twitter’da epidemiyolog ve virologların yazdıklarını okuya okuya oturduğu yerden herkese akıl veren bir epidemiyoloğa dönmüştüm. Yani aşıların etkililiğinin ve açık havada yayılma hızının nasıl düştüğünün farkındaydım. Yeniden çalmak için umursamaz bir hâlde değildim. Çaldığımız ilk festival, aynı zamanda benim tüm zamanlardaki favorilerimden biri olan Galler’deki Green Man’di. Konserin bir gün öncesinde hatta bir saat öncesinde hâlâ bunun gerçekleşip gerçekleşmeyeceği konusunda şüpheliydim. Festivaldeki tüm kalabalığı görmüş olmama rağmen. Her zaman hatırlayacağım ve kıymetini bileceğim inanılmaz bir andı. İnsanların bunca zaman konserlere hasret kaldıktan sonra dinlediği ilk canlı müziklerden biri olmak büyük bir onur. Takip eden 10 ay içerisinde buna benzer birçok inanılmaz konserimiz oldu. Yeniden canlı çalabiliyor olduğumuz için ne kadar şanslı olduğumuzun hep farkındaydık.

Aile ve dostluk gibi konulara temas eden Suddenly, Caribou diskografisinin en kişisel ve içsel albümü muhtemelen. Her ne kadar dans ettirme motivasyonu taşısa da albüm herkesin aynayı kendine tutmasına da sebep oluyor. Bir sanatçı olarak, bu kişisel çıkarımların ve hislenimlerini paylaşmak, herkesi bunlarla bağ kurmaya çağırmak nasıl bir deneyimdi?

Bununla başa çıkabilmek için biraz kendimi kandırdım sanıyorum. Stüdyomda kendi başıma müzik üzerine çalışırken kendime, paylaşmakta rahat hissetmediğim herhangi bir şeyi yayımlamak zorunda olmadığımı söylüyorum. Şarkıların, benim için önemli olan şeyler hakkında olması da neredeyse bir gereklilik. “Cloud Song”, babamın ömrünün son döneminde mücadele ettiği ölümcül hastalıkla yüzleşmem, “New Jade” de baldızımın istismarcı bir evlilikten kaçması hakkında örneğin. O dönemler hayatımda merkezi öneme sahip olan konular. Müzik yapmak bu şeyleri idrak etmeme ve onlardan bir anlam çıkarmama ya da bir anlamda kabullenişe ulaşmama yardımcı oluyor. Müziği tamamen kendim için yapıyorum; bir arınma ya da bir tür terapötik süreç. Eninde sonunda dönüp yaptığım müzikleri dinlediğimde, onca zaman geçtikten sonra, en çiğ ve en kişisel şarkılar en kuvvetli şekilde vuranlar oluyor. O aşamaya geldikten sonra onların albüme girmesinin gerektiğini çok net hissediyorum. Onları paylaşmamak yan çizmek oluyor. Nasıl tepkiler alacağı düşünülmeden yapılmış şarkılar. Zaten benim için bu denli kişisel bir müzik yapabilmenin tek yolu bu. Şarkı yaparken bir sürü insanın onu dinlediğini hayal edersem donup kalırım. Ama yayımlandıkları zaman, insanlardan mesajlar almaya ve canlı çaldığımızda müziğimin insanları nasıl etkilediğini görmeye başlıyorum. Bu, müziğin belki de benzer şeyler yaşayan insanlarla bağ kurabilmesinin veya kendileri her ne yaşıyorsa müzikte yansımalarını bulabilmelerinin bir getirisi. Sürecin bir parçası olduğum için çok şanslı hissediyorum ve müziğin kendi kişisel tıkanıklıklarını aşmak adına yardımcı olduğunu söyleyen mesajlar aldığımda çok duygulanıyorum. Çok da büyütmeye gerek görmüyorum, zaten özünde tüm müzikleri büyülü kılan şey de bu: Aramızda kurulan duygusal bir köprü de olabillir, duyguları yoğun bir şekilde muhafaza da edebilir. Müziğim az da olsa insanlar için bunu yapabiliyorsa kendimi şanslı sayarım.

Bir sonraki Caribou albümü için yine altı yıl bekleyecek miyiz sence?

Umarım ki hayır. Caribou için üzerine çalıştığım birçok ufak tefek şey var. Hatta bunların büyük kısmını daha dolaysız ve anlık; Suddenly’ye nazaran daha doğal oldukları için seviyorum. Uzun süredir turnedeyiz ve bunlar için düzgün bir şekilde çalışmak için Caribou turnesini bitirmem gerekir… Bu da sanırım senenin sonunda olacak ve ardından bir albümü bitirmemin ne kadar süreceğine bakacağız. Albüme geri dönmek için çok heyecanlıyım!

Daphni projesiyle yeni bir tekli yayımladın geçtiğimiz günlerde. Prodüksiyon süreci için ouroboros, yani kendi kuyruğunu ısıran yılana referans vermişsin. Dinleyicinin içine endişesiz bir şekilde dalabildiği, eğlenceli ve akıllara durgunluk veren bir sarmal bu. “Cherry”nin prodüksiyon süreci nasıl şekillendi? Yakında daha fazla yeni Daphni şarkısı dinleyecek miyiz?

Bana ouroboros kelimesini hatırlattığın için teşekkürler, unutmuştum bunu. Alışılmışın dışında bir sayıdaki beat’in ardından (ölçünün başında başlamak yerine diyelim) kendini tekrarlayan ritmik dokuların böylesi bir helezon hissi yaratması harika. Parçadaki riff’in barındırdığı şeyler bunlar; bu kadar basit bir şeyin kompleks bir yapıya evrilmesini görmek güzel bir şey. Şarkıyı yapmak gerçekten çok eğlenceliydi. Ableton’ın wavetable synth’inde FM sound’unu yapıp, heyecan verici bir tane bulana kadar üstüne farklı riffler çalarak çıktı ortaya. Tüm parça hızlı bir şekilde tamamlandı. Ve evet! Bu yıl çok fazla Daphni yayını olacak. Şimdi spesifik bir şey söyleyemem maalesef ama ne olduğunu görmek için çok beklemeniz gerekmeyecek!

“Cherry”nin Damien Roach’un ellerinden çıkan görsel eşlikçisi de parçanın genel hissiyle uyum içinde. Bu fikir nasıl ortaya çıktı? Caribou’nun canlı performansları için de birlikte çalıştığınızı biliyorum, bu sefer nasıl bir süreç takip ettiniz?

Damien en sevdiğim insanlardan biri. Eğitimli bir görsel sanatçı, patten adıyla yayınlar yapan üst düzey yeteneklere sahip bir müzik prodüktörü, 555×5555 adıyla üreten bir tasarımcı ve tanıyabileceğiniz en sevgi dolu, düşünceli insanlardan biri. Onunla uzun zamandır birlikte çalışıyoruz, İstanbul’daki konserde de göreceğiniz videoların hepsini Jason Evans eşliğiyle hazırladı. Ayrıca Daphni yayınları için de görseller ve tasarımlar yapıyor. Çok çeşitli şeylerde ve farklı estetiklerde o kadar yetenekli ki her şeyi yapabilecek gibi bir intiba bırakıyor. Klip için enteresan fikirler düşünürken ona yapay zekâ hakkında sorular sordum. Daha önce yapay zekâ merkezli işler yaptığını biliyordum. O da video üreten yapay zekâ sistemini kiraz (cherry) görselleriyle beslemeyi önerdi, böylece klipte gördüğünüz şeyler mümkün olacaktı. Yapay zekânın, başlangıç noktası olarak yalnızca görselleri kullanarak böyle şeyler yapabildiğini görmek çok etkileyici. Müzik dünyasında yapay zekâ kullanımına dair eş değer bir karşılık ne olurdu bilmiyorum ama bunu da yapabildiklerini görmek büyüleyici olacak.

“İstanbul’a her gelişimizde harika insanlarla tanıştık ve şehirdeki ilgi çekici müzikler hakkında bir şeyler öğrendik. Umarım yine aynısı olur.”
Fotoğraf: Aylin Güngör, 2008, Babylon, İstanbul

Önceki İstanbul ziyaretlerine dair birçok hatıramız var. Peki seni İstanbul’a dönmek hakkında en çok ne heyecanlandırıyor?

Bildiğin gibi İstanbul’da uzun zamandır çalmadık. 2010’dan beri sanırım. Çalacağımız için heyecanlıyız ama şehri yeniden göreceğim için de sabırsızlanıyorum, seyahat etmeyi en sevdiğim yerlerden biri. Batı Avrupa ve Kuzey Amerika dışındaki ilk konserimi verdiğim yerlerden biri İstanbul’du. Ne kadar özel bir yer olduğunu hemen anlayıp, ânında vurulmuştum. O zamanlar çok sınırlı olan turne deneyimlerime rağmen müzik yaparak oraya gelebilmiş olmak büyük bir şanstı. İstanbul’a her gelişimizde harika insanlarla tanıştık ve şehirdeki ilgi çekici müzikler hakkında bir şeyler öğrendik. Umarım yine aynısı olur.

City Slang ailesinin bir parçası olmak nasıl hissettiriyor? Plak şirketi ekibiyle paylaştığınız ortak değerler neler?

Onları çok seviyorum. Benim müziklerimi yayımlamaya başlamalarının üzerinden 15 yıl geçmiş olması inanılmaz bir şey, o kadar uzun zaman geçmiş gibi gelmiyor. Müzik endüstrisinde birlikte çalıştığım herkesle (plak şirketleri, organizatörler, sanatçılar, basın mensupları, gazeteciler…) konu çok basit bir yerde kesişiyor: Gerçekten müziği umursuyorlar mı? Müzik için, hatta onların kataloğunda bir sanatçıysan özellikle senin müziğin için heyecanlılar mı? City Slang’deki herkes içten müzik tutkunu ve sizinle de ortak arkadaşımız olan Severin, Caribou isminin duyulmasında müziğim hakkında gerçekten heyecanlanarak çok büyük rol oynadı. Bu gerçekten çok özel bir şey ve onca zamandan sonra hâlâ müziğine tutku duyan, yaptığı şeyi bir iş gibi görmeyen birini bulabilmiş olmak harika.

Z Raporu: Caribou

Son zamanlarda keşfettiğin harika grup/müzisyenler?

Bu yeni tanıştığım bir müzisyen değil ama altrice isimli bir müzisyenin harika şarkılarını yayımlamak üzere kendi plak şirketimi emeklilikten döndürüyorum. Son zamanlarda bana harika müzikler yolladı ve bunları dünyaya salmak için sabırsızlanıyorum. Bunun dışında, Badcamp kataloğum da burada. Sürekli farklı zamanlardan müthiş müzikler ekleniyor. Bugün Diatom Deli’nin TQM albümünü keşfettim mesela, fantastik bir ilk dinlemeydi.

Yılın geri kalanında tekrar tekrar döndürdüğün bir albüm?

Biraz komik ama turnedeyken kaydedilmiş müzikler kesinlikle dinlemiyorum. Festivallerde çalarken bir sürü konser dinlemeye çalışıyorum. Yakın zamanda Primavera’da iki kez Lightning Bolt ve Autechre izledim, harikaydılar. Genel olarak müzikten ziyade podcast dinlemeye ve bir şeyler okumaya çalışıyorum. Soundcheckler ve konserler yüzünden çok fazla müzik oluyor etrafımda ve sessiz bir zamana ihtiyaç duyuyorum sanırım. Bu aralar Ben Ratliff’in Coltrane kitabını okuyorum. Dolayısıyla geri dönüp Coltrane albümlerini ve onun çaldığı Miles Davis albümlerini dinlemeye başladım yine. Bunu muhtemelen son 10 yılda yapmamıştım ve müthiş bir keyif oldu.

Bu yıldan yeniden yaşamak isteyeceğin bir gün / an?

Şu an aklıma gelen ilk cevap, Primavera Sound’da birkaç hafta önce çaldığımız konser. The Strokes, Covid sebebiyle sahneye çıkamadı ve ana sahnedeki headliner slotunda onlar yerine biz çaldık. Akıllara durgunluk veren bir kalabalık vardı ve tepkileri inanılmazdı. “Şu an ne oluyor?” dedirten, tam olarak idrak edemediğin sürreel anlardan biriydi. Bir ergenken yatak odamda, dört kanallı kaset kayıt cihazımla müzik yapmaya başladıktan sonra vardığım nokta bu oldu. “Rüyalar gerçek oldu.” tadında.

Son zamanlarda izlediğin çok iyi bir belgesel?

Geçenlerde sözsüz iletişim kuran otizmli insanların deneyimlerini konu eden The Reason I Jump belgeselini izledim ve mükemmel olduğunu düşünüyorum.

Gelecek seni neden umutlandırıyor?

Bu şimdilerde çok daha zor, değil mi? Ben tedavi edilmesi mümkün olmayan bir optimistim ama şimdilerde yaşanan kriz üstüne krizle birlikte bu da sınanmaya başladı. Bilim insanlarının Covid sürecinde tüm güçlerini aşı teknolojisine adayıp birçok insanın hayatını, en opitimist olanların bile ummadığı kadar hızlı bir şekilde kurtardıklarını görmek ilham vericiydi. Ama tabii ki bunların kullanıma girmesi, her zamanki eşitsizliklerin tekrar edilmesini de beraberinde getirdi ve tetiklediği kültür savaşı moral bozucuydu. En azından bir şekilde doğru şartlar yakalandığında, insan yaratıcılığının zorlu problemlerin üstesinden gelebileceğinin mümkün olduğunu gördük. Bu da şu an iklim kriziyle burun burunayken tam olarak ihtiyacımız olan şey. Ah… İstediğim kadar umutlu bir şekilde bitmediği için üzgünüm ama optimist kalabilmek için elimden geleni yapıyorum!

Röportaj: Cem Kayıran
Fotoğraf: Thomas Neukum