Yönetmen Tolga Karaçelik ve Sundance’den En İyi Film ödülünü kaptıktan sonra 30 Mart’ta gösterime girecek olan son filmi Kelebekler’in başrol oyuncusu Bartu Küçükçağlayan, kebapçıdan metroya, polis kordonundan stadyuma uzanan mekânlarda, bir yandan gasp edilip, diğer yandan itiş kakış içerisinde girdikleri stadyumda, kâh maçı (Galatasaray-Antalyaspor) değerlendirip kâh cinsiyetçi küfürlerden utanarak, ödüllü filmlerini ve nasıl hayatta kaldıklarını konuşuyor.


Image

*MAÇ ÖNCESİ KEBAPÇIDALAR…

Tolga: Röportaja başlamadan bir şey soracağım. “Gülüşmeler” yazacak mısın?
Bartu: Sanmıyorum (Gülüşmeler). Hoş geldin Tolga. Sundance’e aday olduğumuzu birbirimize söylediğimiz yer olduğu için buluşmak için bu kebapçıyı seçtim. 
Tolga: Bu masadaydık yine. O yüzden şimdi kıçımız donuyor şubat ayında dışarda oturuyoruz. O zaman hava daha güzeldi.

Bartu: Kasım sonu gibiydi galiba. Kendi kendimize film için iyi oldu Sundance’e adaylıkla başlamak diyorduk. Şu an ödül sahibi olduk. Müthiş. Ben film dışında bir soruyla başlayayım… Bu sinema yapmak mevzusu sadece sorun ve sorun çözmek üzerine kurulu bir şey bir yerde değil mi?
Tolga:
 Kesinlikle. O yüzden diyorum ya sana hep, hani radyasyonda bir karafatmalar ayakta kalır bir de sinemacılar. Doğru ama! Sürekli bir sorun var.

Bartu: Aslında senaryo yazarken de bir sorun yaratmak zorundasın. Senaryo akışında o sorunu çözmen gerekiyor. Sonra senaryo yazmanın kendisi bir sorun oluyor. 
Tolga: Zaten aslında bir soruna ihtiyacın var üretim sürecinde. Bir şeyi kafana takıyorsun, o senin sorunun oluyor ve hikâye buradan çıkıyor. Onun üzerine gidiyorsun. Onunla baş etmek, onu yenmek için motivasyonunu hep güçlü tutmak durumundasın. Başkalarının süreçleri nasıl ilerliyor bilmiyorum ama benimki hep böyle oldu bu zamana kadar.

“OYUNCULARI AYRI SEVİYORUM ÇÜNKÜ OYUNCULAR DA AYNI BENİM GİBİ. ÇOCUK GİBİ ÇABUK İNANABİLİYORLAR. İNANIYORLAR, PARÇASI OLUYORLAR, KENDİLERİNİ ONUN YERİNE KOYUYORLAR, ÇOK BENZER BİR MOTİVASYONUMUZ VAR ASLINDA TEMELDE.” -TOLGA KARAÇELİK

Bartu: Ben de demin şeyi düşündüm: Evet, bir sorunun oluyor. Sen sonra bir odaya giriyorsun, aylarca yazıyorsun. Tek kişilik bir macera oluyor aslında bu. Sonrasında set, set öncesi, görüntü yönetmeniyle muhabbetlerin, sanat yönetmeniyle muhabbetlerin derken tek kişiden bir anda bir ekibe dönüşüyor iş.
Tolga: Çete lideri gibisin esasında. Gerçekten öyle. Herkesi motive etmeye çalışıyorsun, herkesi kendi hayaline ortak etmeye çalışıyorsun. O yüzden oyuncuları ayrı seviyorum zaten. Çünkü oyuncular da aynı benim gibi. Çocuk gibi çabuk inanabiliyorlar. İnanıyorlar, parçası oluyorlar, kendilerini onun yerine koyuyorlar, çok benzer bir motivasyonumuz var aslında temelde.

Bartu: Senin tek başına yarattığın şeyle en fazla baş başa kalan, onu üstüne en fazla giyen oyuncular oldukları için de belki öyle çocuksu bir yerden sahipleniyorlar. 
Tolga: Diğerleri daha teknik ekip olduğu için çözüm odaklı hareket ediyor. Ama oyuncular içselleştirmek zorunda.

Bartu: Yalnız başladığın macera setle, ekiple kalabalıklaşıyor ve en yüksek notaya ulaşıyor. Sonra tekrar yalnızlaşmaya başlıyorsun değil mi?
Tolga: Eninde sonunda yalnızlaşıyorsun. Sen zaten önce terk ediyorsun. İlk başta anlayamıyor insanlar ama terk ediyorsun çünkü yeni bir şeye başlaman lazım –ki başladım. O benim çünkü dinlenme biçimim oluyor. Eninde sonunda şunu soruyorsun zaten: “Peki biz nerede akşam çıkıp eğleniyorduk, içiyorduk?” Kimse sana o bilgiyi de vermiyor. Üç senedir kapalısın. Geçen gün bir çıktım ki bitmiş Asmalımescit falan! Yok yani öyle bir şey. 

Bartu: Kadıköy’e gideceksin. 
Tolga: Evet. Hepiniz nereye gittiniz?

Bartu: Kadıköy’de millet. Ben bu Beyoğlu’nun yok olmasına uyuz oluyorum. Hiçbir şey de yapmıyorum bunun için. Beyoğlu gitti, hiç kimse bir şey demiyor ya.
Tolga: Geri gelir. İstanbul binlerce olay gördü ya, eninde sonunda geri gelir. Ne yapacaksın ki?

Bartu: Çok güzel elimizden alındı. Hiç elimizden alındığını hissetmiyorum bile. “Aaa 15 aydır Beyoğlu’na gitmiyorum” diye aklıma geldi mesela. 
Tolga: Ben geçen gün gittim. Aynı içki orda da var yani. N’apıyorsunuz Kadıköy’de? Yani çok da garip bir şey yok. Kiki’ye gittim önce. Oradan çıktım Koridor’a gittim. Oradan da Babylon’a gittim. 

Bartu: Kimi seyrettin?
Tolga: Jakuzi.

Bartu: Güzel! Sevdin mi? Ben baya seviyorum, fiyakalılar.

Tolga: Sevdim ben de adamları. Onlarda da sizin önceki konserlerinizde de olan kendini çok ciddiye alma hali birazcık var. Onu biraz görüyorsun yani. Ama sizde de vardı ya o hani bir önceki albümde.

Bartu: Kendimden eminim duruşumu diyorsun sen. Sanki pantolonun içinde bir tayt varmış gibi. 2012’deki konserimizi seyrediyorum, yani böyle bir büst gibi durma, mutsuzluk, önüne bakma…
Tolga: Evet evet! O mutsuzluk bizi mahvetti. Hepimizi o Kurt Cobain mahvetti söyleyeyim.

Bartu: Ben belli bir zaman sonra çok açıldım. Şimdi Huysuz Virjin gibi takılıyorum sahnede. 
Tolga: Ve çok yakışıyor.

Bartu: Çok kuvvetli bir yer sahne. Hani ben oyuncuyum falan ama çıkınca ne yapacağını bilemediğin bir yere dönüşüyor sahne başlarda.
Tolga: Yüzde 100! Ama o her şeyin aurası için geçerli. Sanma ki benim de kafamda yönetmen şöyle davranır, böyle davranır gibi şeyler var. Ama Altın Portakal’da stagedive yaptım. Orada en son “Siyad şaşırma sabrımı taşırma” diye bağırıyordum, beni odaya götürdüler!

Bartu: Beni nasıl seçtin bu filme? 
Tolga: Birincisi git Bant Mag.’da gazeteci ol diye seçmedim seni! Kariyerine yardımcı olur diye seçtim ama olmayınca olmuyor, olmayınca olmuyor!

Image

“SENARYOYU BİTİRİR BİTİRMEZ BUNU YAZAN MANYAKLA BENİM OTURUP KONUŞMAM LAZIM DEDİM. SONRA TOLGA’YLA BİZ STÜDYODA BULUŞTUK SEVGİLİ OKURLAR VE BANA FİLMİ VE HAYALİNİ ANLATTI. İNSANLARI BİRAZ GÜLDÜRMEK İSTEDİĞİNİ, HEPİMİZİN PERİŞAN OLDUĞUNU FALAN SÖYLEDİ. BEN DE BİZ ‘BİZ DE ROCK MÜZİK YAPIYORDUK, İNSANLAR DANS ETSİN DİYE DANS ALBÜMÜ YAPTIK’ DEDİM. DAHA ÇIKMAMIŞTI ALBÜM.” -BARTU KÜÇÜKÇAĞLAYAN

Bartu: Dur ben ilk buluşmamızı anlatayım o zaman. Şöyle bir şey oldu… Sen bana geldin. O zaman Tophane’deki Büyük Ev Ablukada stüdyosundaydık. Buluştuk. Bana senaryo geldi öncesinde. Öncelikle şunu söyleyeyim bana senaryolar gelir, haha! 

Tolga: Gelen senaryoları önce alfabetik dizerim, sonra kalınlık sırasına doğru dizerim!

Bartu: Michael Caine gelen senaryoların bir ilk bir de son sayfasına bakar, ikisinde de varsa oynarmış ya. 
Tolga: Çok iyiymiş! Çok doğru!

Bartu: Ben öyle yapmıyorum tabi. Şimdi senaryo bana geldi. Ve kesinlikle anlamadığım bir şeyler vardı senaryoda! Yani okuduğumu anlamıyorum gibi bir şey de değil. Hani okumanın da bir ritmi vardır ya; komik bir şeyse ona göre okursun, ağır bir romansa daha dingin okursun. Yani bunu okuyorum okuyorum, hayal etmeye çalışıyorum ama anlayamıyorum. Sonra baktım rolün macerası ne? O filmin numarası oluyor genelde. Rolün macerasına bir an kendimi kaptırdım ve böyle etrafında neler olup bitiyor bu herifin anlayamıyorum!
Tolga: Rol de tam olarak o yani!

Bartu: Sonra okudukça daha iyi anlamaya başladım. Adam benim için giderek insanlaşmaya başladı. Ama senaryoyu bitirdiğimde bu nasıl bi saçmalık demiştim!
Tolga: İlk karşılaştığımızda da bunu söyledin zaten.

Bartu: Evet. Yani saçma bir şey yok aslında filmde.
Tolga: Her şey çok mantıklı ve bilimsel esasında. 

Bartu: O yüzden senaryoyu bitirir bitirmez bunu yazan manyakla benim oturup konuşmam lazım dedim. Sonra Tolga’yla biz stüdyoda buluştuk sevgili okurlar ve bana filmi ve hayalini anlattı. İnsanları biraz güldürmek istediğini, hepimizin perişan olduğunu falan söyledi. Ben de “Biz de rock müzik yapıyorduk, insanlar dans etsin diye dans albümü yaptık” dedim. Daha çıkmamıştı albüm.
Tolga:
 Ama bir şey söyleyeyim mi sana? Yanlış anlama. Senle ilgili en sevdiğim şey işte bu; yani gerçekten de ondan beridir de görüşüyoruz. O gözünün parlama ânı var ya! Yani 6 yaşında çocuk olma hali. Albümü dinletmeden önceki hal. “Ben bunu sevdim, ben seni de sevdim. Ve ben sevdiğim bir şeyi sana göstermek istiyorum” dermişsin gibi bir hal…

Bartu: “Hadi senin oyuncaklarına baktık şimdi benim oyuncaklarıma bakalım Tolga!..” diyormuşum gibi.
Tolga: Aynen o hal işte! Hah! İşte ondan sonra denk geldi senin kendi müziğini bana dinletişin. Bir baktım ki tam yapmak istediğim şeyle birebir örtüşüyor. 

Bartu: Ben bu halkı biraz dans ettirelim kafasına girmişim, sen de biraz güldürelim kafasına.
Tolga: Haydi keyfini çıkaralım! Bir de şeyden sıkıldım Bartu; kötüyü konuşmak kötüyü çoğaltıyor. Sadece kötüyü konuşmak, sadece kötüye parmak basmaya çalışmak beni muhafazakârlaştırıyor. Ama yeter! Yani hani başka türlü de yıkma yöntemleri var yine. Dans etmek, gülmek, keyif. İnsanlar gülümsüyorsa, bu güçlü bir şey. Ve ben o iyileştirme gücümün olduğunu fark ettim. Birazcık iyi hissetsin insanlar filmden çıkarken. NASA milyarlarca dolar harcıyor seni bir gezegenden öbürüne götürmek için. Ben bilet parasına yapabileyim bunu diyorum! Keyifli bir yere götüreyim en azından, götüreceğim yer de keyifli olsun yani. Bence iyi bir anlaşma.

Bartu: Sen mesela sette çalıştın mı hiç? Asistanlık falan hiçbir şey yok değil mi? Yönetmenlik okul mokul?
Tolga:
 Yok bende öyle şeyler. Ben Bebekli yönetmen gibi takılıyorum işte. Yönetmenlik okuyamazdım çünkü okulda senle beraber aynı şeyi yapan bu kadar insan arasındasın. Bu çok kötü bir fikir. Yani özelliğin yok gibi hissedebilirsin. 



Bartu: Aslında mantıklı bu dediğin. Ben okuldan uzak durmaya çalıştım hep. Tabii ki birkaç tane arkadaşım vardı ama daha çok müzik kafasına daldım. 

Tolga: Esasında onlar senden uzak durmaya çalışmıştır daha çok, ben sana söyleyeyim!.. Garip bir durum. İşinizin karakter zaafı. Şimdi ben sana üzgün olacaksın diyeyim. Sen üzgün ol. Akıl kârı bir şey değil ki.



Bartu: Değil. Ben şöyle düşünüyorum. Oyunculukta duygular yaratmak gibi bir şey var ama tam sıfırdan bir şey yaratma doygunluğuna erişilmiyor bence. 
Tolga: Doğru söylüyorsun. Bir yerden gelen bir başlangıç üzerine yaratmak var.



Bartu: Bana maşa gibi geliyor oyunculuk açıkçası. Tek başına bir yere koy, hiçbir işe yaramayan biri oyuncu. Bize konservatuvarda öğrettikleri şey tiyatro olması için sahnede bir kişiye ve seni seyreden bir kişiye ihtiyaç var en az. Yani oyuncu eve gidip gece bir saat oturup bir şey yaratayım, kurtlarımı dökeyim diyemiyor.O yüzden sanatın çok cefasını çeken, bir yandan da aşırı sefa süren bir tayfası oyuncular… Güzel dükkân valla. 

“(KELEBEKLER’DE) PSİKOLOJİK OLARAK BEN DAHA AZ VARIM. BU DA BİR İLK. AMA İLK YAZDIĞIN ŞEYDE KENDİNİN ÇOK OLMASI GAYET DOĞAL. HATTA ZORUNLU BENCE. YOKSA NİYE BU KADAR BABASIYLA SORUNU OLAN ADAM FİLMİ İZLİYORUZ TÜRKİYE SİNEMASINDA?” -TOLGA KARAÇELİK

Bartu: Peki sen filmlerinde ne kadar yer kaplıyorsun sence?
Tolga: Bu galiba ilk defa üç kardeşin filmi. Ben saçmalanan yerlerde varım. Psikolojik olarak ben daha az varım. Bu da bir ilk. Ama ilk yazdığın şeyde kendinin çok olması gayet doğal. Hatta zorunlu bence. Yoksa niye bu kadar babasıyla sorunu olan adam filmi izliyoruz Türkiye sinemasında? Çünkü bir şekilde iktidarla sorunu olan erkek yönetmenlerin film çekebildiği bir yerdeyiz. Dolayısıyla ilk filmler genelde en yakınlarındaki otorite temsilcisi olan babayla sorun yaşayan filmler.

Bartu: Ama bu kendinden çıkmak zor bir şey. Şarkı yazarken de bir şekilde hep şarkıların içinde ben oluyorum. 
Tolga: Niye zaten olmayasın ki?



Bartu: Başka biri olsa da ben oluyor o zaten bir şekilde. 

Tolga: Bunu niye dert ediyorsun?





Bartu: Benim oynadığım karakterler de Bartu oluyor bir yerde hoşuma gidiyor o his. Müthiş bir karakter yarattım, bambaşka biriyim şeklim olmuyor genelde. 

Tolga: İlla sen dönüşmek zorunda değilsin. Yani seyirciye ilginç gelen bir şey olmak zorunda. Çünkü o dünyada tek olan bir şey. Starlar zamanından kalan bir şey aslında. İnsanlar Türkan Şoray’ı da izlemeye gider. İnsanlar Charlie Chaplin’i de görmeye gider. Bunu ben seviyorum. 




Image

KALABALIKTAN YÜKSELEN TEZAHÜRATLAR EŞLİĞİNDE METRODA STADA GİDİYORLAR…
 
Bartu: Şu anda metrodayız. Sence bu film bu halkla buluşacak mı?
Tolga: Kesinlikle buluşacak. Kesinlikle. Ama şu anda maça giden insanların dertlerinin bu olduğunu zannetmiyorum. Nasıl sığacak bu insanlar metroya?



Bartu: Oturacak yerimiz var! İnanılmaz. Stada giderken ilk kez oturacak yer kapıyorum. 

Tolga: Bana oturduğumuza pişman olacağız gibi geliyor…

Bartu: Bana İstanbul dışında bir yere kapanıp, hiç kendi evime gitmeden bir filmi bitirmek çok iyi geldi ki ben evden uzakta olmaktan nefret eden biriyimdir. 
Tolga: Ama olduğumuz yerin de etkisi var. Çanakkale can.

Bartu: Gün Kenan’la başlıyor, Kenan’la bitiyordu. 

Tolga: Oyun oynuyor gibiydik. Yarın yine çıkıp oynayalım diyorduk.

Bartu: Biz zaten üçümüz kardeş olduk. İstanbul’dan Çanakkale’ye yolculuğumuzdan itibaren tüm çekim süreci Tolga Tekin benim abim oldu. 

Tolga: Üçünüz çok iyi oldunuz.

Bartu: Mesela Tuğçe ilk filminin heyecanı içinde olduğu için, “nasıl olacak” soru işaretinin tatlılığıyla çalışıyordu hep. O da onu bir küçük kardeş yaptı benim için.
Tolga: Çok doğru. Sevgi çok güzeldi. Roller gereği kızgınlık da var ama üçünüzün arasındaki sevgiyi hep hissettim provalarda. Oyuncu rahatlayınca çok ilginç şeyler olabiliyor. Ben bu kadar çok prova yapmamıştım hiç. Bu kadar çalışkan üç oyuncuyla çalışmamıştım. Üçünüzün de tiyatrodan gelmesinin etkisi oldu. Epey yoruldum sizden. Bir ara “Arkadaşlar bir rahat bırakın, film çekeceğiz” diye bağırmak istedim… Seni ilk kurgu bittiğinde aradığım zamanı hatırlamıyor musun? Sen nasıl film demiştin? Ben de “bok gibi” demiştim. Orada sen beni çok iyi kurtarmıştın. Çok düşüyordum ben. Martin Scorcese sağ olsun. Hiç bilmediğim bir röportajını attın bana. Ne diyordu? Eğer ilk rough cut’ı izledikten sonra…

Bartu: Eğer kaba kurguyu seyredip “Oldu bu iş!” diyorsanız o filmde yanlış bir şeyler vardır.
Tolga: Evet. Fiziksel bir kusma isteğiniz yoksa o filmde yanlış bir şeyler vardır.

Bartu: Yaptığın şeyi beğenmek bir tuzak gibi bir şey de oluyor. Ne kadar acayip. Dün de Alfred Hitchcock’un bir röportajını izlemeye başladım. Adama doğaçlama yapıyor musunuz, diye soruyorlar. “Ben sette doğaçlama asla yapmam, doğaçlamayı yazarken ofisimde yaparım” diye cevap veriyor soruya. 
Tolga: Ben de çok fazla doğaçlamayı sevmiyorum ve bu sefer ilk defa izin verdim, sizin otel kapısının önündeki gibi, pavyondaki Tolga’yla konuşmanız gibi yerleri özgür bıraktım. 



Bartu: Bence işe yaradı. 

Tolga: Tolga’yla ikinizin özellikle otel kapısının önündeki sahnesini seviyorum. Sarmaşık’ta ya da Gişe Memuru’nda hiç doğaçlama yoktu. Burada da çok var doğaçlama diyemeyiz belki?



Bartu: Deriz deriz. Doğaçlama oldu çünkü ne diyeceğimizi bilmiyoruz. Kes demedin. Uzattık. Bayağı da bir şey oldu.
Tolga: Ama o sizi kardeş yaptı işte. Geldik galiba.

Bartu: İnelim… Sonuç olarak bu maçı alacağımızı biliyor muyuz?
Tolga: Ben hâlâ emin değilim. 



“TEZAHÜRATLARDAN UTANMAKTAN AĞZIMDAKİ ŞEKERİ YUTTUM. BENİM PANTOLONUN İÇİNDE SEVGİLİMİN PEMBE PİJAMASI VAR. GÖRSELER NE DERLER BU ADAMLAR ACABA!” -BARTU KÜÇÜKÇAĞLAYAN


Image

MAÇTAN ÖNCE STATTA…

Bartu: Üşüyeceğiz diye çok kalın giyindik ama metroda öyle bir terledik ki…
Tolga: Kızgın bir taraftar gurubuylayız. 


Bartu: Tezahüratlardan utanmaktan ağzımdaki şekeri yuttum. Benim pantolonun içinde sevgilimin pembe pijaması var. Görseler ne derler bu adamlar acaba! Tezahüratlardan filmin müziklerine gelirsek müzikler çok iyi olmuş bence. 
Tolga: Ahmet Kenan Bilgiç’le başından beri düşündüğümüz bir şeydi o ıssızlık, yalnızlık, duygusal da bir yandan…



Bartu: Müziğin de kendine ait bir coğrafyası var filmde. Ahmet “Azıcık komedi filmi müziği koyuyorum hemen komedi filmi oluyor” diyordu. 

Tolga: Çok kötü oluyordu… Çok ufak bir şekilde bile altını çizdiğin zaman çok kör göze parmak bir film oluyor. Ses tasarımında da ona çok gittik. Kavga sahnesinde arkadaki cırcır böceklerinin sesini çok az artırayım diyorsun, olmuyor.





Bartu: Şimdi başımıza neler geldi hemen okurlarımıza anlatalım bence… Stada girdik ve stada giriş kuyruğunda bir adam beni dürtüp “Dikkat et, cepçiler var” dedi. Sonra ceplerime bir baktım, cüzdan yok. Bunun üzerine adama dönüp doğru soruyu sordum: “Hangisi cepçi abi bi göstersene.” “Şapkalı olan” dedi. Tolga adamın koluna yapıştı. 

Tolga: “Canım ses çıkartma, cüzdanı geri ver” dedim. 



Bartu: Adam o mu değil mi emin olmadan koluna yapıştık. 

Tolga: Benim aklıma gelen ilk soru “Bartu’yla bir kavgaya girmeye hazır mıyım” oldu! Sonra adamın cüzdanı yere attığını gördük. 



Bartu: Adam paramı geri verdi ama “Yalnız benim 32 liram vardı orda” demeye başladı.
Tolga: Sonra adamın 32 lirasını da alarak uzaklaştık… Büyük şans yalnız.



Bartu: Evet ne maça girebiliyorduk ne kimlik kalıyordu. Bizi uyaran adama sonra teşekkür ettik. “Nereden anladın?” diye sorduk. “Bizim işimiz bu” dedi. Polis miydi acaba? Burada hırsız bizden sorulur gibi bir tavrı vardı. 
Tolga: Büyük şans. Kötü bir sonu da olmadı neyse ki. Sonuçta cepçinin de parasını aldık! Haydi gidelim mi yavaş yavaş? 



Bartu: Maç başlıyor. Benim neden sürekli maç seyrettiğimi anlamıyor insanlar. Bir şekilde yakıştırmıyorlar. 

Tolga: Neden? 



Bartu: Kavgaya girmiyorum filan diye mi acaba? Hırsızın yanındaki tavrımdan dolayı mı?
Tolga: Ben yakıştırıyorum sana. Şu ana kadar hiçbir şey umursamıyor gibi tavrın var ya, ondan mı?



Bartu: Ben futbolu bir performans olarak gördüğüm için ve performans sanatlarına âşık olduğum için izliyorum. 

Tolga: Ne performansı ya! Maç işte. 



Bartu: Yok abi. Her maçta tahmin edemeyeceğin dramatik bir yapı var. 22 tane insan bir performansı gerçekleştiriyor. Her maç bittiğinde oynayan herkes başladıkları halden farklı bir hale dönüşüyor. Benziyor bence sahne sanatlarına bu iş.


Image

İLK YARI NETİCESİ: GALATASARAY: 3 – ANTALYASPOR: 0

Bartu: 3-0 öndeyiz. İlk yarı. 
Tolga: Nagamoto’yu çok beğendim. 



Bartu: Japon transferimiz. 
Tolga: Donk. Ben Donk’u seviyorum. 



Bartu: Ben sevmiyorum ya. 

Tolga: Yani güzel bir futbol anlayışı var. Dört beş tane top çaldı.



Bartu: Lisede fen okuyan uyuz olduğum çocuklara benziyor Donk.
Tolga: Katılıyorum, doğru söylüyorsun!

Bartu: İyi futbol oynarlar, okulda seni rencide ederler filan.. 
Tolga: Selçuk bugün iyiydi. Maç çok güzel, keyifli. 



Bartu: Oyuncularından sette istediğini alamadığın anlar oluyor mu? Fatih Terim mesela değiştiriyor oyuncusunu, senin öyle bir şansın yok.
Tolga: O çok kötü bir şey. O son karar verme ânı zor. Kimseye son bir haftaya kadar sensin diyemiyorum. Roller çok gitti geldi. Son karar verme artık baskıyla ancak yapılabiliyor ve hiç sevmiyorum o hissi çünkü değiştirmek yok. Ama biliyorsun çok da audition yapmıyorum aslında. Sana da, Tolga’ya da, Tuğçe’ye de yapmadım. Üç ana karaktere de audition yapmadım yani. 




MAÇ NETİCESİ: GALATASARAY: 3 – ANTALYASPOR: 0

Bartu: Maç bitti Tolga. 

Tolga: Rahat geldik. Rahat oldu. 



Bartu: Rahat olmadı ya. Hırsızlıklar, entrika dolu bir yolculuktu. Stadyumda da her şey var.
Tolga: Lider olduk. O keyifli. Lig yeniden başladı. Güzel oldu. Tribün mutlu, o da güzel. Fatih Terim olayı hâlâ canımı sıkıyor. 



Bartu: Ben Tudor’u seviyordum. Uzun palto, dar kot filan giyiyordu.
Tolga: Onun da sevilecek bir tarafı yok. Manyaktı o da. Tribünle sürekli kavga… 



Bartu: Evet. O da yanlış yerde durdu.
Tolga: Yok. Tudor’la olacak gibi değildi. 



Bartu: Bir 15 sene filan her dediğini yapsak olurdu belki de…
Tolga: Yok, onun biraz daha pişmesi lazım bence. Mental olarak büyük takımı kaldıramıyordu.

Bartu: Tribündeki cinsiyetçilik çok kötü, tecavüz bile var tezahüratlarda. Çok kötü. Küfür, eğlence, gerginlik, polis, cepçi. Al sana performans. 
Tolga: 40 bin kişi aynı anda aynı şeyi söylüyor bir kere. 



Bartu: Sonuçta iki haftada bir gidiyoruz maça işte. 
Tolga: Havalar da güzelleşecek. Cüzdana dikkat edelim de.

  1. İnsanın dünyadaki izlerinin peşinde: Kacper Kowalski

    Kacper Kowalski fotoğraf çekmek için uçmuyor, uçabilmek için fotoğraf çekiyor. Onu diğer hava fotoğrafçılarından ayıran ve ödüllere boğan da galiba tam olarak bu. Yere bastığında aile fotoğrafı dışında ne çekeceğini bilmediğini söylerken, irtifa kazandığında bize dünyayı bambaşka gösteriyor.

  2. “İnsanlar gülümsüyorsa, bu güçlü bir şey”: TOLGA KARAÇELİK ve BARTU KÜÇÜKÇAĞLAYAN

    Yönetmen Tolga Karaçelik ve Sundance'den En İyi Film ödülünü kaptıktan sonra 30 Mart'ta gösterime girecek olan son filmi Kelebekler’in başrol oyuncusu Bartu Küçükçağlayan, kebapçıdan metroya, polis kordonundan stadyuma uzanan mekânlarda, bir yandan gasp edilip, diğer yandan itiş kakış içerisinde girdikleri stadyumda, kâh maçı (Galatasaray-Antalyaspor) değerlendirip kâh cinsiyetçi küfürlerden utanarak, ödüllü filmlerini ve nasıl hayatta kaldıklarını konuşuyor.

  3. Alın, bu albümle istediğinizi yapın: Polygondwanaland

    Fanlarını canını istediğini yapabildikleri bir dünyanın içine çekmeyi başaran King Gizzard & The Lizard Wizard’ın son albümü Türkiye’de Tantana Records tarafından yayınlandı. Sınırlı sayıdaki plakların içinde Bant Mag.’dan da bir hediye var: Her şarkıya bir illüstrasyon!

  4. A’dan Z’ye: Maynard James Keenan

    Solist Maynard James Keenan büyük haberlerle döndü. On dört yıllık aranın ardından gelen A Perfect Circle albümü Eat The Elephant için gün sayarken artık resmen bir şaka konusu haline gelen yeni Tool albümü de ufukta göründü. Onlarca yıllık bekleyiş nihayet sonlanmak üzere anlayacağınız!

  5. Grammy zaferi, “Sleep Well Beast” ve geçmiş deneyimler: The National

    Birlikte büyüyerek 18 yıl devirmiş ve artık orta yaşlarına gelmiş The National üyeleri bir yandan kariyerinin ilklerini yaşamayı sürdürüyor: yapım süreci bu denli keyifli geçen bir albüm ve bir Grammy ödülü! Üstelik grubun basçısı Scott Devendorf’la sohbetimiz hâlâ söyleyecek pek çok sözleri olduğunu gösteriyor.

  6. Hiçbir yerde olmayan konfor: Harmondia

    İlk Harmondia konseri öncesinde, Berke Can Özcan ve Burak Irmak'ı "evinde" ziyaret ettik.

  7. Şarkı Şarkı: Ahmet Ali Arslan – “Günaşığı” albümü

    Sevme normalleri, çocukluk izleri ve karışık isyan hali Ahmet Ali Arslan’ın ilk albümüne nasıl renkler verdi?

  8. Beyaz perdenin devrimi: Kadın sinemacıların gücü

    Ödül sezonunda adını sıkça duyduğumuz iki yönetmen Greta Gerwig Lady Bird, Dee Rees ise Mudbound ile Türkiye sinemalarında arzı endam etmişken, 21. yüzyılın adından söz ettiren kadınları ve nefis filmlerini anımsamanın tam zamanı!

  9. A yüzü B yüzü: Three Billboards Outside Ebbing, Missouri

    Ödül sezonunun tartışmalı filmlerinden Three Billboards Outside Ebbing, Missouri, Binnaz Saktanber ve Melikşah Altuntaş’ı da iki ayrı kutba ayırdı. Acaba erkekliğe fazlaca hayran McDonagh ancak erkeklik arketipine bulanan karakterleri güçlü ve akıllı görüyor olabilir mi? Yoksa film gücünü tam da böylesine bıçak sırtı bir hikâyeyi anlatırken izleyicisi ile arasına didaktik bir sınır çizmeyi reddetmesinden mi alıyor?  

  10. 1990’lar İstanbulunda punk ve “Arada”: Mu Tunç

    Mu Tunç’un ilk uzun metrajı, zaman ve mekân değişir de büyük kentle hesaplaşmamız biter mi, diye soruyor.

  11. Dünyadan kaçarken bedene sıkışmak: Kendimi Paketledim

    Serkan Çalışkan’ın otobiyografik bir kurgu ile oluşturduğu ve 7 Nisan’da Bant Mag Havuz’da açılacak olan yeni sergisi Kendimi Paketledim, “kimlik, aidiyet, resmiyet, temsiliyet” gibi kavramlardan kaçarken, bu kaçışı kendi bedenine saklanarak gerçekleştirmek üzerine düşünüyor ve günümüz dünyasında olup bitenlere karşı varoluşsal bir felç geçiren herkesin sıkıştığı kutular içinde dönüştüğü halleri arıyor.

  12. Künye

    yayın imtiyaz sahiplerive etkinlik direktörleri Aylin Güngö[email protected] J. Hakan Dedeoğ[email protected] genel yayın yönetmeni Ekin Sanaç[email protected] kreatif direktör Aylin Güngö[email protected] editörler