Ortak anıların sıcaklığında: Chelsea Ryoko Wong

Röportaj: Biçem Kaya

San Francisco’da yaşayan Chelsea Ryoko Wong, canlı renkler ve dinamik kompozisyonlarla hikâyeler anlatıyor. İlk bakışta bu resimler ona ait kişisel anıların bir kaydı gibi görünse de izleyicilerin hafızasına erişerek mutlu anları canlandırmayı başardığında Wong’un aslında hepimizin paylaştığı benzer mutlulukların sözünü ettiğini anlıyoruz.

Bu hikâyeler onun için aynı zamanda bir mücadele etme şekli; nefret söylemine karşı bir direnç olarak mutlu anların dönüştürücü gücüne inanıyor, herkesi bu mutluluğu çoğaltmaya davet ediyor. Son olarak Oakland Museum of California’da (OMCA) Ancestral Visions isimli solo sergisini izleyiciyle buluşturan Wong ile üretim pratiğine ilişkin bir sohbete koyulduk. 

*Bu röportaj, Bant Mag. Mart – Nisan 2025 sayısında yayımlanmıştır.


“Boş bir kanvasın bitmiş bir üretime dönüşmesi; bir seri karar almak, anıları hatırlamak, fotoğraf referanslarına danışmak ve bu yolla eserin doğru yolda ilerlediğinden emin olmaktan ibaret. Kendimi zihinsel olarak resmin içine yerleştirebilmek, orada olmak istediğim sahneleri üretebilmeme yardım ediyor.”


Öncelikle Ancestral Visions sergin için tebrikler! Bu sergide, OMCA’nin özel koleksiyonunda yer alan altı Çinli Amerikalı kadının -Rose Setzo, Sophia Chang Wong, Grace Dea, Lei Kim Lim, Chop Chin Chum ve Sun Fung Lee Wong. – elbiselerinden ilham alıyorsun. Bu serginin arkasındaki hikâyeyi bizimle paylaşabilir misin?

Ancestral Visions, OMCA’deki Harker Fonu aracılığıyla yürütülen bir yıllık sanatçı rezidansında şekillendi ve ortaya çıktı. OMCA’in kalıcı koleksiyonunda Çin kökenli qi-pao ve cheongsam elbiseleri üzerine araştırmalar yapan müzenin küratörü Carin Adams ile birlikte çalıştım.

Senin de belirttiğin gibi, bir kısmı 1900’lerin başlarında Asya’dan Amerika Birleşik Devletleri’ne göç etmiş olan kadınlar tarafından bağışlanan kişisel koleksiyonlara aitti. Bu elbiselerin kalitesi, benzersizlikleri, önemi ve içlerinde barındırdıkları hikâyeler karşısında şaşakaldım, beni derinden etkiledi. Bu kadınlara ait erişebildiğim fotoğraflar ve bilgiler âdeta bu elbiseleri hayata geçirdi. Hayatlarını öğrenmek, kendi ailemin göç hikâyeleriyle ve daha nice insanın benzer yolculuklarıyla yankılandı: Daha iyi bir hayat umuduyla bu ülkeye gelmek, zorluklarla mücadele etmek, çok çalışmak ve yeni bir toprakta kendini yeniden tanımlamak… 

Sergideki resimler ve sergi tasarımı, kendime ait bir dokunuş da ekleyerek, hikâyelerin ilhamıyla oluşturuldu. Bu kadınları, hayatlarındaki en gururlu anlarında, aileleri etrafındayken, sevdikleri dostlarıyla, kendi stratosferlerinde yükselirken ve elbette bu elbiseleri üzerlerinde taşıyorken betimledim. Anılarının hâlâ canlı olduğunu hissettim ve izleyicilerle paylaşmak istedim.

Sergide kimlik temasını enstalasyon aracılığıyla ele alıyorsun. Farklı bir medyayla çalışmak nasıl bir deneyimdi? Ayrıca, ziyaretçiler bu sergiyle Boyama &  İletişim rehberi aracılığıyla da etkileşime girebiliyor. Bu rehber fikri nasıl ortaya çıktı? Şu âna kadar nasıl geri dönüşler aldınız?

Resimlerle ilişkili bu enstalasyonu üretmek heyecan verici, göz korkutucu ve aynı zamanda çabalarıma değen bir deneyimdi. Yaratıcı sürecin büyük bir kısmı problem çözmekle ilgiliymiş gibi hissettiriyor ve bu sergideki gibi kapsayıcı bir mekân tasarımı da bunun bir parçası. Çalışmadaki anlatının çevreyi şekillendirmesini istiyordum ve bununla ilişkili olduğunu hissettiğim öğeleri seçtim. San Francisco’daki Çin Mahallesi’nde görebileceğiniz restoranları çağrıştıran doygun kırmızı renkte bir halı kullandım; pembe duvarların bitişlerinde yeşil rengi kullandım. Girişteki neon ışık mekânı betimlemenin yanı sıra 1920’lerden 2. Dünya Savaşı’na Çin Mahallesi’nde yaygın kullanımda olduğu döneme referans veriyor. Elbiselerin asıldığı askılık ise, self servis çamaşırhane izlenimi yaratıyor. Enstalasyon, resimler, mural, video ve rehber birlikte bir anlatıyı oluşturuyor ve sergiye farklı erişim noktaları sağlıyor. Müze özellikle genç ziyaretçilere erişebilmeye çok önem veriyordu ve Boyama & iletişim rehberi hazırlamak, sergideki temaları daha geniş ve evrensel bir lensle yeniden ele alma anlamında eğlenceli bir uğraş oldu benim için.

Gözlemlediğim kadarıyla, moda tasarımı senin için yabancı bir alan değil. Kumaşla hem bir malzeme hem de bir kimlik unsuru olarak nasıl ilişki kuruyorsun? Gelecekte bu yönde projeler yapmayı planlıyor musun?

Modayı ve giysileri; kendini ve ruh hâlini ifade etme biçimi olmalarının yanı sıra yaşantıların kaydını taşıma özellikleriyle de değerlendiriyorum. Projedeki çalışmalarımı modanın kesişimselliği ile dokudum; sergideki elbiseler, bu kadınların miraslarına duydukları kimlik ve gurur duygusunu yansıtıyor. Grace Dea’nın ailesiyle yapılan söyleşide, onun kültüründeki geleneklerine ne kadar bağlı olduğunu ancak Birleşik Devletler’deki yaşantısının iç çatışmaları beraberinde getirdiğinden söz ediyorlardı. Sergi kapsamında incelediğim bir fotoğrafta, kalabalık içinde bir tek onun qipao giydiğini gördüm. Bu fotoğraf, değişen normların ve aynı zamanda onun varoluşunun bir sembolü gibi hissettiriyor bana. 

Daha gençken, moda tasarımı eğitimi almak istedim, ancak bunun yerine diğer sanat formlarına yöneldim. Bu denli kültürel, sosyal ve politik anlamlar taşıyan elbiseler üzerine resimler üretmek benim için çok anlamlı bir hediye oldu. 

Here On Earth, 2024
Fotoğraf: Phillip Maisel
Unwavering Love, 2025
Fotoğraf: Phillip Maisel

Çalışmalarının dili, zihnimde belirli anahtar kelimeleri ve kavramları çağrıştırıyor. Bu terimler üzerinden sanatsal pratiğinle ilgili kimi sorular yöneltmek istiyorum:

Proust-vari Anılar: Resimlerin aracılığıyla bizlere hikâyeler anlatıyorsun. İlk bakışta, bir günlük, hayatından yakalanmış anların bir koleksiyonu gibi görünebilir; ancak birkaç saniye içinde izleyicide Proust-vari anlar yaratmayı başarıyorlar. 2024’teki Nostalgia for the Present Tense sergin, bu yönünü özellikle vurguluyordu. Anıları tuval üzerinde yeniden yaratma sürecinden bahsedebilir misin? Tuvalin karşısına oturduğunda bu yolculuk nasıl başlıyor?

Hayatı dolu dolu yaşamaya ve sahip olduğum vakti en iyi şekilde değerlendirmeye çalışıyorum. İnsanlar beni derinden etkiliyor, anda kalabildiğim zamanlarda çevreme ve etrafımdaki dünyaya ilişkin ilgim son derece artıyor. Böyle anlar benim resimlerimin arkasındaki itici gücü oluşturuyor ve bende resmetme gereksinimi doğuruyor. 

Bu anıları hatırlamak ve kanvas üzerinde temsillerini oluşturmak aslında evrensel bir üretim yapma imkânı da yaratıyor. Ortak anıların sıcaklığı ve samimiyeti, izleyenleri kendine çekiyor, onları davet ediyor. Boş bir kanvasın bitmiş bir üretime dönüşmesi; bir seri karar almak, anıları hatırlamak, fotoğraf referanslarına danışmak ve bu yolla eserin doğru yolda ilerlediğinden emin olmaktan ibaret. Kendimi zihinsel olarak resmin içine yerleştirebilmek, orada olmak istediğim sahneleri üretebilmeme yardım ediyor.

Mutlu anıların gücü: Çok kültürlü kimliğin, özellikle Asya Amerikalı, Pasifik Adalı ve LGBTİ+ topluluklarını hedef alan nefret suçlarına karşı verdiğin mücadele ile derinden bağlantılı. Bizlere, sevdiklerimizle paylaştığımız mutlu anıların dönüştürücü gücünün bu mücadeleyi kuvvetlendirdiğini hatırlatıyorsun. Bu konuda neler söylemek istersin?

Bence bağ kurmak ve mutluluk, mücadele etmenin farklı bir formu. Farklı kültürden, sosyo-ekonomik ve kültürel geçmişten gelen insanlarla düşündüğümüzden daha fazla ortak noktamız olduğunu da gösteriyor bu. Günün sonunda, hepimiz başımızın üstünde bir çatı, doyurucu bir yaşam ve iç huzur arayışındayız. Bana kalırsa, birbirimizi, bizden daha büyük olan bir şeyin parçası olarak görmeye başladığımızda, hayat daha farklı bir perspektife oturuyor ve nefret söylemi anlamsızlaşıyor. 

İnsanları çoğunlukla doğanın içinde resmediyorum, çünkü doğanın görkemine karşı olan hayranlığımız bizi birleştiriyor. Bizden önce de var olan ve umarım ki bizden çok sonra da varlığını sürdürmeye devam edecek olan bir şeyin bilinci, dünyaya bakış açımı dönüştürüyor. 

A Secret Place, Li Po Lounge, 2020

Bu bağlamda, “A Secret Place, Li Po Lounge” (2020) başlıklı çalışmanın altını özellikle çizmek istiyorum. Bu eser, 1940’lardaki Çin Mahallesi’nin hikâyesini anlatıyor. Doğrudan kişisel anılarınla bağlantılı olmaması anlamında da diğer çalışmalarından ayrılan bir yönü var. Bu resmin arka planı hakkında bize daha fazla bilgi verebilir misin?

Söz konusu çalışma, Çin Kültür Merkezi (Chinese Culture Center) için hazırlamış olduğum, San Francisco’daki Asya Amerikalı mekânlardaki non-binary toplulukların kesişimselliğini inceleyen bir çalışmanın parçası. 1937’de inşa edilen ve günümüzde de varlığını sürdüren Li Po Lounge isimli bardan hikâyesini alıyor. Mekân yıllar içinde bir gece kulübünden, turistik bir durağa, yer altı punk kulübüne ve 2. Dünya Savaşı yıllarında gayler için bir sığınağa dönüşüyor. Allan Bérubé imzalı Coming Out Under Fire: The History of Gay Men and Women in World War II’da belirtildiği gibi, kolluk güçleri gay ve lezbiyenlerin bulunduğu barlara baskınlar düzenliyor, kuir toplulukların yeraltına itilmesine neden oluyor ve direnişi örgütleyen topluluklar buralarda bir araya gelerek oluşuyor.

Bu resimde, arka planda bir denizci ve bir askeri kadeh kaldırırken, cheongsam giymiş kadınları kendi aralarında sohbet ederken görüyoruz. Belki bu resim eğlenceli gibi görünüyor ancak karanlık bir geçmişle dolu. Bu insanların güvenli bir mekâna duydukları ihtiyaç, şiddete karşı direnişin bir sonucu olarak ortaya çıktı. 

Duruluk: Üretimlerindeki bir diğer güçlü kavram ise duruluk. Üretimlerinde, duyguları ve durumları “çabasız” bir şekilde ifade eden bir anlatım dili var. Bu bağlamda duruluğu nasıl tanımlarsın?

Resmetme üslubum içgüdüsel. Kendime ait hissettiğim bir dile sahip olmak benim için her zaman önemli oldu. Annem grafik tasarımcısı ve onun sayesinde sanat türleriyle çok küçük yaşlardan itibaren iç içe oldum. Picasso, Matisse, Japon Ukiyo-e, Chillida, Miró ve öğretmenim Lana Sundberg estetik anlayışımın temelini yaratan isimlerdi. Örneğin, realizme hayranlık duyuyorum ancak benim sanatsal üretimimden uzak. Eğer realist üslupta bir resim yapsaydım bu bana yaratıcılığın tam tersi gibi gelirdi, hatta bir tür işkence gibi!

Kendi kendini yetiştirmiş olsan da illüstrasyon ve baskı sanatları alanında da bir geçmişin var. Hatta resimlerindeki guaj ve suluboya karışımı teknik, kökenini baskı sanatlarından alıyor. Biraz bu teknikten söz edebilir misin? Senin için bir teknikte ustalaşmak ne anlama geliyor?

Sanat okuluna gittim ve baskı sanatları, illüstrasyon, iletişim tasarımı ve sürdürülebilir tasarım eğitimi aldım. İki resim dersi aldım ve bu derslerde renk kullanmamıza izin verilmiyordu; sadece siyah ve beyaz. Bunun beni çok sınırlandırıldığını hissettim ve bir sanatçı olarak yapmak istediğim şey kesinlikle bu değildi. Böylelikle okulu bıraktım ve başka bir üniversitede baskı sanatları bölümünde okumaya başladım. Sürecin odakta olduğu bir disiplin olmasını çok sevdim, ancak kendimi daha doğrudan bir şekilde ifade edebileceğim bir mecra arayışındaydım ve böylelikle mezuniyetimin ardından tekrar resme yöneldim. 

Atölyede geçirdiğim zaman, bana gerçek anlamıyla bir pratik gibi geliyor. Resim yapma konusunda ve belirli bir tekniği öğrenme konusunda bir eğitim almadığım için büyük olasılıkla usta olmayacağım. Şimdilik bana ait olan bir Chelsea Ryoko Wong tekniği var. Ve bu bana eğlenceli geliyor, çünkü kuralları koyan benim.

Tea Over the Ocean, 2023
Fotoğraf: Phillip Maisel

Mimarlık eğitimi almış biri olarak çalışmalarındaki arka planın mekânsal özellikleri ilgimi çekti. Sadece var olan mekânları aktarmıyor, aynı zamanda onları dönüştürüyorsun. Örneğin, “Tea Over the Ocean”da  (2023) Kyoto’daki Genkō-an Tapınağı’ndan doğrudan referans aldığın pencere detayı, “Jumbo Floating Restaurant”ta (2024) yine gerçek bir mekândan esinlenerek oluşturduğun zengin mimari unsurlar bunlardan bazıları. 

Dahası bu mekânları sunma biçimin bana Umwelt kavramını hatırlatıyor. Bağlam ya da çevreye ilişkin yapılan tanımlar aslında özneldir; onu deneyimleyen organizmanın algısına göre değişir. Bence bu kavram, sezgisel yaratım sürecinle de doğrudan bağlantılı. Çünkü bağlamı ifade etme biçimin, aslında yalnızca sana özgü deneyiminle şekillenmiş bir bağlam hâline geliyor. Bu yorum hakkında ne düşünürsün?

Mimari açıdan gelen bu bakışı değerli buldum. Çalışmalarımın mekânlarına büyük bir özen gösteriyorum, kafa yoruyorum. San Francisco’daki Çin Mahalles’nin bezemeli tarzı, Tunus’a has kemerli yapılar, Japon tapınakları, kaplıcalar, Akdeniz üslubu taşıyan farklı coğrafyalar, zamanlar resimlerimde ölümsüzleşmiş anılar gibi yer alıyor. 

Bu eserler benim tuttuğum tarihi kayıtlar, benim bakış açımın yeniden yorumladığı alışılmışın dışında perspektife sahipler. Resimlerim son derece sezgisel ve evet bu yönüyle Umwelt kavramı bunu tanımlamak için gerçekten harika bir yol. Dünyayı deneyimlediğim şekliyle resmediyorum ve bu sayede başkalarının da kendi anılarını çağrıştırıyorum.

Son olarak, gelecekte senden ne tür projeler bekleyebiliriz? Belki Türkiye’yi ziyaret etmeyi de düşünüyorsundur?

Bu yıl birçok yeni iş üzerinde çalışıyorum ve stüdyomda uzun zamandır bekleyen iki devasa tuvalle ilgileniyorum. Bir gün Türkiye’yi ziyaret etmek benim için bir hayal, çünkü büyük amcam oradan gelmiş ve onun anısını onurlandırmanın daha güzel bir yolu olamaz. Geçmişte yaptığım resim gezilerini tuvale aktarmaya devam ediyorum ve sürekli yeni malzemeler ortaya çıkıyor gibi görünüyor, bu da benim için âdeta bir rüya.

An Ode to Summer, 2024
Fotoğraf: Francis Baker
To Catch a Dream, 2024
Fotoğraf: Phillip Maisel