Dünyanın dört bir yanını sergi alanı olarak kullanan JR, yeniden İstanbul'da!
Fransız sanatçı JR, şehirler ve o şehirlerde yaşayan insanların hafızalarını sorgulayan The Wrinkles of The City projesi kapsamında bir kez daha İstanbul’da! JR’ın yeni ziyareti şerefine, 5 yıl önce yayınlanan Bant’ın 61. sayısı’nda Fransız sanatçıyla yaptığımız röportajı hatırlıyoruz!
JR’ın dün İstanbul’dan paylaştığı fotoğraf aşağıda görülebilir.
Bant’ın 61. sayısının kapağında da bir çalışmasıyla birlikte yer alan JR’la, Ekin Sanaç’ın yaptığı röportajı aşağıdan okuyabilirsiniz.
JR
Ne bir sokak sanatçısı, ne de bir fotoğrafçı
Röp: Ekin Sanaç
Her şey Paris metrosunda bırakılmış bir fotoğraf makinesinin bulunmasına bağlanıyor. Fransız sanatçı JR, önce makinesiyle fotoğraf çekmeye, sonra da çektiği fotoğrafları sokaklara yapıştırmaya başlıyor. Sergi alanını Paris sokaklarından, Hindistan’a, Brezilya’ya, Afrika’ya, Ortadoğu’ya kadar genişleten JR, söylemleri ve teknikleriyle bugünün en hip sokak sanatçılarından biri. Ama o kendini ne bir sokak sanatçısı, ne de bir fotoğrafçı olarak görmediğini bastıra bastıra söylüyor. Bir kentsel aktivist olarak onun asıl derdi meselelerini sıradan insanlarla paylaşmak ve onlarla iletişim kurmak.
Filistin ve İsrail’e seyahat ederek oradaki insanların birbirlerine çok benzemelerine rağmen bu denli anlaşamadıklarını tespit etmesi üzerine portrelerini şehirlerin kaçınılmaz mekânlarına aşırı büyük boyutlarda yapıştırması ve onları Face to Face (Yüz Yüze) isimli projesi altında gerçek anlamda yüz yüze getirmesi buna iyi bir örnek. Women Are Heroes (Kadınlar Kahramandır) isimli sergisi kapsamında Kibera, Kenya’daki gecekonduların üzerlerini, orada çektiği kadın portrelerini bastırdığı dev muşambalarla kaplamak da öyle. JR fotoğraflarını yapıştırdığı bu kritik mekânlarla yalnızca meselelerini güçlü bir yolla ifade etmiyor, aynı zamanda Kibera’daki o evlere yağışa karşı bir koruma da sağlamış oluyor. JR’ın içindeki sanatçı ile motivasyonları, amaçları ve yöntemleri üzerine konuştuk.
Paris’te mi doğup büyüdün, kısaca geçmişinden bahsedebilir misin? Sokakta sanat senin için ne zamanlar başladı?
27 yaşındayım ve 10 sene önce sokaklarda çalışmaya başladım. Her şey Paris’teki bir metro durağında bir turistin unuttuğu fotoğraf makinesini bulmamla başladı. 1999 senesiydi. Flaşı çok kuvvetli olan, otomatik bir makineydi. O makineyi hâlâ saklarım. Grafitiye büyük ilgi duyuyordum ve bu fotoğraf makinesi sayesinde ilk kez grafiti fotoğrafları çekmeye başladım. Paris’in bodrum katlarına iner, çatı katlarına çıkardık. Arkadaşlarım grafiti yapardı, ben ise o mekânları, durumları fotoğraflamaya, onları belgelemeye ilgi duyardım. O zamanlar grafiti sanatçılarına fotoğrafladıklarımın gerçek baskılarını veremezdim. Kendim için de yaptırmazdım. Onlara vermek için fotokopi çektirirdim. Bazen o kadar çok kopyam olurdu ki onları küçük boyuttaki ilan panolarına yapıştırmaya başlardım. Yavaş yavaş fotoğraflarımın A4, A3, hattâ A0 boyutundaki fotokopilerini kendimi ifade edebilmek adına sokaklara yapıştırmaya karar verdim. Böylece faaliyetlerim sanatsal bir boyuta geçebilirdi. Fotoğraflarıma duvarlara çizdiğim kalın çizgilerle çerçeveler yaptım. Bu fotoğrafları “EXPO 2 RUE” diye imzaladım. Fotoğraflar duvardan çıkartıldığında ya da yapışkanları geçtiğinde sadece çerçeve çizgisi kalıyordu.
İlk yaptığın işler nasıl işlerdi?
İlk “EXPO 2 RUE” serimi 2001 yılında Paris duvarlarında hazırladım. Konsept çok basit bir uyanışın neticesinde doğdu; evrensel bir sanat olan fotoğraf, müze ve galerilere tıkılı kalmıştı. Her ne kadar çok sayıda insan fotoğrafla bir şekilde ilgilense de, çok azı kalkıp da bir galeriye gidiyordu.
İlham aldığın isimler listesinin başını kimler çakiyor?
Sokak ortamına yeni olduğum zamanlarda Shepard Fairey, Blu, Os Gemeos ve ZEVS ile tanışmıştım. Bu saydığım isimler bugün bile yaptıklarımı etkiliyorlar.
Birçok sokak sanatçısı içeriye, galerilere girmeyi reddederken sen her ikisini de yapıyorsun. İşlerini içeri de sokmaya seni neler motive ediyor ve dışardan içeri girince yaklaşımın nasıl bir yol izliyor?
Benim için içerisi dışarıyı tamamlayan bir unsur. Asla dışarıda yaptığım bir işin aynısını içeride de yapmayı denemedim, asla olmazdı. İçerideyken video yerleştirmeleri, heykeller gibi farklı şeyler yapıyorum ve böylece dışarıda yaptığım işin farklı evrelerini daha iyi anlıyorum. Benim için her projede içeri ve dışarıdaki dengeyi kurmak çok önemli.
Kenya’daki gecekondulardan Tel Aviv’e, Filistin’e, Rio’ya dünyanın dört bir yanında işlerinle yer aldın. Nerede çalışacağını nasıl belirliyorsun?
28 Milimetres projesi için, ki bu proje ismini portreleri çekerken kullandığım lensten alıyor, gazete başlıklarında gördüğüm yerlere seyahat ettim çünkü haberlerin arkasındaki bu mekânların gerçekliğiyle yüzleşmek istedim. Bu gibi yerlerin gerçekliği, daima beklentilerinizden farklı oluyor. Ve bu projelerdeki en zor adım oraya bizzat gitmenize karar vermeniz bence. Orada yaşayan yerlileri desteklediğim için zaten hiçbir zaman yasal bir izin almıyorum. O toplulukta yaşayanlarla konuşuyorum ve proje bu şekilde başlamış oluyor.
Çalışmak için böyle özenli yer seçimleri yapıyorsun, ama buna rağmen politik bir sanatçı olmadığını söylüyorsun. Nasıl oluyor da politik olmuyorsun, açıklayabilir misin?
Ben ne bir sokak sanatçısıyım ne de bir fotoğrafçı. Ben imaj yapıştırıyorum. Projelerimi yürütebilmek için fotoğraf da, video da, kâğıt baskı da, muşamba baskı da, şehir mekânları da, kitaplar da ve özellikle de sosyal kontaklar da kullanıyorum. Kolajlarımla olasılık dışı olan yerlere sanat götürmeye ve insanları soru sormak zorunda bırakacak kadar büyük olan bu projeleri orada yaşayanlarla birlikte oluşturmaya çalışıyorum. Brezilya ya da Ortadoğu gibi medyanın gözü önünde olanı, gergin yerlerin imajını yaratmaya çalışıyorum. Bu imajlar küreselleşmiş medyada görülenlerden çok farklı bakış açıları sunuyor. Politika bizim nesli korkutan bir tabir. Bu kelimeden uzak duruyorum. Her ne kadar benim sanatım bazen bir vizyondan fazlasını ifade etse (grrrrr!) de, benim fikirlerimi yansıtıyor (grrrrr!).
Projelerini ürettiğin yerlerde yaşayan insanları bu projelere ikna etmek zor oluyor mu?
Bir kentsel aktivist olarak duvarların içine işleyen bir sanat ortaya koymaya çalışıyorum. Kâr gözeten biri değilim. Projelerim insanlarla ilgili ve benim ilgilendiğim de bu: sıradan insanlar. Çok kesin bir fikir önerisiyle yola çıkıyorum ve süreç başlıyor. Onların tepkilerini dinliyor ve ona göre kendimi adapte ediyorum. Bu yüzden kimseyi bir şeye ikna etmeye gerek olmuyor. Sürecin kendisi devam eden, karşılıklı bir diyalog.
Fotoğrafları yapıştırmak için döndüğümüzde insanlar doğal olarak bu sürece katılıyorlar. Bu yapıştırma sürecinin bir anlamı olduğuna inanan herkes bu işe katılabiliyor. Örneğin Brezilya’daki çocuklar bir haftalığına sanatçı oldular. Bu sanatsal aktivitelerde aktörleri ve izleyiciler birbirinden ayrılmıyor. Ayrıca benim gizliliğim özne/aktörün, gelen geçen/yorumlayıcının tanışabildiği açık bir alan sağlıyor. İşin ruhu da burada yatıyor. Fotoğraf her zaman sosyal bağlantılar kurmanın ve karşılaşmaların bir vektörü olmuştur.
Hiç İstanbul’da böyle bir proje yapmayı düşündün mü?
Elbette İstanbul benim ilgimi çeken bir yer. Öyle bir şehir dışarıda kalamaz, bu yüzden doğru fırsatı yakalamam gerekiyor!
Şu an ne üzerinde çalışıyorsun?
Tamamen yeni bir proje üzerinde çalışıyorum. İsviçre, Vevey’de eylül ayında sergileniyor ve ardından da başka şehirlere geçtikçe evriliyor. Şu ana kadar yapmış olduklarımdan oldukça farklı bir yerde duruyor…