Derya Sönmez için anlatılan kadar dışarıda bırakılan da mühim

Bant Mag. No:77’deki 8 yazarın zihnini kurcaladık dosyasında, yakın dönemde yeni ya da ilk kitabını paylaşmış bazı yazarların yaratım dünyalarını keşfe çıkalım istedik. Farklı hikâye anlatıcılarının yazma pratiklerini, bu meşakkatli işi sürdürürken tutundukları farklı motivasyonları, yaratım dünyalarını besleyenleri kurcalamak bizce çok anlamlı.

İlk kitabı Sırça Kanatlar’da kardeşler, sevgililer, arkadaşlar arasında kökleri derine giden ve asla dillendirilemeyen kırgınlıklardan, acılardan beslenen yalnızlık öyküleri aktaran Derya Sönmez sorularımızı yanıtladı.

“Öykü biraz da yavaşlama sanatı.”

Belli bir yazma rutinim yok ama mümkünse gece herkes uykudayken yazmayı tercih ederim. Onun dışında her ortamda yazabilirim. Yeter ki ayrıntılar iyice olgunlaşmış olsun. Öykülerimi uzun süre kafamda gezdiririm. Otobüste, sokakta, iş yerinde sürekli yazacaklarımla ilgili notlar alırım. Bir öykünün ortaya çıkması için gereken süre her defasında değişir, bazen ayları hatta yılları bulabilir. Her gün düzenli olarak yazmasam da zihnim arka planda çalıştığım öykü üzerine düşünmeyi sürdürür. Kurmaca, gerçek hayatın bir taklididir. Bütün sahnelerini, kahramanlarını, diyaloglarını yaşamdan alır. Kurmaca yazarının ustalığı, bizim sıkıcı hayatlarımızdan seçtiği ayrıntılarla ilgi çekici bir anlatı kurabilmesindedir bana göre. Dolayısıyla öykülerimi kurgularken ne anlatmam gerektiği kadar, neleri dışarıda bırakmam gerektiği üzerine de düşünürüm. Yazdıklarım kadar sildiğim yerler de önem taşır. Metnin tam da doğru noktalarda bırakılan boşluklar sayesinde okurun zihninde devam etmesini isterim. 

Sırça Kanatlar yayımlandığı zaman merak edip bakmıştım, ilk öyküm on iki yıl önce yayınlanmış. Bu zaman içinde öykülerim basılı ve e-dergilerde yayımlandı. Henüz kitabı olmayan birisi için dergiler okurla buluşmanın tek yolu. Bu yüzden edebiyat dergilerini önemli buluyorum. Sırça Kanatlar on sekiz öyküden oluşuyor. Çoğunlukla doğada geçen, insan ilişkilerine odaklanan öyküler bunlar. İki insan arasında, görünenin ötesinde yatan o şeyi göstermeye çalışıyorum. Roman okumayı çok sevmekle birlikte, öykünün kendine özgü bir büyüsü var bence. Yaşamdan ince bir kesiti alıp buna ayrıntılı olarak bakma fırsatı tanıyor. Bu anlamda öykü biraz da yavaşlama sanatı. Özellikle büyük şehirlerde zaman çok hızlı akıyor. Bu hız bizi birçok duyguyu derinlemesine hissetmekten alıkoyuyor. Bugünün dünyası her türden negatif duyguyu yok etmeye yönelik argümanlarla dolu. Üzüntü, kırgınlık, pişmanlık, utanç derhal kurtulmak gereken duygular olarak görülüyor. Ama bu duyguların dönüştürücü bir potansiyeli de var. Bunları yok sayarak ya da derhal çözüm bularak aslında sorunun kaynağını görme, hayatımızı iyileştirme fırsatını kaçırıyoruz. İyi yazılmış bir öykü, işte bizi doğrudan bu kaynağa götürür. Ben de yaşamdaki çelişkileri görünür kılarak duyguların gerisinde yatan asıl soruna dikkat çekmek istiyorum.

Farklı disiplinleri okumaya ve film seyretmeye gayret ediyorum. Sinema, öykülerimin beslendiği önemli bir kaynak. Bunun yazdıklarıma yansıdığını düşünüyorum. Öykülerimi yazarken çoğunlukla sahneler hâlinde kurgularım. Öyküyü anlatırken öncelikle bakış açısına karar veririm. Bu, fotoğrafçının objektifi nereye konumlandıracağına karar vermesine benzer. Edebiyat eserlerinde aynı duygular defalarca anlatılmıştır, ama bir öyküyü ötekinden ayıran, yazarın bakış açısı ve üslubudur, buna önem veririm.  

Öykü yazmak için beni tetikleyen şey, her defasında farklıdır. Kitabın ilk öyküsü “Ormanda” longoz ormanında geçen bir öykü yazma isteğiyle ortaya çıktı örneğin. Yani önce öykünün atmosferi vardı. Sonra zaman içinde böyle bir ormanda nasıl bir hikâye anlatabileceğim ve öykü kişileri belirdi. “Ay Karanlık” adlı öyküde ise önce final sahnesi vardı; “Adamla birlikte yol da uzaklaşıyordu şimdi. Önce dik bir yokuşu tırmandı, bayır aşağı indi, sonra hiçbir yere sapmadan upuzun bir düzlük boyunca devam etti. Ve nihayet bir tepenin ardında kayboldu. Gülderen Hanım güneşten kamaşan gözlerini kapadı. Adam gözkapaklarının içinde bir süre daha ilerlemeye devam etti.” Sonra uzun zaman bu finalin nasıl bir öykünün sonu olabileceğini düşündüm. Bazen bütün öyküyü bir sahne için yazar, metni bitirdiğimde aslında o sahneye gerek olmadığını fark ederim. O zaman hiç acımadan, bir zamanlar pek beğendiğim o sahneyi atmam gerekir, atarım. Nihayetinde aslolan öyküdür.

“8 yazarın zihnini kurcaladık” dosyasının tamamı Bant Mag. No:77’de okunabilir.