Deneme hiçbir zaman bitmez: Adamlar ve “Dünya Günlükleri”

Türkçe sözlü alternatif rock adına verdiği nitelikli örneklerle sahnenin aranan gruplarından biri olan Adamlar, üç yıllık aranın ardından yeni bir uzunçalarla çıkageldi. Dünya Günlükleri, grubun hikâyeciliğine yeni boyutlar kattığı gibi ses evrenini de elektronik dokunuşlarla zenginleştiriyor ve Adamlar’ın ifade biçimine dair arayışlarının devam ettiğini gözler önüne seriyor.

Murat Meriç’le bir konser öncesinde sohbete koyulan Adamlar, ailelerinin müziklerine olan ilgisinden isyan ettikleri şeylere, şehirle olan ilişkilerinden sözlere verdikleri öneme birçok ilginç anekdota değiniyor. Çok uzatmadan yeni albümün de ötesinde; grubun şimdiye kadarki serüvenine dair geniş bir çerçeve sunan söyleşi için sizi Meriç ve Adamlar’ın masasına alalım.

Röportaj: Murat Meriç – Fotoğraf: Aylin Güngör

Hikâyenin başlangıç noktasına dönelim isterim… Soru şu: Hâlimden Konan Anlar’dan Adamlar’a nasıl geçildi? Benim bildiğim hikâyede Tayfun (Polat) Tolga’yı Burak’la tanıştırıyor, sonra Gürhan katılıyor ve kimi ayrılıklar ve yeni katılımlarla yola devam ediliyor.

Tolga: Her şey internet üzerinden başladı. Eskiden MySpace vardı. Hâlimden Konan Anlar orada var olmuş bir projeydi. Bir süre kendi kendine ilerledi ama kendi içinde ciddileşmeye başlayınca görünür oldu. Zaman zaman değişik elemanlar geldi, kendi çapımızda konserler yaptık. Sonra bir gün, uzun isimli gruplar yeni bir şeyler demeye başladığı anda kendimi kızamık geçirmiş gibi hissettim, bir rahatsızlık hâli geldi…  Düşündüm düşündüm, Adamlar ismini buldum ve bu komik göründü gözüme. O dönem, galiba Lombak’taydı, Adamlar Anti Klişe Timi gibi bir şey vardı; aklıma getiren odur. Düşündüm, “güzel isim, akılda da kalır” dedim. Sonra hemen SoundCloud’a baktım, o ismi almak için bir harekette bulundum ve aldım. Sonrasında da altını doldurmak kaldı. O zamanlarda yaptığım şey hafiften üstüme kalıyormuş gibi hissetmiştim, ben bununla tanımlanıyorum hissi vardı. Biraz da bundan kurtulmak için, kendimi başka türlü ifade edebileceğim bir yola saptım. Bir arayış aslında bu. Hâlâ sürüyor, daha da sürecek.

Peki SoundCloud hesabını açtığında hiç Adamlar şarkısı yok muydu elinde?
Tolga: Eski şarkılar vardı. Hesabı açınca orayı doldurmak, şarkı yapmak gerekti elbette. Birkaç tane yapıp koydum. Daha sonra iki proje ayrı ayrı yürürken birbirine karışmaya başladı. O ara,  “hepsini birleştirsem, yenilesem, bir grup olsa nasıl olur?” sorusunu sordum; “dertlerimi basit bir rock grubu setup’ıyla anlatsam” dedim… Kendi içinde farklı farklı amatör kayıtlar, farklı farklı fikirlerdi bunlar. “Hepsini toplayayım, bir grup olsun, onun da adı Adamlar olsun, böyle devam etsin bakalım, buradan nereye varacağız?” gibi bir merak sonrasında bu noktaya geldik. Tayfun Abi sayesinde eski basçımız Burak’la tanıştık, o Gürhan’la tanıştırdı, Berkan geldi ortak çevreden… Derken grup kendi kendine oluştu. Hâlâ tam bilmiyorum, nereye gidiyoruz? İşin aslı, Hâlimden Konan Anlar, Adamlar’ın demosu gibi: Onun üzerine grubu inşa ettik ve ilerledik.

Üçüncü albümünüz Dünya Günlükleri yakın zamanda çıktı, konserler yoğun. Söyleşiden hemen önce Konya, Bolu ve İzmir’e gittiniz…
Tolga: Konya ve İzmir’e gittik ama Bolu’da çalamadık. Fen Lisesi konserimiz vardı, ses sistemiyle ilgili bir sıkıntı varmış, son dakikada iptal oldu. Yoldayken öğrendik, çalamadan döndük.

Memleketin dört yanını dolaşmış görünüyorsunuz. Gidemediğiniz, gitmek istediğiniz bir yer var mı?
Tolga: Haklısın, bir sürü yerde çaldık ama hâlâ Diyarbakır’a gidemedik mesela. Bunu çok istiyoruz. Urfa’ya da gidemedik daha.
Berkan: Hatay vardı gitmek istediğimiz, bir festival sayesinde o da oldu.

Festivaller bu işe yarıyor, değil mi?
Emre: Gidemediğimiz yerlere gidebiliyoruz bu sayede. Ama her şey bir yana, açık havada konser veriyor olmak çok güzel. Karanlık Anadolu barlarından sonra iyi geliyor.
Tolga: Karanlık Anadolu Barları ne güzel oldu, albüm ismi gibi.

Size de uyar aslında. Müziğinizin karanlık bir tarafı var, onu işaret ediyor. İnsanlar sizi seviyor ama sanki biraz temkinli davranıyor, yaklaşmak için…
Tolga: ‘Ateşle yaklaşmayınız’ gibi…

“Karanlık” kelimesini şöyle açayım aslında: Şarkılarınız kitlelere hitap ediyor, grup elinden çıkıyor ama bir taraftan fazla bireysel. Asıl karanlık hâl bu. Yine de çekingenliği bırakıp içine girdiğiniz anda bir anda içine çekiliyorsunuz. En azından benim deneyimim bu yönde. Başta “nedir” diye baktım, açıkçası temkinliydim ama sonrasında kendimi kaptırdım ve Adamlar hayranı oldum.
Tolga: İçerisi biraz karışık, evet. Müziği de iç dünya gibi algılıyorum aslında ben. Sözle bir şeyler anlatmak önemli. Bizde olan biten her şey şiir üzerinden gelişiyor. Şarkı sözü bana farklı bir konu gibi geliyor. Benimkiler, daha çok şiir anlatımı; en azından kafamda yer tutan bu. Dolayısıyla, insan ister istemez içe dönüyor, döndükçe de daha geniş bir alan içerisinde hareket edebiliyor. Buradaki “iç” durumu bizde var olan bir şey.

Şarkılarda da kendini belli ediyor bu. Son albümdeki “Benden Bana” örneğin…
Tolga: O çok öyle bir şarkı ama, hissi gerçek… Bir gün oturup annemle rakı içerken geldi, bir şey hissettim ve o hissettiğim şey şarkı oldu. Doğrudan bunu anlatıyorum “Benden Bana”da. Bir yalnızlık hâli aslında, şarkıda kendini anlatıyor ama böyle söyleyince olmuyor.

Bir taraftan şöyle bir dize var, “Hikâye”de karşımıza çıkan: “Kendime döndüm deli dediler…”
Tolga: Karışık olan o. Öyle olmuyor ama diğer türlü de olmuyor.

Beslendiğiniz kaynakları sorsam? Ne dinliyorsunuz, ne okuyorsunuz, ne izliyorsunuz? Yıllar önce bir söyleşide sormuşlar, ekseriyetle ikinci yeni şairlerini anmışsınız…
Tolga: Bugün aynı isimleri söylemem muhtemelen. Oradakiler o an aklıma gelenlerdi. Belki de o ara deli gibi Turgut Uyar okuyordum, sorulunca çıkmış. Sonrasında hep başka şeyler oldu, bu soruya her zaman başka cevaplar ürettim. Gelirken bir tek bunu düşündüm aslında, ‘bu soru gelirse ne derim?’ diye. Bu, aslında zevkli bir soru. Bir yandan kendini de ele veriyorsun. Ama galiba doğru olan, direkt bir şeyi işaret etmek değil de hepsinin güzel olduğunu, seni büyüttüğünü söylemek. Böylesi güzel. Yine de iki isim vereyim: Son zamanlarda bende iki şey var: Neşet Ertaş ve Morphine. Bu kadar. Bu ikisi çok şey söylüyor ve ben sürekli onları duyuyorum. Söylediklerinin, hayatta karşılığı olduğunu da görüyorum.
Berkan: Çocukluğumdan bu yana dinlediğim, okuduğum, gördüğüm her şeyin karışımı beni ben yapıyor. Kendi adıma ancak böyle bir şey diyebilirim. Sürekli dinlediğim, ara ara takıldığım şeyler var elbette ama baştan sona düşünecek olursak, şu zamana kadar beslendiğim şeyler, bugüne kadar gördüklerim. Çocukken okuduklarım, sonrasında gittiğim konserler, dün izlediklerim, hepsi bugünümü şekillendiriyor.
Emre: Aslında hepimizde durum aynı. Bir de bunun üzerine çevreyi ekleyelim: Burada yaşamak, burada doğmak, buranın dertlerine sahip olmak… Bir yandan instagram’a bakıyorsun, bambaşka bir psikoloji var. Herkes rahat, herkes mutlu. Yaşarken öyle olmuyor ama… Aceleyle bir sürü iş yapmak zorunda kalıyorsun. Her şey bir yana, şehir hayatı hepimizi etkiliyor. Kafamızdakini etkilemese bile tasarımını ve sunumunu etkiliyor.

Bu noktada şehirle olan ilişkinizi sorayım: Ne kadar karışıyorsunuz? Zamanınızı evde mi geçiriyorsunuz, sokaklarda mı? Bu müziğinizi nasıl etkiliyor?
Tolga: Konserler bu noktada belirleyici oluyor. Sahnede, bir sürü insan karşısında salgıladığınız adrenalin, sonrasında dinlenme ihtiyacı doğuruyor. Dolayısıyla şehirde geçen zamanımın çoğunda evdeyim diyebilirim. Bir de sahne yanında maskeli durumları getiriyor. Tiyatrodan doğru düşünürsek oraya maskeyle çıkıyorsun, hünerini sergiliyorsun. Ama sonrasında onu çıkartıp tekrar duş alman gerekiyor. Ruhani bir duş bu. Bende öyle oluyor en azından. Yine de dışarıya çıkıp hayata karışmayı seviyorum. 2008 – 2009 yılları arasında Erzurum’da yaşadım, hayat beni oraya yöneltti. Orada bir şey fark ettim: Gece kar yağarken, sokaklarda kimse yokken dolaşmak çok sevdiğim bir şeydi ve bana dünyada olduğumu hissettiriyordu. Belki bu acele, bu kargaşa olmasa, o ritmi çözebilsek hepimiz hep dışarıya çıkmak isteyeceğiz. “Hep beraber bu dünyada yaşıyoruz ve insanız” hissini alabileceğimiz yerler var, onları bulmak gerek.

Sizde var mı böyle gurbet hikâyeleri?
Berkan: Benimki biraz karışık. İstanbul’a 2012’de Side’den geldim. Bizimkiler Almanya’dan gelmişler, oraya yerleşmişler. Benim için değişik bir deneyim oldu İstanbul. Arada herkes gibi şaşıyorum, sıkılıyorum ama Side’ye döndüğümde de burayı özlüyorum. Değişik, adrenalin bağımlılığı gibi bir şey sanırım bu. Açıkçası şehirden beslenme hâli çok mümkün değil çünkü dışarıda inanılmaz bir kaos var. Gözünü kapatıyorsun, kafanda Mahler çalıyor ama açtığın anda karşına çıkan “Ankara’nın Bağları”. Orada da kaçacak bir yerin yok ne yazık ki…

Kaçacak “yer” var aslında: Kitaplar, filmler, şarkılar bir sığınma noktası olarak devreye girebilir…
Tolga: İster istemez oluyor ama bu. Herkesin başına gelen bir şey. Gurbette olsan müziğine onu yansıtırsın. Mesela Muharrem Ertaş, dinlediğinizde gerçek bir ozan. Oğlu Neşet Ertaş’ın sazını ve türkülerini dinlediğinde daha şehirli olduğunu hissediyorsun. Orhan Gencebay, bir adım ileride: Onu dinlerken tekerleğinin otobana sürttüğünü anlıyorsun.
Emre: Bizim albümlerde de bu karmaşayı hissetmek mümkün aslında…

“Denemeler hiçbir zaman bitmiyor, bunu seviyoruz.”

Giderek daha da mı karmaşıklaşıyor albümler? Başta blues’dan hip-hop’a uzanan bir durum vardı; şimdi elektronik dokunuşlar da girmiş işin içine…
Tolga: Aslında hepsini bir oyun gibi düşünmek mümkün. “Ne yapabiliriz?” diye başlıyoruz ve sürekli müziğimize yeni şeyler katıyoruz. Bu süreç bizim açımızdan da heyecanlı oluyor. Ne yapacağımızı bilmeden işe girişiyoruz bazen ama güzel bir yere gidiyor. Doygunluk zamanı gelene kadar şarkılarla oynuyoruz. Denemeler hiçbir zaman bitmiyor, bunu seviyoruz.

“Zombi”de karşımıza çıkan “İstanbulamıyorum aradığımı” ifadesi böyle bir deneme mi? Tolga: Kendime hep şunu sorarım: “Tamam, burayı anladım; bundan sonra acaba daha yavaş bir yere geçip bu toplu delilikten kendimi soyutlasam mı?” Ben İstanbul’da doğdum, burada büyüdüm. Çiçeği önce televizyonda gördüm, “çiçek budur, güzeldir” diye kazıdım kafama ve başkasının söylediği şekilde, başkasının gösterdiği biçimde onu algıladım. Halbuki kendim görsem çok daha iyi olurdu. Şimdi Netflix böyle: Sana bir şeyleri seçip gösteriyor, bilmediklerini oradan öğreniyorsun ama aslında senin arayıp bulabileceğin başka bir sürü şey var… Onları aramak dururken oradakilerle yetiniyoruz. Nihayetinde bunları düşünürken sanki her şey bana söyleniyormuş gibi hissettim ve “ben de bulamıyorum” diye cevap verdim. O dize bu hislerden çıktı.

Sözleri ve müzikleri sen yazıyorsun. Peki şarkılar nasıl oluşuyor? Hep beraber girip üzerinde çalışıyor musunuz yoksa her şeyi yazdıktan sonra geriye çalmak mı kalıyor?
Gürhan: Birkaç farklı durum var burada… Başta hazırlanıp bir anda çaldığımız şarkılar var ama stüdyoda arayışlarımız da oluyor. Şarkılar birbirinden farklı. Hazırlık aşamasında da farklı denemeler yapıyoruz. Genelde asıl yapıyı beraber çalarak stüdyoda buluyoruz. Sonra gelip kaydediyoruz. Bir de ara süreç var elbette: Konserlerde deniyoruz –ki en önemlisi bu. Sound nasıl tınlıyor, yüksek volümde şarkı nasıl duyuluyor, seyirci nasıl tepki veriyor? Bunları yerinde görmek iyi oluyor.
Tolga: En zoru şu: Bir şarkıyı oluşum aşamasında her türlü derinliğiyle hayal etmek durumundayız. Mesela çok büyük bir sahnede çaldığında nasıl duyuluyor ya da burada küçücük bir sahnede seyirciye nasıl gidiyor? Başta hayal ettiğimiz, genelde küçücük bir sahne. Konsere çıkınca ya da festivallerde şarkı cılız kalabiliyor. Orada nasıl davranacağımızı hâlâ bulamadık. Garip bir durum, yıllar önce BKM Mutfak’ta çalmıştık, 100 – 120 kişilik bir salondur o… Geçen hafta, aynı şarkıları, en az 25 bin kişinin olduğu bir festivalde çaldık.
Emre: Hepsini bir anda kotarmak zor olabiliyor. Aslında çok da farkında değiliz ne olup bittiğinin çünkü dışarıdan göremiyoruz.

Bu anlamda dinleyici tepkisi önemli sanırım. Bunlar size ulaşıyor mu?
Tolga: Dinleyiciye bütün dinleyenler dahilse, etraftan gelen tepkileri çok duyuyoruz. Geçenlerde, annemin 50’li yaşlardaki bir arkadaşı arayıp annesiyle birlikte müzikleri ve sözleri çok beğendiklerini söyledi. Annesi, 80’li yaşlarında… Bunu öyle bir ifade ettiler ki, şaşırdım. Böyle derdi olan insanlardan arada şarkılarımızla ilgili cümleler geliyor ve bu, “müzik yapıyoruz ve beğeniliyoruz”dan daha sıcak. Açıkçası beni daha çok tatmin ediyor. Ama herkes elbette bir sürü şey söylüyor.

Aileler müziğinize nasıl bakıyor? Konserlerinize geliyorlar mı?
Tolga: Benimkiler çok seviyor, biraz üzülüyorum onlar adına.
Gürhan: Yakın yerde olduğu zaman ablamlar kaçırmıyor.
Tolga: Bende de çok var o durum, şikayetçiyim doktor bey. Çok fazla içinde olmaya çalışıyorlar bazen. “Biz bir show yapıyoruz; gelin, izleyin, gerisini de bize bırakın” diyorum ama bırakmıyorlar.
Berkan: Dünyadaki bütün insanlar, yakınlarımız dahil, bizi sevmek zorunda değil elbette… Yine de müzisyen arkadaşlarımın beğendiğini söyleyebilirim. Bu beni çok sevindiriyor

Röportajın tamamını okumak için buraya tıklayarak 
Bant Mag. No:67’ye ulaşabilirsiniz.