İki kayıp ruhun peşinden: Compartment No. 6 üzerine
Hymyilevä mies (The Happiest Day in The Life of Olli Maki) ile hatırlanabilecek Finlandiyalı yönetmen Juho Kuosmanen’in Cannes’dan Jüri Büyük Ödülü’yle ayrılan ikinci uzun metrajı Hytti nro 6 (Compartment No. 6), 2011 tarihli aynı adlı romanın uyarlaması. Bir trende yolları kesişen Laura ile Ljaho; Seidi Haarla ve Yuriy Borisov’un tesiri yüksek performanslarıyla hayat bulmuş.
Zaman dilimi ve mekân
İnternetin henüz yaygın olarak kullanılmadığı; walkmanli, handycamli, ankesörlü telefonlu zamanlarda, tahminen 90’ların ikinci yarısındayız. Rusya sınırlarında, başkent Moskova’dan gezegenin kuzey ucundaki Murmansk kentine doğru ilerleyen bir tren yolculuğuna şahit oluyoruz.
Konu nedir?
Dil eğitimi için Moskova’ya gelen Finlandiyalı Laura, arkeoloji meraklısı bir genç kadın. Peşini bırakmayan aidiyet yoksunluğundan sebep, geçmişin izlerini inceleyerek, içinde bulunduğu zamanı ve kendisini daha iyi anlayabileceğine inanıyor. Bu hevesle, tarihi binlerce yıl önceye dayanan petroglifleri görmek üzere Murmansk’a varacak bir seyahat planlıyor fakat bir edebiyat profesörü olan kız arkadaşı Irina, iş yoğunluğunu bahane ederek yolculuk kararından cayıyor. Irina güzel evi, entelektüel çevresi ve neşeli hâlleriyle Laura’ya tam da düşlediği yaşamı vadetse de onun aşka, bağ kurmaya dair beklentilerini karşılamayan biri.
Yalnız bırakılmanın yarattığı hayal kırıklığıyla kendini tren istasyonunda bulan Laura, yaşadığı moral bozukluğu yetmezmiş gibi bir de kaba saba, alkolik bir maden işçisi olan Ljoha’yla aynı kompartımanı paylaşmak zorunda kalıyor. Ljoha ilk karşılaşmada mizojinik söylemleri ve saygısız davranışlarıyla Laura’yı çileden çıkarıyor, ona kaçacak delik aratıyor ancak içine düştükleri mecburiyet, ikiliyi zamanla birbirine yaklaştırıyor. Öyle ki, görmek için uzunca bir yolu tepmeyi göze aldığı petrogliflere ulaşmaya çalıştığı sırada, önüne çıkan engelleri aşmak konusunda Laura’ya destek veren tek kişi Ljoha oluyor.
Hytti nro 6 (Compartment No. 6), görünüş, mizaç, mensup oldukları sınıf ve daha pek çok şey bakımından neredeyse hiçbir benzerliği bulunmayan iki kayıp ruhun sevgiyi birbirinde bulma, birlikte öğrenme hikâyesi.
İlk intiba?
Çok hoş. Türünün dinamiklerini kullanırken klişelere kapılmadan, kendine özgü bir büyü oluşturmayı beceriyor Compartment No. 6. Oyunculuklara diyecek yok. Laura’nın, özellikle filmin ilk yarısındaki sıkışıklık hissini yüzünün her miliminden okutan Seidi Haarla ve Ljoha’nın hem şiddetli hem de kırılgan ve çocuksu yanlarını incelikle dokuyan Yuriy Borisov’un performansları, alkışları fazlasıyla hak ediyor.
Detaylardan bahsetmeden geçmemeli. Karakter imajlarına gösterilen özenin bir parçası olarak günden güne kirlenen saçlar, çıkan ojeleri görmek inandırıcılığı -ve hâliyle- seyir zevkini de katlıyor. Ekrandan hiç eksik olmayan içki ve sigara dumanının kokusunu duyuyorsunuz, filmin mesken tuttuğu coğrafyanın iklimi hücrelerinize nüfuz ediyor âdeta. Hikâye ilerledikçe kutba yaklaşılsa da dondurucu soğuğun etkisi azalıyor, içiniz sıcacık oluyor. İkilinin ilişkisinin sürdürülebilirliğini ve aralarındaki şeyin aşk olup olmadığını sorgulamaktan vazgeçip iyileştiriciliğine odaklanmaya, ânın tadını çıkarmaya karar veriyorsunuz.
En çok neyi sevdin?
Ön yargıyı bir tuzak olarak sunması. Her karakterin, verdiği ilk izlenime kıyasla birçok ters köşe barındırıyor olması. Kadın düşmanı ve homofobik gibi bir görüntü çizen Ljoha, Laura’nın partnerinin Irina adında bir kadın olduğunu öğrendiğinde buna hiç takılmıyor mesela. Başlangıçtaki sinir bozucu hâlinin aksine, muzip tarafını açık etmeye başladıkça giderek sempatikleşiyor bir de. Aydın ve sevecen hâliyle Laura için ideal kişi zannedilebilecek Irina zor zamanlarda toz olan, bencilin biri aslında. Düzgün giyimi, kibar tavrından dolayı Laura tarafından güvenli bulunup kompartımana misafir edilen gitarcı ise hırsız çıkıyor.
En az neyi sevdin?
Laura karakterindeki boşluk. Ljoha’nın geçmişini satır aralarından okumayı mümkün kılan birkaç ân sayesinde annesiyle sorunlu bir ilişkisi olduğunu öğrenerek, yaşadığı problemleri açıklayacak, yeterince ikna edici bir sebebe ulaşmış olduk. Bir benzerini Laura için de görmek isterdim. Köksüzlüğünün neye dayandığına, Moskova macerası öncesindeki yaşamına dair ipuçları almak iyi olurdu.
En çok hangi sahneye yükseldin?
Kompartımandaki sarılma ânı. Sevgisini vermeye açık olduğu kadar sevilmeye hazırlıksız yakalanan, korkup kaçmaya çalışan Ljoha’nın kısa bir süreliğine de olsa Laura’ya teslim oluşunu izlemek, oradaki duygusal yoğunluğa ortak olmak çok etkileyiciydi. Ljoha’nın kar toplarıyla kavga ettiği sahne ise eğlenceli bir bonus olsun.
Karakterlere dair neler söyleyebilirsin?
Zıt iki kişilik olsalar da en büyük çıkmazları, hayatta yalpalamalarının temel nedeni aynı aslında: Sevgi açlığı. Her ikisi de içlerinde bulunan coşkulu kaynağa rağmen bu duyguyu nasıl işleyeceklerini bilmiyor. Onları buluşturan kompartımanda özgürleşiyor, hislerini birlikte keşfediyorlar.
Kimler sever?
Duygular evreninde kazı yapmayı, insan davranışları hakkında düşünmeyi sevenlerin zihnini çalıştıracak bolca malzeme mevcut. Empatlar buraya!
Bunu seven şunu da sever
Trende geçen “bir tür romantizm” denince akla düşen ilk yapım, Richard Linklater’ın Before Sunrise’ı oluyor elbet ancak burada ilk görüşte aşk ya da derinlemesine sohbetler yok. Karakterlerin tesadüfi bir karşılaşma üzerine, kısıtlı bir zamanda, birbirlerinin hayatındaki kırılmanın başrolü olmaları yönünden yakınlık kurmak mümkünse de Compartment No. 6, Before Sunrise’a göre daha klostrofobik bir atmosfer inşa ediyor. Kurcaladığı öncelikli konu ise -bence- aşktan ziyade sevme biçimleri.
Formu dolduran: İlayda Güler